Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Suriye’deki isyan “ABD projesi” ise, Esad figüran mı?

Suriye’deki isyan “ABD projesi” ise, Esad figüran mı?

Hemen herkes merak ediyor;

“Ne oldu da Suriye ile ilişkiler kopma noktasına geldi?.. Kabahat Suriye’de mi, Türkiye’de mi?”

Soruya “doğru cevap” verebilmek için biraz gerilere gitmek gerekiyor.

ORG. ATEŞ’İN İHTARI!

Tarih 16 Eylül 1998...

Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, 1 Eylül 1998’de görevi fiilen devralmıştır... 15 gün sonra da, “ilk önemli çıkış”ını yapacaktır...

Bu çıkış “Suriye” konusunda olacaktır!.. Amacı, Suriye’ye “Türkiye’nin kararlılığı”nı göstermek ve uygulamaya konulacak “yaptırımlar” konusunda “iç ve dış kamuoyunun dikkatini çekmek”tir!.. Peki, bu nasıl olacaktır?.. Strateji belirlenir...

Org. Atilla Ateş, “Kara Kuvvetleri Komutanı” olarak “ilk gezi”sini “Suriye sınırındaki birlikler”e düzenleyecek, burada yapacağı konuşmayı “basın mensupları ve vatandaşlar” da izleyecektir!..

Org. Ateş; gerekli “plânlama”yı yaptıktan sonra, kararını dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’na bildirir ve kendisinden “onay” ister...

Onayı aldıktan sonra, “2. Ordu Komutanı Aytaç Yalman”la görüşür ve gezisi için hazırlık yapılmasını ister...

Org. Ateş, Suriye sınırına gidecek ve Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde vatandaşlara hitap edecektir... Org. Yalman ve dönemin Hatay Valisi Gökhan Aydıner gerekli hazırlıkları yapar...

Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, Suriye sınırında denetlemeler yaptıktan sonra 16 Eylül 1998 günü Reyhanlı’daki Hudut Bölük Komutanlığı’nda, plânladığı tarihî konuşmayı yapar!..

Suriye’ye ateş püsküren Ateş, şunları söyler:

“Suriye gibi komşular iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek, Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye, iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi... PKK destekçisi Suriye, sabrımızı taşırmaya başladı... Suriye iyi niyetimizi suiistimal ediyor ve PKK’yı topraklarında besliyor... Gerektiğinde bu halk sorumlulara dersini verecektir.”

Malûm, bu konuşmanın ardından Abdullah Öcalan, Suriye topraklarından çıktı, ülke ülke dolaştıktan sonra Kenya’da “derdest” edilip, Türkiye’ye “paket teslim” yapıldı.

Ama, “asılmamak” şartıyla!..

Suriye, eğer bu “uyarı”ya kulak asmayıp, Apo’nun “Bekaa Vadisi”nde kalmasına göz yummuş olsaydı, belki de “savaş” kaçınılmazdı!..

Malûm, o günlerde Suriye’nin başında Hafız Esad vardı...

Yani, Beşşar Esad’ın babası!..

Hafız Esad ölüp de, yerine oğlu Beşşar geçince, “Türkiye-Suriye ilişkileri”nde yeni bir dönem başladı...

Çünkü Beşşar Esad; Türkiye’ye karşı, bir “komşu”dan ve bir “dost”tan öte “kardeşçe” davranıyordu.

Öyle diyordu Esad;

“Türkiye kardeş ülkedir!”

Türkiye de, bu kardeşliğin gereğini yerine getiriyor ve Suriye’yi neredeyse “komşu kapısı” haline getiriyordu.

Beşşar Esad’ın işbaşına gelmesinden sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tam 10 defa, Başbakan Tayyip Erdoğan tam 7 defa, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise, herhalde “30-35 defa” Suriye’ye gitti... Beşşar Esad da 5 defa Türkiye’ye geldi.

ERDOĞAN’IN İFTARI!

Şu “tevafuk”a bakın ki;

Türkiye ile Suriye’nin “savaşın eşiği”ne geldiği 16 Eylül 1998’den “tam 11 yıl sonra”, yani 16 Eylül 2009’da, AK Parti İstanbul İl Teşkilâtı Wow Hotel’de bir “iftar yemeği” veriyordu... Bu iftarın baş konukları, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad idi.

Ben, işte bu “iftar”dan sonra yazdığım yazıda şöyle demiştim:

“İhtar’dan... İftar’a!”

Evet, 11 yıl önce “ihtar” ettiğimiz Suriye Devlet Başkanı, bugün “iftar”daydı!..

Başbakan Tayyip Erdoğan, o yemekte, alınan tarihi bir kararı da açıklıyordu:

“Bugün, biz bir adım attık... Bugün bir bayram günündeyiz... Suriye ile Türkiye arasında vizeleri kaldırdık.

İşte barış bu, sevgi bu!..

Kardeşlik bu, dayanışma bu!”

Ardından da, “lâtife” yapıyordu;

“Şengen de var, Şamgen de!”

Aynı akşam, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad da konuşmuş ve demişti ki;

“Türkiye ile Suriye arasında düşmanlıkları dostluğa dönüştüren ilişkiler, diğer ülkelere de örnek olmalıdır.

Bunu biz başardık...

Çünkü eşyayı, tabiatına çevirdik...

Biz Türkiye ile ortak noktada buluşmadık, tarihimizde buluştuk.

Daha önce belki dosttuk ama şimdi dostluktan da öte, kardeşiz!..

(...)

Bizler, bugüne kadar yabancı güçlerin, sömürgeci güçlerin böl-yönet oyunlarına alet olduk... En kolay yol, karşı tarafı suçlamaktı, bu yapıldı!..

Ama bundan sonra;

Dostluktan kardeşliğe dönüşen ilişkilerimizi bozmaya kalkanlar olursa; buna, ilk önce Türkiye ve Suriye halkı engel olacaktır!”

Evet, 16 Eylül 2009’da bu konuşmalar yapıldı, “kardeşlik” vurgulandı, “Et ve tırnak gibiyiz” denildi.

Peki, ne oldu da;

16 Eylül 2009’un üzerinden sadece 2 yıl geçtikten sonra, bugün yeniden “düşman kardeşler” haline geldik?..

Suriye halkı, düne kadar “Erdoğan posterleri” ile gösteri yaparken, ne oldu da elçiliğimizi basıp, “Türk bayrağını yakmaya” başladılar?..

Bu aşamaya gelinmesinde suçlu kim?..

Erdoğan mı, Esad mı?..

10 BİN ÖLÜ, 60 BİN KAYIP!

Malûm; Tunus, Mısır ve Libya’dan sonra, Suriye’de de bir “halk ayaklanması” başladı... Zeynel Abidin Bin Ali, Tunus’tan kaçtı!..

Hüsnü Mübarek tutuklandı ve “kafes”te yargılanmaya başlandı... Muammer Kaddafi ise, “onursuzca” öldürüldü.

İşte bunları gören Tayyip Erdoğan; tıpkı Mübarek ve Kaddafi’ye dediği gibi, Esad’a da dedi ki;

“Halkın sesine kulak ver ve bir an önce reformları hayata geçir!”

Aksi halde;

Bu “insan seli” seni de yutar!..

Peki, Esad ne yaptı?..

“Hak” isteyen “halk”ın üzerine “tank”larla gitti, şehirlerin üzerine “füze” ve “bomba”lar yağdırdı... Kısacası, kendi halkına karşı tam bir “katliam”a girişti!..

Öyle bir “katliam” ki;

Suriye İnsan Hakları Örgütü Başkanı Velid Saffur’un dün açıkladığına göre, “isimleri bilinen” ölü sayısı 4 bin 420...

Ancak, “ölenler”in sayısı “10 binin üzerinde!”

Hayır, bu kadar da değil;

“60 bin kişi de kayıp!”

“Yaralı” sayısı ise bilinmiyor!..

Çünkü, insanlar;

“Devlet hastanelerinde öldürülecekleri” korkusuyla hastanelere gitmeyip, evlerinde tedavi olmaya çalışıyor...

Suriye’deki son tablo bu!..

BATI’NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ!

İşte bu tabloyu gören Başbakan Tayyip Erdoğan; anında Libya’nın üzerine çullanan “Batılı ülkeler”in Suriye konusunda sessiz kalmalarını, dün ağır bir dille eleştirdi.

“3. Karadeniz Enerji ve Ekonomik Forumu”nun açılışında yaptığı konuşmada; “Libya’da yaşanan acı hadiselerin çok önemli dersler verdiğini” belirterek, ülkelere ve halklara, sadece yeraltı kaynakları noktasından bakanların, sadece petrol zaviyesinden bakanların, çok büyük hayal kırıklığı yaşayacakları gibi, tarifi mümkün olmayan acıların da yaşanmasına zemin hazırlayacaklarını söyledi ve devam etti:

“Ne yazık ki; kriz sürecinde, birileri Libya’ya baktıklarında sadece ve sadece petrol kuyularını gördüler...

Maalesef Libya’da insan unsuru gözardı edildi, Libya’da yaşanan acılar görmezden gelindi, Libya için demokrasi, Libya için temel insan hak ve hürriyetleri bir lüks olarak değerlendirildi.

Bugün benzer acılar Suriye’de yaşanıyor...

Suriye, enerji kaynakları noktasında yeterince zengin bir ülke olmadığı için, dünya kamuoyunda yeterince dikkat ve hassasiyetle izlenmiyor olabilir. Yeterince petrole sahip olmadığı için, Suriye, Libya kadar yankı uyandırmıyor olabilir.

Ama bilmenizi isterim ki;

Libya’da ölenler ne kadar insansa, ne kadar cansa, Suriye’de öldürülenler de o kadar insandır, o kadar candır.

Libya için iştahlarını kabartanların, Suriye’deki katliamlar için sessiz ve tepkisiz kalması, insanlık vicdanında tamiri zor yaralar açmaktadır.

Hiç şüphesiz, gerek Suriye’deki, gerek genel olarak Ortadoğu’daki sorunlar, lokal, bölgesel sorunlar değildir, küresel sorunlardır...

Bölgede yaşanan trajediyi görmek, çığlıkları işitmek ve akan kanın durması için acilen tedbirleri almak zorundayız.”

ASKERÎ MÜDAHALE Mİ İSTİYOR?

Erdoğan’ın bu çağrısı;

“Ulusalcı muhalefet”in yaptığı gibi; “Erdoğan, Libya gibi Suriye’nin de bombalanmasını istiyor!.. Ne de olsa, Büyük Ortadoğu Projesi’nde kendisine verilen rolü oynuyor” şeklinde yorumlanabilir!..

Ama bu, hem “yanlış” hem de “ucuzcu” bir yaklaşım olur!..

Çünkü Erdoğan; “Türkiye ile sınırı 910 kilometre” olan Suriye’nin başına gelecek bir “felâket”in, Türkiye’yi de yakından ilgilendirdiğini gayet iyi bilmektedir.

Erdoğan, Libya ve Suriye örneklerini verip, “Batı’nın ikiyüzlülüğü”nü bir şamar gibi yüzlerine çarparken, Suriye’ye bir “askerî operasyon” değil, “Esad’ı caydırıcı tedbirler” alınmasını istemektedir!..

Öyle olmasa;

Taa “halk ayaklanması”nın başladığı günlerde gemileri yakar ve Esad’ı “halkın sesine kulak vermeye” çağırmazdı!..

Ne zaman ki;

“Sözün bittiği yer”e gelindi, Erdoğan da söylemlerini sertleştirmek zorunda kaldı.

TEMİZLİK, İSRAİL İÇİN Mİ?

Haa, şu da söylenebilir:

“ABD ve Avrupa, İsrail için tehdit teşkil eden ülkelerin liderlerini tek tek ekarte ediyor!.. İşte Saddam gitti, Mübarek gitti, Kaddafi gitti...

Şimdi de Esad’ı devirmeye çalışıyorlar... Esad da devrilince, sıra İran’a gelecek!.. Böylece, İsrail’in etrafında, onu tehdit eden ülke kalmayacak!..

Bu temizlik, Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesinden başka bir şey değildir!”

Ne yalan söyleyeyim;

Böyle bir ihtimalin varlığına ben de inanıyorum... Böyle bir stratejiyi ben de yok saymıyorum!..

Ama, kabul edelim ki;

“Bu ihtimalin kapsama alanı”nda sadece Mısır, Libya, Suriye ve İran yok!..

Bu “sinsi plân”ın hedefinde Türkiye de var!.. Onlar İsrail için nasıl “tehdit” olarak algılanıyor ise, Türkiye de tehdit olarak algılanmaktadır.

Ne yani;

Mısır ve Libya’yı “temizleyen”ler, Suriye ve İran’ı da temizlemek isteyenler, Türkiye’yi kenarda mı bırakacak?..

Suriye ve İran’dan sonra, sıra elbette Türkiye’ye gelecek!..

Ki, PKK ve BDP üzerinden bunun “prova”larını yapmaya da başladılar!..

Peki, benim “sıradan bir vatandaş” olarak gördüğüm bu “tehlike”yi Başbakan Tayyip Erdoğan görmüyor mu?.

Bunu çok net olarak görüyor olmalı ki; Mübarek’e de, Kaddafi’ye de çağrıda bulunup; “Bırakın” dedi; “Ya bırakın, ya da halkın taleplerine cevap verin!”

Yakın zamanda, aynı çağrıyı Beşşar Esad’a da yaptı...

Onun “gitmesini” isteseydi, hiç, “reform”lar yapmasını ister miydi?..

Ben, yakınen biliyorum ki;

Erdoğan, “Suriye’deki yangın”ın Türkiye’ye de sıçrayacağının farkındadır!..

İşte bunun içindir ki;

“Yangını yerinde söndürmek” için, elinden gelen çabayı harcadı...

Ama, Esad bunu anlamadı!..

Mübarek de anlamadı,

Kaddafi de anlamadı!..

ONLAR DA MI FİGÜRAN?

Şimdi sormak gerekmez mi;

Bu olaylar, “Büyük Ortadoğu Projesi”nin birer parçası ise, dün Mübarek ve Kaddafi, bugün de Esad, niye “halkın sesi”ne kulak vermediler?..

Ne yani;

Onlar da mı, “BOP’un figüranları”ydı?..

Onlar da mı, “hayat”ları pahasına “BOP’a hizmet” ettiler?..

Bana kalırsa;

Bu tür yorumları yapanlar, olaylara “insan odaklı” bakmıyorlar!.. Onlar, “halk ayaklanmaları”na, “vicdan gözüyle” değil, “cüzdan gözüyle” bakıyorlar ki; bunu yapmakla, “ABD ve Batı’yı gözlerinde büyüttüklerinin” farkında değiller!..

Adama sorarlar;

“Diktatör”leri o koltuklara “oturtan”lar, “son kullanma tarihleri” dolduğunda da bir “peçete” gibi çöp sepetine atanlar, “ABD ve Batı”dır da, “insan”ları ne yapacağız?.. Bu görüş, “ayaklanan insanlara” bir “hakaret” değil midir?..

Hepsini anlarım da;

“Halk iradesini yok sayan” görüşlere katılmam mümkün değil!..

Esad da, işte bunu anlamıyor!..

Eğer anlasaydı;

“Kardeş” olmaya devam ederdi!


BDP’nin yaptığı malûmu ilâm!

Aynen, “Hrant Dink’in öldürülmesinden sonraki tavır” gibi... Hatırlarsınız; Hrant Dink’in öldürülmesini protesto edenler, bir yürüyüş düzenlemişler ve hep bir ağızdan bağırmışlardı:

“Biz hepimiz Ermeni’yiz!.. Biz hepimiz Hrant’ız!”

Bu slogan, o günlerde çok tartışılmış olmasına rağmen, yine de “anlaşılır” bir tarafı vardı...

Öyle ya, nihayetinde bir “cinayet”e, bir “terör”e karşı çıkılıyordu.

Peki, bugün “BDP’liler”in yaptığı ne?..

“Aşırdıkları, çaldıkları” o sloganı, kalkmışlar “KCK operasyonlarını protesto” için kullanmışlar;

“Biz hepimiz KCK’lıyız!”

Hrant Dink için atılan o slogan ne kadar “masum” ise, “BDP’lilerin aşırdığı” bu slogan o kadar “suçlu”dur!.. Çünkü, bu slogan; “cinayetleri protesto” yerine, “cinayetlere sahip çıkmak” için atılmıştır!..

Bu sloganın atıldığı gün de, hayli anlamlıdır... Bu slogan, BDP milletvekili Sebahat Tuncel’in; “PKK’lı ve KCK’lı teröristlere sahip çıktığı” ve dolayısıyla hakkında “soruşturma” açılması muhtemel günlerde atılmıştır ki; “Sebahat Tuncel’i yargıdan kaçırmak” isteyen BDP’liler, topyekûn slogan atmıştır: “Biz hepimiz KCK’lıyız!”

Aslında iyi de olmuştur!.. Millet, onları “siyasetçi” sanıyordu, bu vesileyle “KCK cinayetlerine sahip çıktıklarını” da görmüş oldu!..

Yani, BDP’liler “malûmu ilâm” etmiş oldu!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi