Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Hayat” denen mucizeyi fark ederek yaşamak

“Hayat” denen mucizeyi fark ederek yaşamak

Nasreddin Hoca karla pekmezi karıştırıp yemeyi çok severmiş, ancak hiç yiyememiş...
Sebebi sorulduğunda, “Kar bulunca pekmez, pekmez bulunca kar bulamadım; ikisini bulduğumda ise iştahım olmadı” demiş...
Tanıdığım yaşlı bir zenginin derin bir iç çekiş eşliğinde söylediklerini unutamıyorum... “Gençliğimde iştahım vardı, param yoktu; şimdi çok param var, ancak iştahım yok!” (sağlık sebeplerinden dolayı istediğini yiyememeyi kastediyor).
Hayat böyle bir şeydir sevgili dostlarım! Her istediğimizi istediğimiz an vermez, verdiği anda ise ya bizim canımız çekmez, ya ihtiyacımız kalmaz ya da sağlığımız elvermez...
“İmtihan sırrı” bu olsa gerektir.
Yine de hayatın her anı farklı bir mucizedir! Mesela, çocuklar bir mucize eseri olarak doğuyor, büyüyor; kaçımız bu mucizenin farkındayız?
Yine büyük bir mucize eseri olarak insanlar ölüyor; kaçımız bu mucizenin farkındayız?..
Bahar geliyor, toprak yeşeriyor; güller açıyor, ağaçlar çiçeklenip yaprağa dönüşüyor; yaz geliyor, yaprakların arasında meyveler oluşuyor...
Güz geliyor, baharda açan yapraklar, çiçekler sararıp solmaya başlıyor...
Kış geliyor, tabiat ölmeye yatıyor...
Sonra kar yağıyor; beyaz kefenine bürünüyor mevsim, bir anlamda tabiat ölüyor... Biz hepsini “normal” karşılıyoruz.
Aslında hepsi birer mucizedir: Hepsini idrak içinde olmaktır, “insan” olmak!
Hayat dikkat ister! Hayata dikkat etmeyen kendi varlık mucizesini kavrayamaz. Bizzat kendisinin mucize olduğunu kavrayamayan, Allah’ın sürekli yenileyip dikkatimize sunduğu mucizeleri idrak edemez! İdrak edemeyen şükretmez!
Çünkü şükür idrakin eseridir...
¥
Bazılarımıza göre, bütün bunlar “fazlaca duygusal işler...”
“Böyle şeylerle uğraşmak karın doyurmaz!”
Her günün her anını siyaset konuşarak geçirmek, karın doyuruyor mu peki?
Ya da ekonomi konuşmak?..
Var ya hani: Çekler tahsil edilecek...
Borçlar ödenecek... Borsa ile karaborsa buluşturulacak! Yeni yatırımların fizibilitesi çıkarılacak...
Yeni ortaklarla yemek yenilecek... Yeni tesisin temelinin atılması için Başbakan davet edilecek...
Hazır gelmişken, şu ihale işi de bağlanacak...
Filan bakanla yurtdışına çıkılacak; uçakta kredi işi bağlanacak... Falan tesisin temeli atılacak...
Partiye bağış yapılacak... Avrupa Birliği’ne girilecek... Suriye işi halledilecek...
BDP’liler Meclis’e girmeye ikna edilecek...
Bunlardan vakit kalırsa, Amerika’nın Ortadoğu politikası üzerine ahkâm kesilecek...
Filistin, Afganistan ve Irak kurtarılacak... Hayatımızı bunlarla tükettiğimize göre, sonsuza kadar vaktimiz olmalı!.. Baharı-yazı sonra fark ederiz, gülleri sonra koklarız, kısacası sonra yaşarız!
Hayatın “sonra”sı yoktur dostlar; hayat bu “an”dır!
Ya yaşarsınız, ya da ıskalarsınız!
Gelin şu dünyayı değiştirelim!
Her gün kullandığınız yollara bir gün biraz daha dikkat eder misiniz?..
Gözünüzden hep kaçırdığınız alımlı güzellikleri belki o gün yakalarsınız, belki o gün fark edersiniz Rabb’in mucizelerini ve belki o gün tanışırsınız hayatın gülümseyen yüzüyle...
En iyisi önce kendinize dikkat edin! Gözbebeğinizdeki “yaşama sevinci”ni dikkatle okuyun...
Kendinizle birlikte hayata (ahretin provası anlamında) sımsıkı sarılın ve hayatı da okumaya başlayın... Hayatı okuyabilmek için, her gününüzü “son gün” gibi yaşamaya çalışın...
Her yere ve her şeye “son kez” görüyormuşsunuz gibi bakın... Gülleri, çiçekleri “son defa” kokluyormuşsunuz gibi koklayın...
¥
Çok duyarsınız: “Dünyayı sen mi değiştireceksin?” derler... Herkesin iki dünyası var aslında: Biri “afâki”, diğeri “enfüsi”...
“Enfüsi dünya” önemli bizim için: Kendi iç dünyamız...
Herkes kendi iç dünyasını değiştirebilir...
Daha mutlu, daha huzurlu yaşamak için işe kendi dünyamızdan başlamamız gerekiyor...
Bunun için de hayatta zaten var olan ve bize özenle sunulan mucizeleri fark etmemiz, bazen de keşfetmemiz yeter.
Yani dünyaya değişik pencereden de bakmayı öğrenmeliyiz. Kısacası, dünyayı değiştirmek isteyen, kendini değiştirsin!
Bu da yetmezse, dua ne güne duruyor?
Diz çöküp el açmak, inanmayanlar dışında, kime zordur?..
“Ya Rabb!..” demeli, “Bize gökkuşağında saklı sınırsız renk cümbüşünü, yıldız sağanağındaki haşmeti, topraktaki bereketi, mehtaptaki huzuru, her karanlığın sırrına saklanmış aydınlığı göster...”
“Mucizeler tarlası” olarak yaratıp yürüttüğün dünyadaki güzellikleri ıskalamadan yaşamayı nasip et.
Menekşelerde, şebboylarda, yediverenlerde sakladığın “Sani’=sanatkâr” sıfatını fark edenlerden eyle bizi...
Sana şükredenlerden, seni zikredenlerden eyle!
İnsanın “Ahsen-i takvim” sırrında yaratılmış “Eşref-i mahlûkat” olduğu gerçeğini kavrayamayan, bunu kavrayamadığı için de “Yaradandan ötürü yaradılanı hoş görme” basiretini gösteremeyen ve bu yüzden, kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi giyinmeyen, kendisi gibi yaşamayan herkesi hor görenlerden muhafaza buyur... “Şiddet”in yerine “anlayış”, “kavga”nın yerine “barış”, “nefret”in yerine “sevgi”¸ “muaraza”nın yerine “müsamaha”yı getir... “Helâlinden kazanma” düşüncesi, içimizde, “ne pahasına olursa olsun kazanma” hırsına dönüşmesin... Hayatta var olan her şeyi, sonsuz kudretinin eseri olarak idrak etmeyi bize nasip et... Sensiz ve sessiz bırakma bizi, tereddütler girdabına fırlatıp yakma... Hatalarımıza, günahlarımıza rağmen kulluğumuzla Sana geliyoruz, geri çevirme... Kem sözlerden, kem gözlerden, fesat yüzlerden yalnız Sana sığınıyoruz, bizi Sen koru. Sen kolla, Sen doğrularla buluştur.
Fark edenlerden eyle bizi Rabbim!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi