Savaşmayı bilmek yeter mi?

Savaşmayı bilmek yeter mi?

Önce Suriye üzerine odaklanmak, ardından İsrail’le yaşanan kriz, Irak’ı bir parça gündemin dışına itmiş görünüyor. Oysa Irak, Türkiye’nin iç gündemiyle neredeyse bire bir kesişen bir yerde duruyor. Terörden Kürt sorununa, bölgesel çatışmalardan küresel rekabete kadar bir dizi sorun, Ankara-Erbil hattında birlikte yoğruluyor.

Hatırlamakta yarar var. Irak’ta Nuri El Maliki’nin temsil ettiği merkezi yönetim, Amerikan askerlerinin öngörüldüğü gibi 2011 sonunda ülkeyi terk etmesini istiyor.

Oysa Irak’ın hemen kuzeyinde durum çok daha farklı. Bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani, önceki gün Erbil’de milletvekillerine yaptığı konuşmada ‘Biz, Amerikan askerlerinin Irak’ta kalması gerektiğini düşünüyoruz’ dedi. Barzani, öncelikle doğacak boşluğun etnik ve mezhebi çatışmayı şiddetlendireceğinden korkuyor. Bunun tercümesi, Arapların Kürtlere yönelik öfkeleri elbette.

Dahası Barzani Amerikalılar çekildiği takdirde ‘yabancı müdahalelerin artacağını’da söylüyor. İşte kilit ifade tam olarak bu; ‘yabancı müdahale’. Burada kastedilen ‘yabancı’lar, bölgedeki iki önemli ülke: Türkiye ve İran. Her ikisinin de farklı gerekçelerle ve araçlarla Irak’ın kuzeyinde nüfuzunu artırmaya çalıştığı da malum.

***

İran ordusu, uzun süredir bir şekilde Irak topraklarına ‘dokunarak’ PJAK’a yönelik operasyonlar yapıyor. Öte yandan hala bir muamma gibi görünse de, PKK’nın sahadaki bir numarası Murat Karayılan’la ilgili bir operasyon yaptığı da aşikar. Tahran, Karayılan’ın Ankara açısından ne ifade ettiğini bilerek hamle yaptı ve Suriye’ye elini uzatan komşusunu, PKK’nın Suriye ekibiyle karşı karşıya bıraktı.
Bakmayın suların durulmuş gibi görünmesine. Bu saatten sonra Karayılan, attığı her adımda eskisinden çok daha fazla Tahran’ı dikkate almak zorunda hissedecek kendisini. O nedenle şunu not edebiliriz. TRT tarafından servis edilen haber teknik olarak doğru olsa da olmasa da, ortaya çıkan sonuçlar bu tür bir hamleyi doğrular nitelikte.

Öte yandan İsrail’den Suriye’ye, oradan da İran’a kadar uzanan bir dizi karmaşık sponsor eliyle terörün tırmanması, Türkiye’yi yeniden ‘sert güç’ kulvarına soktu. Kuşkusuz terörün can yakıcı boyutlara erişmesi, bu uygulamayı haklı gösterebilir. Ancak serinkanlı olup, neden birbiriyle uzlaşmaz görünen aktörler eliyle tekrar şiddet sarmalına itildiğimizi de doğru okumak zorundayız.

Tam da aynı serinkanlılıkla, Irak Kürtleriyle geliştirdiğimiz iyi ilişkileri, daha da derinleştirmenin yollarını aramalı, bölgesel rekabetin getireceği gerilim hatlarının bu yakınlaşmaya zarar vermesinin önünü almalıyız.

***

Bir örgüt, hele Ortadoğu gibi bir cadı kazanında yaklaşık 30 yıldır faaliyet gösteriyor, çok sayıda ülkeyle oturup kalkıyorsa, siyasi denklemde bir yeri olduğunu göz ardı etmenin kimseye bir faydası yok. Soru şu: Türkiye, varlığına yöneltilen bir tehdidi, mesela PKK’yı, kendi avantajına çevirme konusunda uzun soluklu çabalardan bu kadar yoruldu da, onun için mi tekrar güvenlik merkezli arayışlara girdi?

Elbette hayır. İtiraf edelim ki bu coğrafyada siyasi sınırlarımız ve onların hemen yanı başında yaşayan Kürtlerin; kaderleri, nereye gidecekleri, kimlerden nasıl etkilendikleri ve onlarla bir yol arkadaşlığının nasıl kurulacağı konusunda yeterince kafa yormadık, yormuyoruz da. Üstelik anlamsız tepkilerle onları daha da karşımıza alan işler yapmaya devam ediyoruz.

PKK’yla mücadele etmek Türkiye’nin sonuna kadar hakkı. Ancak bu mücadelenin bizi aklı başında bir devlet gibi davranmaktan alıkoymasına izin vermemeliyiz. Savaşmak kadar, dönüştürmeyi ve ittifaklar üretmeyi başaramadan bu bölgede büyük olamayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi