Abdurrahim Karakoç

Abdurrahim Karakoç

Neden bu hallere düştük?

Neden bu hallere düştük?

Yalan söylemeden, aldatmadan, üçkağıda getirmeden bozulmamış bir şey gösterin bana..
İnsanları sormuyorum size.. Çünkü insanların bozula bozula ne hallere düştüğünü çekirgeler, bukalemunlar bile öğrendi..
Havamız bozulmadı diyebilir misiniz?
Sularımız bozulmadı diyebilir miyiz?
Toprağımız.. Bazen ‘Anamız’ dediğimiz, bazen ‘sadık yarimiz’ saydığımız toprağımız bozulmadı mı?
Kim bozdu, kimler bozdu?
Aydan, yıldızlardan istilacı ve bozguncu yaratıklar mı, yoksa bizler mi bozduk?
Her şeyin su’nisiyle tanışan hava, su, toprak şaşırmaz da ne yapar?
Dengeler bozuldu diyorum..
Elbette bozulacak.. Bozulmazsa namertlik yapar..
İlim dedik, bilim dedik, teknoloji dedik yapmadığımız yıkıcılık kalmadı..
Aklıma düşmüşken sorayım:
Biz bozulmadık mı bre canlarım biz?
Yani insanlar, Yüce Yaratıcının yarattığı “Eşref-i Mahlukat” denilen insanların hangi noktasında bozulmamış tabii haliyle duran ve sizlerin gördüğünüz yerler var?
Yalan söylemeden,
Aldatma tulumuna yatırmadan bana cevap veriniz..
Mümkünse tabii ki..
Biliyorum çok yorulacaksınız, amma parmak ucu kadar bir gerçek görseniz, bulsanız büyük kazanç sayacağım..
Peki neden bu hallere geldik veya getirildik?
Soyguncuların soygunu kolaylaşsın diye..
Vurguncu taifenin gayrimeşru yolları sonuna kadar açılsın diye..
Despotlar başımızdan inmesinler, orada mıh kessinler diye..
Toklar biraz daha tok olsunlar, açlar biraz daha aç kalsınlar diye..
Başka türlü kocaman bir ülkeye boş adamlar, seviyesiz gevezeler, tescilli zırzoplar 30 yıl, 40 yıl bila fasıla veya danışıklı git/gellerle idare edilebilir mi? Edebilirler mi?
Bizde maalesef hepsi oldu..
Saf saf sorduk birbirimize:
“Niye sık sık darbeler oluyor?”
Olur elbette.. Olması için kimlerin çalıştıklarını bilmeyiz..
Her darbe sonrası yokuşa akıtılan kirli suların mantığını kimler anlatacaktı bizlere?
Darbe teşebbüsünde bulunanların dahi özel statü kazandığını neden hatırlamak istemiyoruz..
En temiz bildiklerimiz, temiz ve namuslu diye tezkiye ettiklerimiz, hakkında hüsn-ü zan şahadetinde bulunduklarımız mümkün olsa da elektronik mi olur, manevi bir teşrih masasında mı olur, isabetli incelemeler yapsak, göreceğimiz hayâl kırıcı gerçeklerden aklımızı kaçırmamıza ramak kalınmaz mıydı?
Yıllar önce şiirlerimle işaret etmiştim:
İmansız askerin, korkak paşanın
Bir boyuna bir de enine tükür.
Kaçarken vurulup yere düşenin
Bir leşine bir de kanına tükür..
¥
Ölürsen de hak yedirme hak yeme
Ak-a kara, karaya da ak deme
Adaletten ayrılırsa mahkeme
Bir hakime, bir de kanuna tükür...
Daha ne deseydim?
Ben bunları yazdığım zamanlarda ekseriyetiniz bir ebter’in ardında “BA BA-BA BA” zılgıtlarıyla maraton yapıyordu..
Her şey bozulsa yine de düzelme imkanı vardı.. Fakat ADALET kurumu bozulduğu zaman varacağımız yeri düşünmek bile istemem..
Bana TBMM’yi göstermeye kalkışmayın..
Orası öyle bir duruma geldi ki balık kılçığı gibi şüpheler doğdu zihnimizde..
Uzaklarda kaynak aramanın alemi yoktur arkadaşlar..


Bu uğursuz yollardan kim gitti, kim gelecek?
Ve kader çizgisini kim çizdi, kim silecek?
Aynanın arkasında gizlenen gerçekleri
Kim duydu, kim öğrendi, kim bildi, kim bilecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahim Karakoç Arşivi