Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

O bir diktatör!

O bir diktatör!

Buradan bakınca Beşer Esed çıldırmış gibi gözüküyor. Öyle ya, kendi halkını öldüre öldüre iktidarı muhafaza etmek mümkün mü? Dünyaya rağmen o koltukta oturulabilir mi?..

Bir şeylerin değiştiğinin elbet o da farkında, ancak sosyal hâdiseleri yönetebileceğini sanıyor ve aylardır bunu deniyor...

Denedikçe batıyor, battıkça öldürüyor! Çünkü hem kendi mantığı, hem de çevresi direnmesini söylüyor.

Kısacası, dün Mübarek için, Kaddafi için çalan çanlar bu kez Esed için çalıyor. Ama o kulaklarını tıkıyor. Kendisini samimiyetle uyaran eski dostlarını da “düşman” ilân ediyor. Çünkü o bir diktatör!

Esed’i anlayabilmek için “diktatör mantığı”nı bilmek gerekiyor...

Bir kere sevgili dostlarım, diktatörler pes etmeyi bilmezler. Öğrendikleri tek dil “ölüm dili”dir ve bu sayede tüm karışıklıkların üstesinden gelebileceklerini düşünürler.

Ayrıca diktatörler kendilerini yönettikleri millete “Allah’ın ikramı” olarak “ihsan” edildiklerine inanırlar. Bu derin inanç içinde, kendileri dışında ülkeyi kimsenin yönetemeyeceğini, kendileri olmazsa her şeyin yıkılacağını, tarumar olacağını zannederler.

Bu yüzden hiçbir haklı talebi “demokratik talep” olarak algılamaz, “düşmanların komplosu” olarak görürler... Ve ölümüne direnirler. Çoğunlukla da ölürler...

Hitler’i (Almanya’nın nazi diktatörü)hatırlayın...

Stalin’i (Sovyetler Birliği’nin komünist diktatörü) hatırlayın...

Mussolini’yi (İtalya’nın faşist diktatörü) hatırlayın...

Franco’yu (İspanya’nın faşist diktatörü) hatırlayın...

Bu meyanda, isterseniz “Milli Şef” unvanlı İsmet Paşa’yı da hatırlayabilirsiniz... Bence hiçbir mahzuru yok...

Doğrusu az direnmedi. En küçük muhalif kıpırtıları en acımasız yöntemlerle bastırdı. Daha Atatürk’ün sağlığında önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın, sonra da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın çanına ot tıkadı!

Serbest Fırka’nın ardından Şeyh Said İsyanı’nı bahane ederek çıkarttığı “Takrir-i Sükun Kanunu” ile ortalığı sütliman yaptı: Dikensiz gül bahçesi!..

Hitler, Mussolini, Stalin, Franco gibi diktatörler de öyle yapmışlardı. Zaten onlar gibi, “bizimki”nin de unvanı “Şef”ti: Milli Şef...

Ama Allah için, Milli Şef, hepsi çağdaşı olan “Şef”lerin akıbetinden ibret alarak son anda bir manevra yaptı ve 1950 yılının 14 Mayıs’ında seçimlere gitti...

Buna “son dakika sağduyusu” da diyebiliriz...

Bu manevra ile önce kendini kurtardı (evvelemirde tarih karşısında), sonra partisini (kısmen)... Türkiye de büyük badirelere ve açmazlara sürüklenmekten kurtuldu. Yumuşak geçişi sağladı.

Ama Türkiye’nin başkaları tarafından yönetilemeyeceğine dair öyle güçlü bir inancı vardı ki, iktidardan düştükten sonra bile iktidarmış gibi davranıyor, “Altı ay bile dayanamaz, iktidarı bize teslim ederler” diyordu.

Diğer CHP önderleri de bu havadaydı: “Bu çapulcular, köylüler mi ülkeyi yönetecek?” diye dalga geçiyorlardı.

Esed de Suriye’deki olaylara aynı mantıkla bakıyor. Kendisini o kadar büyük bir “ikram” olarak görüyor ki, diğer Arap diktatörlerinin akıbetinden dahi ders almıyor. Hâlâ “onlara olan bana olmaz” havasında...

Oysa buradan bakınca, Kaddafi’nin akıbetine doğru hızla sürüklendiğini görebiliyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi