Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Hükmetmekten hüküm altına girmeye

Hükmetmekten hüküm altına girmeye

Sık sık takılır kafama: Hükmetme seviyesinden hüküm altına girmeye nasıl geldik? Uzun hikâyedir: Uzun ve acı...

Bir hatırlayın lütfen: Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi, “Gök kubbe çökse mızraklarımızla tutarız” diyecek kadar mağrur Haçlı güruhuna tokat üstüne tokat atan?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi Akdeniz’i bir “Türk gölü” haline döndüren?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi “Dünya bir padişaha çok, iki padişaha az” diyerek 30 Türkiye büyüklüğünde bir devlet inşa eden?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi, yeri geldiği zaman hem kâinata, hem de hayata meydan okuyan?..

Bizim ninelerimiz dedelerimiz miydi, farklı dinden, farklı dilden, farklı kılık kıyafetten olanlara hoşgörü içinde bakan...

“Öteki”yi “ötekileştirme”den içselleyip “inanç, ibadet, kıyafet, seyahat, ticaret özgürlüğü” tanıyan?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi her meydana ebedî âbideler diken?..

Bizim ninelerimiz, dedelerimiz miydi aç kalan Hollanda’ya, Fransa’ya ve Yunanistan’a ekmek veren?..

Bizim ninelerimiz dedelerimiz miydi Açe’ye (Endonezya) yardım gönderen?..

Acaba bu kendine güveni, bu cesareti, bu cüreti, bu hoşgörüyü nereden alıyorlardı?

Aynı millet olduğumuz halde bizde neden aynı cesaret, aynı cüret, aynı beceriklilik, aynı hoşgörü yok? Acaba genlerimiz de mi bozuldu?

Genlerimizi bilemeyeceğim, ama biz bozulduk! Ninelerimizin, dedelerimizin kudret kaynağından koptuk.

Bediüzzaman diyor ki: “Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.”

İspatı ortada: Ceddimizin yaptığı tarih, “kâinata meydan okuma” tarihidir.

Peki, şimdiki halimiz nedir? Hüküm mevkiinden hükmedilme mevkiine geldik. Höt dendiğinde arkamıza bakmadan kaçıyoruz! Otur dendiğinde oturuyor, kalk dendiğinde kalkıyoruz. “Selam dur!” komutu geldiğinde hemen selam duruyoruz. Kime? Bilmiyoruz, ama olsun: “Her ihtimale karşı”, her isteneni yapıyoruz.

“Bize zarar gelmesin de, kime gelirse gelsin”miş!..

“Bize dokunmayan yılan bin yaşasın”mış!..

“İtle dalaşmaktan, çalıyı dolaşmak evla” imiş!..

“Köprüyü geçene kadar ayıya dayı derler”miş!

Ya bize dokunmayacakmış gibi yapan yılan bizi sıraya koymuş, önünde sonunda dokunmaya karar vermişse?..

Ya it kendisiyle dalaşanlardan çok çalıyı dolaşanları ısırıyorsa?..

Ya ayı, kendisine “dayı” denmesinden hoşlanmıyorsa?..

O takdirde yılanın sizi ısırmayacağını, itin ve ayının size dalmayacağını bilemezsiniz.

Belki ısırılma ihtimalini ortadan kaldırmanın yegâne çaresi cesur olmaktır. İtin, kopuğun önünde dimdik durup “Sizden korkmuyorum” diye haykırmaktır.

Kaldı ki, it kısmı önce en çok korkanı ısırır!

Şahsen ben kavga etmeyi hiç sevmem, dalaştan asla hazzetmem, ama “teslimiyetçilik”ten de nefret ederim! Ne olursa olsun, insan haysiyetiyle yaşamalı.

Unutmayın ki, cesareti olmayanın başarısı da olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi