Yüreklerimize de ramazan gelse...
Ramazan yüreklerimize de gelse, sağanak sağanak rahmet yağsa üstümüze... Ramazan yüreklerimize de gelse, tüm günahlarımız tövbe iksiriyle yıkansa... Ramazan yüreklerimize de gelse, yüreklerimiz “kardeşlik” duygusuyla birleşse... Ramazan yüreklerimize de gelse, hem yüzümüz, hem de yüreğimiz gonca gonca çiçek açsa... Ramazan yüreklerimize de gelse, ramazanlaşsak, insanlaşsak, vicdanlaşsak da, kendi içimizden taşıp bir birimize karşı zaman zaman hissettiğimiz nefretleri aşsak...
Tüm hayatımızı “adam gibi” yaşasak: Yaşasak ve yaşatsak!
O zaman ortamımız Osmanlı insanının bir birleriyle ilişkileri seviyesinde ilişkilenecek...
İnsan ve devlet dengesi mükemmel seviyede kurulacak...
Temel hak ve özgürlükler hem birey, hem devlet çapında işlerlik kazanacak...
Avrupa Birliği’ne filan ihtiyaç duymadan yaşayıp gideceğiz!
•
Eskiden yumuşak yürekliydik. Çünkü “Yürek Müslümanı” idik. İnsan hem Müslüman olup, hem de inancını yüreğinden yaşarsa, Allah onu tepeden tırnağa merhamete dönüştürür...
İnsan “merhamet”e dönüşünce, ne mi olur?..
Kendine merhamet eder: İçki, kumar, uyuşturucu, hatta sigara gibi zararlı alışkanlıklardan kendini de, yakınlarını da uzak tutmaya çalışır...
Ailesine merhamet eder: Eşine, çocuklarına ve tüm aile efradına sevgiyle yaklaşır...
Akrabalarına merhamet eder: İmkânları nispetinde onları korur, gözetir, ihtiyaçlarına koşar...
Komşularına merhamet eder: Komşuları açken, muhtaçken, “Rabbana hep bana” anlayışı içinde salt kendine yaşamaz!..
Fakirlere merhamet eder: Tüm kazandığını kendine harcamaz... Sadece mecbur olduğu fitreleri, zekâtları değil, “gönlünden kopan”ları da verir...
Kâinata merhamet eder: Ne havayı kirletir, ne de çevreyi. Kâinatın gelecek nesillerden ödünç alınmış bir emanet olduğunu bilir, ona göre davranır.
Herkese merhamet eder: İnancını yalnızca “farz”larla sınırlamaz, sınırsız bir idrak ile sosyal hizmetlerde de bulunur: Meselâ kitap dağıtır, öğrenci okutur, parasızlıktan evlenemeyen sevdalıları evlendirir, v.s.
Kendi hakkının-hukukunun yanı sıra, başkalarının hakkını-hukukunu da korur...
Herkese karşı nazik olur. Trafik kuralları konusunda hassas davranır...
Elbisesi, çorabı, dişleri, saçları ve bedeni daha temiz olur, daha düzgün yaşar...
Yerken, içerken, çevresindeki insanları da dikkate alır; onları iğrendirecek hareketler yapmaktan sakınır...
İnandığı dinin, insanı “hayatın merkezi” saydığını bilir ve nasıl bir inanca sahip olursa olsun, her insana “insan” olarak saygı duyar...
Başkalarını yargılayacağına kendi olumsuzluklarını yargılar... Başkalarını suçlamak yerine kendi nefsini suçlamayı seçer... Başkalarını yadırgamaz, kendini yadırgar... Başkalarını çekiştirmekten uzak tutar nefsini; cihadı “Kendi nefsiyle mücadele” olarak algılar... “Mü’minin mü’mine gülümsemesi sadakadır” hükmü çerçevesinde her bakışını tebessümle süsler.
Anne-babasının değerini bilir, onları yalnızca “Anneler Günü”nde, “Babalar Günü”nde değil, tüm zamanlarda hatırlar...
Şeyh Edebali’nin, “İnsanı yaşat ki, devletin yaşasın” öğüdünde, “Her insan kendi varlığı içinde bir devlettir” anlamını okur, hikmetine ulaşır, sırrını çözer ve her insana “devlet” gibi davranır.
Bu duygularla ramazanınız mübarek olsun, inşallah tutulur ve tutunuruz ramazana...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.