Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Siyaset ve Yozlaşma

Siyaset ve Yozlaşma

Bunlar Milletvekilliğini “statüko bekçiliği” olarak görüyorlar. Uğruna mücadele ettikleri adamlara bakın, bu milleti temsil diye bir dertleri var mı? Vekaletini üzerine aldıkları bu milletin hangi değerini üzerinde taşıyorlar? Hangi özellikleri, hangi hizmetleriyle temayüz etmişler. Oyunları bozuluyor. Masa başı “toplum mühendisliği” bitiyor. Hile ve tuzaklar parçalanıyor. “Ve mekerû ve mekerallah vallahü hayrul makiriyn” âyeti tecelli ediyor.
Değişimin yönü, hep paraya, maddeye doğruydu. Ülkeyi siyasi partiler (siyasetçiler) değil, belirli sermaye odakları, belirli medya gurubu yönetiyordu. Ara safhalarda onlar sönüyor, yeni safhalar bizi aynı noktaya götürüyordu. Dikkat edilsin; etki gücünü, “bilgi-kültür-düşünce” değil, “para” ve “nüfuz” belirliyordu.
“Para önemlidir, para kazandıran meslek önemlidir, paralı yaşamak önemlidir.” Anlayışının mihvere oturtulmasıyla, yozlaşma başladı. Yozlaşmanın asıl sebebi budur. Bunun yansımaları, toplumun her yerinde muhtelif biçimlerde görülmektedir. Kaba kuvvet (şiddet) eğilimlerinin yaygınlaşması da bununla ilgilidir. Mafyaya, derin yapılara karşı olmak yetmez; temeldeki yozlaşma illetini görmek gerekir. Bakıyorum da mafyalaşmaya karşı olanların bir kısmı yozlaşmaya karşı değil. Hatta yozlaşmanın önünü çekiyor. Bu durum nasıl izah edilir? Bugünkü haliyle “mafyalaşma”, yozlaşmanın bir “ara ürünü”dür. Bu yozlaşmanın sonucunda, şeklen siyaset var olacak, ancak “yön verici” asliyetiyle var olmayacak! En önde “para” sonra ona ayarlı münasebetler… Derin yapılar ve yapılanmalar kaba tezahürlerinden arınacak ve süslenip püslenerek legalite içinde yer alacak!... Siyaseti, seçilmişler değil, zirvedeki dev firmalar belirleyecek. Adı konulmamış bir dokunulmazlığı, onlar kullanacak. Gerçek düşünce susacak, Batıcı fanteziler düşünce diye, siyaset diye yutturulacak… Daha uzun uzun tasvir edilebilir. Fakat bunun bir adı var; Batıcı ülkeler için hazırlanmış Yeni Dünya Düzeni! Küreselleşme, Değersizleştirme, Yozlaştırma, Entegrasyon, fikrin ve düşüncenin yok edilmesi! Millî Değer, Manevî Değer, Medeniyet, ahlakî yapı. Bütün bunlara hayat hakkı yok! Sebep: Empoze edilen hayat tarzlarına mani oldukları için. Milleti millet yapan değerler, kaale alınmamalı, yok sayılmalı. Yapılan bu. Âdeta trafik işaretleri ve ışıklarının hareket alanımızı daraltması iddiası. Hepsini kaldıralım, ortalık birbirine girsin, tam bir kördüğüm olsun! Modernite çığlıkları müzik dinler gibi dinlensin. Oh ne güzel!... Küreselleşiyoruz, sınırlar kalkıyor, tam bir entegrasyon. Siyasetteki yansıması da gördüğümüz manzara! Bu fotoğraf, Batı’nın kültür tarihinde yazılı, toprağına kazılı. Doküman ve delil aramaya gerek yok! En tuhafı en ciddi siyasetçiler de durumun farkında değil. Sakız çiğneme yarışı yapmakla meşguller. Dillere pelesenk edilen sloganları ve fantezileri daha iyi çiğneyip daha güzel şaklatma yarışı! Yabancılaşmayı, böyle oluşan bir farklılığı, marifet bellemişler. Milletin değerlerinden de mahrumlar. Bu mahrumiyet, acımasızlığı da, fikirsizliği de tabii sonuçlar halinde doğuruyor. Yaşanan sıkıntılar, kilitlenmeler, buhran üretmeler hep bu durumdan beslenenlerin, Milletten uzak yaşayanların hastalıkları, ârızaları. Bu arızalar da yozlaşmanın eseri. Siyasi sistemin şeklî özellikleriyle de ilgili değil.
Bugün bunların bütün planları bozuluyor. Kavramlar asliyetine kavuşuyor. Düşünün… Milletvekili, milletin vekili. Bir yerde vatandaşın hakkı çiğneniyorsa; milletvekili gidip müdahale eder. Bilgi ister. “Nedir bu?” diye sorar. İlgili makamlara duyurur. Onu itip kakamazlar, “sen de kimsin, git işine!” diyemezler. Çünkü dokunulmazlığı vardır, tayinle gelmemiştir, onu millet seçmiştir. Kimsenin emrinde değildir. Zenginliğe, hatıra, adama ihtiyacı yoktur onun. Toplumun hayatının her kesitinde, her safhasında o, milletvekili sıfatıyla kendini güçlü hisseder. Gücünü de lobilerden, şer odaklarından değil; milletinden ve ona bağlı değerlerden alır. “Gönül bağı” kurulmuştur milletiyle. Derin yapı, karanlık güçler, bürokratik engeller, para ve zor unsurlarının “egemen”leri dokunamaz ona. O yürür ve oyunları bozar. Vatandaşın güveni ve inancı büyük bir ferahlama meydana getirir. Bu sayede vatandaşın yürüyüşü değişti. Başı eğik, yüreği ürkek olan vatandaşa öz güven geldi. Bu durum kendi değerlerinden, kutsallarından beslenemeyenleri rahatsız etti. Yozlaşma ortamı bunların gıdasını temin ediyordu.
Şimdi yozlaşmaya karşı tedbir alma zamanı. Bütün maddi-manevi imkanların bu milletin beklentilerinin emrine verilme zamanı. İdeallerini gerçekleştirme zamanı… Devir zamana uyan, zamanın mahkûmu olanların değil, zamana hâkim olanların, o zamanda kalıcı hizmetlerle tarihe mal olanların devridir. Önce ülkeyi, ülkenin gerçeklerini ve şartlarını düşünmek lâzım, sonra partiyi. Olabilecek olanlar var. Olması gerekenler var. Oldurulabilecek olanlar var. Bir başka açıdan; şartlar, imkanlar, idealler ve kurallar var. Bütün bunlar bir öncelikler tablosunun belirlenmesini zaruri kılar. Önce ülke ve millet, sonra siyaset, sonra kendi partin, sonra genel başkanlık, en sonra kendi nefsin. Böyle değilse, böyle yapamıyorsan; inandığın değer ölçülerine bağlı kuralları uygulayamazsın. Siyasetteki yozlaşma içinde kaybolup gidersin.
Milletimizin çok önemli bir hasleti var. Samimiyeti, fedakârlığı, fazileti mükâfatlandırır. Sanıyorlar ki, böyle değildir ve siyasette “kurnazlık, bencillik” geçerlidir. “Siyaset kurmayları” işte bu zannı “temel ilke” haline getirmişlerdir. Siyaset düşüncesini çürüten yanılgılar buradan kaynaklanıyor. Bu anlayışın sandıktaki karşılığı “kilitlenme”dir. Halbuki doğru olan, aynı zamanda kolay olandır. Samimiyet kolaydır, milletin anlayışına sığınmak kolaydır, içi-dışı bir olmak kolaydır. “Kolaycılık”, bunun tersi olduğu için zordur. Doğru olan, çileyi gerektirse de “sebep-sonuç” münasebetini tersine işletmek imkansızlığından ve şaşkınlığından azade olduğu için, kolaylaştırılır. Bunun için de düşünmek, kafa yormak gerekir. Sevgi ve fikir arasında güçlü bir münasebet var. Sevmeyen düşünemez, düşünemeyen sevemez. Milletten uzak olanlar düşünemiyor, milletvekili olsa da. Çünkü milletin özünden alacağı ışığı alamıyorlar. Görmek için nasıl ışık lazımsa, düşünmek için de samimiyet (hasbilik) lazım. Samimiyet de düşüncenin ışığıdır, siyasetçiye en fazla lazım olan da budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi