Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

En iyi bizim at koşsun

En iyi bizim at koşsun

özellikle ortaöğretimdeki çocukların haline gerçekten çok üzülüyorum. Yahu çocuklar sanki bir insan değil, yarışlara hazırlanan atlar gibi yönetilip yönlendiriliyor. Bu nasıl bir duygudur ve çocukları geleceğe hazırlamaktır anlamakta zorluk çekiyorum.
Anne ve babaları suçlamıyorum, onlar da “iyilik ve başarı” adına bir şeyler yapmak istiyorlar ama bunu yaparken de insanı eğitir gibi değil, sanki insani duygulardan sıyrılmış bir canlıyı yönetip yönlendirmeye çalışıyorlar.
Her anne ve baba istiyor ki, çocukları en iyi okulda okusun, girdiği sınavlarda hep birinci olsun, en iyi dereceler onun olsun. Bunun için en iyi okula gönderiyorlar, okul yetmiyor, dershanelere gönderiyorlar, bu da yetmiyor, özel ders aldırıyorlar, bu da yetmiyor, sağdan soldan duydukları her başarı hikayesini çocuklarında görmek istiyorlar.
çevremde böyle birkaç aileye rastladım. çocuklarıyla iletişimlerine baktım, “mutlaka başarmalısın” hedefine çocukları kilitlemişler. Hem de ne kilitleme. Hep başkalarını örnek veriyorlar. Haliyle çocuklar bu örnekleri duydukça, o başkalarından nefret ediyor, anne ve babalarının çenesinden bıkıyorlar.
Hele bir de bu örnekler yakın akrabalar ve komşu çocuklarıysa, gerisini siz hesap edin. “Bak çocuğum, amcanın oğlunu ya da kızını biliyorsun, onları mutlaka geçmelisin. Veya halanın, teyzenin, dayının çocukları gibi olmamalısın, bizleri rezil etme haa…”
Evler sanki bir ailenin yaşadığı ortamlar değil, hipodrom gibi. çocuklar her şeyden önce insandır ve asla anne ve babaların sahip oldukları dünya görüşünü ve tecrübesini tamamen algılayacak durumda değillerdir. Zaten okul ve dershaneler canlarını okuyor, yetmezmiş gibi bir de aileler burunlarından getiriyor.
ülkemizin eğitim sistemi, çocuklara yukarıdan bakan ve “emir almaya” alıştıran bir anlayışa sahip. Oysa bu yaşlardaki çocuklar, ne emir almaktan ne de fazlaca nasihat dinlemekten asla hoşlanmazlar ve başkalarıyla yarıştırılmaktan nefret ederler.
Anne, baba ve diğer aile bireyleri, çocuklar üzerindeki baskıları azaltarak, çocukları değil, kendilerini bir pedagog denetiminden geçirmeleri gerekir. Ele güne karşı rezil olmamak adına, yakın akraba veya komşulara karşı çocuklarının başarısıyla övünmek adına, çocukların geleceğiyle oynamanın, kendilerine değil, topluma da zararları olacaktır.
Gelişmiş ülkelerde çocukların ruhsal ve zihinsel özgürlüğüne önem verilir. Ruhsal ve zihinsel özgürlük derken, başıboş bırakmak, internet veya diğer eğlence dünyasıyla baş başa bırakmak anlamı çıkmasın. çocukların anne, baba ve çevresinden ne beklediğine ve neler istediğine kulak vermeli ve anlatacaklarını, kendi davranış ve sözleriyle ortaya koymalılar.
Bu gidişle yeni bir tip insan modeli meydana getirmek istiyoruz. İnsanlarda olup da hayvanlarda olmayan özellikler vardır. İnsan gibi insan olmak için veya adam gibi adam olmak için, “öz güven, temel ahlak bilgisi, tevazu, hoşgörü ve vicdan” kültürü çerçevesinde insan yetiştirmek yerine, at yetiştiriciliği yapıyor ve “Bizim at en iyi koşan olsun” diye, insan fıtratına ters ne kadar uygulama varsa yapmaya çalışıyoruz.
çocuklar televizyon kumandası, aile bireyleri de televizyon ekranı değildir. Aile bireyleri olarak çocuğu bir insan olarak ele almayıp, kumanda gibi düşünerek, istediğimiz düğmeye basıp, istediğimiz görüntüyü veya neticeyi almak ve duymak istiyoruz.
Cansız kumandanın pili bittiği gibi, canlı olan çocuğun da pilinin bitebileceğini, üstelik kumandanın hiçbir duygusu olmadığını ama çocuğun 24 saatlik günün dilimlerinde farklı duygulara sahip olabileceğini hesap edemiyoruz.
İstiyoruz ki, aileler nasıl düşünüyorsa, çocuklar da öyle düşünsünler ve öyle hareket etsinler ve tıpatıp uyum sağlasınlar. Eğer tıpatıp uyum sağlamıyorsa, çocukta bir gariplik var oluyor ve aile bireyleri olarak bu garipliği, kendi davranış ve sözlerimizde hiç aramıyoruz.
çocukları artık geldikleri şu noktada rahat bırakmalıyız. Onlara derin bir hoşgörü içerisinde sevgimizi ve güvenimizi sunalım yeter. Bunu yaptığımızda hangi sınav olursa olsun, her insanın olduğu gibi çocukların da geleceğini tayin ve takdir eden makamdan uygun görülen netice gelecektir.

ALİEREN
RAN’ı bir de tersinden okur musunuz...
Bazı malûm kanallar, ölüm yıldönümü sebebiyle, 3 Haziran haber saatinde, uzun uzun bildik bir isimden bahsettiler: Nazım Hikmet RAN
Adamın adı ve soyadı bu olduğu halde, bir taktik icabı olsa gerek, ondan katiyyen bu isimle bahsetmezler/bahsetmiyorlar. Ya Nazım Hikmet derler veya son derece benimsediklerinden sadece Nazım der geçerler…
Adamın adı Nazım, soyadı Hikmet değil ki böyle diyesin! Ali Rıza, Mehmet Ali, Ali İhsan, Hasan Hüseyin gibi bu müteveffa komünist de iki isimli… İsmi Nazım Hikmet, soyadı da RAN…
Ama RAN hiç ortada yoktur. Siz hiç Nazım Hikmet’ten bahsedenlerden onun soyadını duydunuz mu?.. Duyamazsınız; varsa yoksa Nazım Hikmet…
Duyamazsınız, söylemezler; çünkü işlerine gelmez. Sevenlerinden birçokları bile bilmez bunu.
Hoş kendilerinin bilmesinin bir zararı olmaz da, meselenin gündem olmasını istemiyorlar…
Bu taktik sadece Nazım Hikmet’le ilgili de değil. Milletin bilmesini istemedikleri hakkında hep böyle yapılıyor.
Meselâ, bir Agop Dilaçar vardı. Misyonerlerin Gedikpaşa’da açtığı bir Amerikan okulunda ve Robert Kolej’de okudu. Hikâyesi uzun, kısa keselim, vatandaşlıktan çıkarıldı. Sonra Atatürk çağırdı, pasaportu olmamasına rağmen Bulgaristan’dan özel izinle gönderildi. Atatürk’ün emriyle bugün kullandığımız alfabeyi hazırladı. Türk Dil Kurumu üyesi ve Büyük Türkiye Ansiklopedisi Başredaktörü olan Dilaçar, 1979’da ölene kadar Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı olarak çalıştı.
1979’da öldüğünde, ölüm haberi ismi gizlenerek, “A. Dilaçar öldü” diye verildi. Agop demediler, sadece isminin baş harfini söyleyerek A. Dilaçar dediler…
Agop Dilaçar hani Ermeni ya, akıllarınca milletin “Vaaay! Türk Dil Kurumu’nu, Türk dilini bir Ermeni mi yönetmiş, çekip çevirmiş” demesinden çekiniyorlar…
İyi de siz Atatürk’ten daha mı Atatürkçüsünüz! Atatürk’ün milletten gizlemeden açıktan açığa yaptığını siz niçin gizlemeye çalışıyorsunuz! Atatürk gizlememiş de size ne oluyor yani!..
Bu bir… İkinci misal daha yeni, yakınlarda Dışişleri Bakanlığı yapmış olan İsmail Cem ile ilgili…
Nazım Hikmet gibi ondan da senelerce İsmail Cem diye bahsedildi durdu. Millet de zannetti ki, “Sayın Cem!” denilen kişinin soy ismi Cem. Alâkası yok; İsmail Cem müteveffa zatın ismi. Soy ismi İpekçi.
Soy ismi niye gizlendi biliyor musunuz? İpekçiler sülâlesi, Selânik dönmelerindendir diye...
Gelelim Nazım Hikmet’in soy ismi olan RAN’a…
RAN’ı tersinden okursanız NAR olur. Nar kırmızıdır. Komünizmden bahsedilirken, “Kızıl komünizm” denmez mi! Nazım Hikmet de soyismine kadar şifa bulmaz bir komünistti. Ama bizim kurnaz beyler, Nazım Hikmet Ran’ın komünistliğinin bilinmemesi için onu hiçbir zaman soyismiyle anmazlar…
50 milyon civarında insanın kâtili olan komünist zâlim Stalin’i bütün dünya bilir. Ama bizdeki bazıları Nazım Hikmet’in, Nazım Hikmet de Stalin’in hayranı. O kadar hayranı ki, “Beni Stalin yarattı” diyecek kadar, o kadar Rusya sevdalısı ki, “Benim asıl vatanım Moskova” diyecek kadar…
Atatürk’ten daha Atatürkçü olanlar gibi işte böyle Nazım Hikmet’ten daha Nazım’cı olanlar da var. Bu Nazım Hikmet’çiler, ölü bir komünisti kendi vatanında bile bırakmak istemiyor, onu vatanından kopararak mezarını Türkiye’ye getirmek istiyorlar…
Hele ondan öyle bir bahsedişleri de var ki, deme gitsin. Sanki o Moskova’ya gidip komünist olmamış, sanki Türkiye’de 11 defa yargılanmamış, sanki 28 yıl hapis cezasına çarptırılmamış, sanki Rusya’ya kaçmamış, sanki Türk vatandaşlığından çıkarılmamış, sanki kendisi Polonya vatandaşlığına geçmemiştir.
Nazım Hikmet, maddeten ve mânen Türkiye’den o kadar uzaklaşmış, verâların verâsına (ötelerin ötesine) gidip Türkiye’den o kadar uzaklaşmış ki, Rusya’da evlendiği kadının adı bile Vera..
Efendim, kuvvetli şâirmiş… Olabilir... Şiirlerini değil biraz da ne yaptığını söylesenize…
âşıkı olduğunuz kişi, “Orduyu ayaklanmaya kışkırtmaya çalışmak” suçundan 28 yıl ceza aldı, 12 sene hapis yattı, Komünist Rusya’ya kaçtı ve “Vatanım” dediği Moskova’da öldü…
Böyle bir adamı Türk gençlerine hâlâ cici göstermek için uğraşanların çaba ve gayretleri, Türkiye’nin nerelere götürülmek istendiğinin ayrı bir tarifi olsa gerek…


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi