İsrail, Suriye ve Türkiye

İsrail, Suriye ve Türkiye

Türkiye’nin Suriye konusundaki tavrı giderek daha da sertleşiyor. Kuşkusuz bu beklenmeyen bir gelişme değil.

Ankara’nın Suriye konusunda zorlanacağını tahmin etmek elbette zor değildi. 10 yıl önce savaşın eşiğine geldiğiniz bir ülkeyle, kısa zamanda sınırları açıp vizeleri kaldıracak bir barışı sağlamanız, azımsanmayacak bir dış politika başarısıydı. Hatta iki ülke arasında ekonomi merkezli bir entegrasyon sürecinin başlayabileceğini öngörenler vardı. Haklı bir beklentiydi, ama zorlukları unutmamak kaydıyla.

Şimdi, ticari ilişkilerin hızla zayıfladığı, karşılıklı tavırların giderek sertleştiği bir tablo var karşımızda. Kara sınırı hayli uzun, tarihsel yakınlıkları ve daha da ötesi akrabalıkları tüm canlılığı ile yaşayan iki ülkeden bahsettiğimizi de bir kenara not edelim.

Suriye’de Arap baharının rüzgarları esmeye başladığında, Türkiye’den gelen reform çağrıları, oğul Esad tarafından dikkatle dinlenmiş olsa da, pratikte bir karşılığı olmadı. Esasen Ankara’da bu çağrıyı yapanlar da, söz konusu dönüşümün öyle hadi deyince gerçekleşecek kadar kolay olmadığını biliyordu.

***

İki önemli başlık altında toplanabilir Türkiye’nin hassasiyeti. Öncelikle yukarıda sözünü ettiğimiz yakınlıkların tersine bir okumayla ortaya çıkarabileceği sorunlar. İkinci olarak da toplumsal değişimlerin önünü açabilmek ve yönetebilmek hususunda sicili bir hayli bozuk olan Şam rejiminin, yeni katliamlara kalkışmasının önünü kesebilmek.

Çok sayıda bölgesel ve bölge dışı gücün hesaplarının kesiştiği ya da çatıştığı bir ülke olarak Suriye’nin kendi dinamikleriyle bir değişim yaşamasını beklemek dün de hayaldi, bugün de. Ortadoğu’da, hatta geniş anlamda İslam dünyasında, etkinliğini kendi tarihsel dinamikleri üzerinden kurgulayan İran için Suriye, vazgeçilmez bir karttı, hala öyle. Üçgeni tamamlayan parçanın Lübnan olduğunu düşününce bu durum daha da perçinleniyor. İran, derinlemesine nüfuz ettiği Suriye’de adeta bir iç dinamik gibi davranabiliyor.

Oturduğunuz yerden akıl üretip Türkiye, Suriye konusunda şunu yapmalıydı demek kolay. Şablon basit. Esad rejimi gider, yerine Suriye halkını geniş kesimleriyle temsil eden bir yeni iktidar modeli gelir. Ancak mesele bunun nasıl gerçekleşeceğine gelince, işler karışıyor. Belli ki Suriye muhalefetinin gücü ve siyasi tecrübesi, bu değişimi tüm zorluklarıyla üstlenebilecek bir seviyede değil. Meselenin uluslararası bir müdahale üzerinden şekillenmesi ise, sıcak örneklere bakılınca hayli iç karartıcı bir tablo sunuyor önümüze.

***

Topraklarında ciddi bir Nusayri nüfus bulunan, daha geniş ölçekte milyonlarca Alevi vatandaşı olan Türkiye, Suriye gibi hassas sorunları ele alırken, yeni sorun alanlarını hesaba katmak zorunda. Tüm bunları bir kenara bırakıp, Ankara’dan kör gözüm parmağına bir tavır beklemek, ne bizim, ne bölgenin, ne de dünyanın şartlarına uygun.

Kaldı ki meselenin çözümünü kolaylaştıracak bazı adımları atması gereken ülkeler, bu konuda pek de istekli davranmıyor. Filistin Devleti konusunda yaşanan durum ortada. İsrail’in saldırgan tutumunu devam ettirme gayreti, buna verilen ve bir türlü bitmeyen uluslararası destek, Suriye gibi sorunların çözümünü adeta kilitliyor.

Evet, bugün İsrail’le ilişkilerimiz gergin, doğru. Suriye konusunda da farklı gerekçelerle bir gerginlik yaşanıyor. Bu da doğru. Peki şu sorunun cevabı nerede: 2008 yılında Türkiye’nin öncülüğünde devam eden Suriye-İsrail barış görüşmelerini bizzat İsrail baltalamasaydı, acaba tablo nasıl olurdu?

Türkiye’yi suçlamak kolay; ama biraz yakın geçmişi hatırlamak herhalde insafı da hatırlatabilir hepimize.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi