Tehdid değil enformasyon

Tehdid değil enformasyon

İki konu gündemin ön sıralarına doğru hareketlendi:

Biri BDP’nin yemin etmemekde direnmesi, öbürüyse Ankara’nın, eğer Kıbrıs önümüzdeki yıl AB dönüşümlü başkanlığını sâdece Rum tarafı olarak üstlenirse ilişkilerin “donacağı” yolundaki açıklaması.

BDP’nin and içmeme karârı başından beri bir “show” olarak tasarlandığı için o muâmeleyi görebilir ve nitekim görüyor da. Ancak sıkıcı bir show olduğu için sür’atle programdan kaldırılması akıllıca olurdu. Aynı gösterinin bir başka versiyonunu sahneleyen CHP yol yakınken bu çözümü seçdi. Doğrusu CHP’den bu basîreti beklemezdim ama belki de yanlışlıkla yapmışlardır.

Her neyse onlar gelip andlarını bir dikişde içdiler ve kurtuldular.

BDP ise bilmem bu tutumunu seçmenlerine nasıl anlatacak! Herhalde o kimseler bu partiye seyyar kumpanya gibi vilâyet vilâyet gezerek müsâmere düzenlemeleri için teveccüh etmedi. Son numaraları sâdece Diyarbakır’da, pardon Âmed’de değil 81 ilin hepsinde toplanıp çalışacakları şeklindeydi. Bakalım hayırlısıyla sıra Ankara’ya ne zaman gelecek!

Ankara-Brüksel münâsebetlerine gelince, “Kıbrıs” 2012 Temmuzu’ndan îtibâren altı aylığına dönüşümlü AB başkanlığınu deruhde edecek. Ancak “Kıbrıs” neresi? AB, dayanılmaz Rum baskıları ve tahrikleri sonucu güneydeki Rum Kesimi’nden koparak KKTC’yi kuran Türk Tarafı’nı tanımıyor. Rumları Ada’nın tek temsilcisi olarak görüyor. Türkiye de, şimdiye kadar ilk defâ olarak sırası gelen Kıbrıs için eğer sâdece Rum Tarafı’nın temsîl edeceği bir devlet muâmelesi görürse AB ile ilişkileri donduracağını açıkladı,

Ve çok da iyi etdi!

Bu bir “tehdid” değil bir “enformasyon”dur!

Ben 1980’lerden bu yana hep şu tezi savunurum:

Avrupa, ve bizdeki yerleşik anlamıyla “Batı Avrupa” ikiyüz kü
sur yıldan beri bizim ilgi odaklarımızdan biri olmuşdur. Bu ilgi başlangıçda askerî ve teknik bakımlardan ağırlık taşıyor idiyse de bugün artık “insan” odaklı bir karakter kazanmış, demokrasi ve hukuk devleti gibi kavramlar ve sistemler üzerine kaymışdır.

Ben ve sanıyorum ki benim gibi milyonlarca Türk (Ay, pardon! Ağzımdan yel alsın! TÜRKİYELİ!) AB üyeliğini bu özellikleri bağlamında istiyorlar.

Benim gerekçem Türkiye’de toplumun iç dinamikleri zayıf olduğu için bunu tek başımıza beceremeyeceğimiz ve AB’nin itici (çekici) gücüne o bakımdan ihtiyâcımız bulunduğu yönündeydi. Ama bunun hâricinde dış politikamızın AB (Brüksel) hipoteği altına girmesinden endîşeleniyordum. Ama son yıllardaki performansımız, en başında tabii ki AB’nin yardımıyla, ama artık tek başımıza da çoğulcu demokrasi ve gerçek hukuk devletini gerçekleştirebileceğimizin işâretlerini veriyor. Yâni toplumda bir taleb oluşdu.

Bu durumda AB’ye tam üyelik en azından benim indimde, varlığıyla yokluğu müsâvî hâle geldi. Aynı göz hizâsında olmak şartıyla birleşsek muhtemelen her iki taraf için de daha iyi olabilir ama birleşmemek de felâket olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi