Steve Jobs ve Dersim

Steve Jobs ve Dersim

Walter Isaacson’ın kaleme aldığı müthiş Steve Jobs biyografisini okuyorum.

Kitapta, Suriyeli babası ve Alman kökenli Wisconsinli annesi tarafından küçük yaşta evlatlık verilen Jobs’ın bu gerçeği öğrendiğinde nasıl sarsıldığının ve ömürboyu bu acıyla mücadele etmek zorunda kaldığının öyküsü de var elbette. İlk kez küçük yaşta iken kapının önünde oynadığı bir kız arkadaşından anne ve baba bildiği insanların biyolojik anne-babası olmadığını öğrenen küçük Steve gözyaşları içinde eve koşar. Yatışması, kendini özel hissetmesi kolay olmayacaktır.

Yıllar boyu bu acıyı içinde taşır.

Biyolojik annesinin izini sürmek için, annesinin ölmesini bekler.

Sonunda annesiyle tanışır ve bir ilişki kurar, babası ile ise kendi isteği doğrultusunda hiçbir zaman karşılaşmaz.

Bu, bir insanın kişisel tarihinin onun hayatını nasıl belirlediğinin açık bir örneği.

Sürekli olarak evlatlık olması gerçeğiyle yaşamak zorunda kalan bir insan olarak çektiği sıkıntılar, başkalarıyla ilişki kurmakta karşılaştığı sıkıntılar kitapta çarpıcı bir dille anlatılıyor.

Herkes geçmişini bilmek ve onunla yüzleşmek ister. O yüzden, Başbakan Erdoğan’a “Durup dururken eski defterleri niye açtın” eleştirisinde bulunanlar büyük bir hata yapmaktadır.

Bireyler gibi, toplumlar da geçmişlerini öğrenme hakkını bilmek, karşı karşıya kaldıkları zorlukların hikayesini öğrenmek durumundadır.

Bir isyan üzerinden bir kentin yerlebir edilmesi, insanları mağaralarda imha edilmesi gerçekse bunu bilmek sadece bu kültürün yok olan kuşaklarının değil, o toplumda yaşayan herkesin hakkıdır.

Sonuç itibariyle, etnik kimlikleri Zaza, inanç kimlikler Kızılbaşlık olan bu insanlar, yeni kurulan rejim tarafından çıbanbaşı olarak görülmüş ve her yolun mübah görüldüğü bir yöntemle halledilmişlerdir.

O dönemde Stalin’in Rusya’da, Hitler’in Almanya ve Avrupa’da, Mussolini’nin İtalya’da yaşattığı büyük vahşetler, hem kendi kamuoyları, hem de dünya kamuoyu tarafından biliniyorsa, Türkiye halkının da o tarihlerde bu topraklarda neler yaşandığını bilmesi gerekir.

Gerçekler zaman zaman rahatsız edici olabiliyor ama rahatsız edici gerçeklerden kaçarak bir yere varamazsınız.

O gerçeklerler yüzleşmek, sorumlularını tarih önünde mahkum etmek gerekir.

Denizli’nin horozları tellidir

Denizli

STAR Gazetesi’nin Anadolu toplantıları çerçevesinde Ege’nin üretim ve ihracat kaplanı Denizli’deyiz.

Hani, televizyonun siyah-beyaz olduğu dönemde ‘’Denizli’nin horozları’’ başta, Ege türküleriyle tek renkli dünyamızı aydınlatan sanatçılardan Özay Gönlüm’ün memleketi. Pamukkale’si, tekstili, biraz kablo ve bakırı ile bildiğimiz ama aslında Anadolu’nun en büyük medeniyetlerine evsahipliği yapan bir kent burası.

Yıllık 2.5 milyar dolarlık ihracatıyla Ege’nin dinamosu olan kent, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın gözdelerinden biri. Çünkü deniz ve güneş turizminin alternatifi olarak geliştirmek istediği kültür turizminin önemli merkezlerinden biri olmaya aday.

Pamukkale’deki Hierapolis ve üniversite-belediye-Kültür Bakanlığı üçlüsünün müthiş dayanışması içinde kazısı büyük bir hızla süren Laodekia başta olmak üzere Hellenistik çağın birçok kentini sınırları içinde barındırıyor Denizli.

Bir turistin arayıp da bulamayacağı pek çok şey var Denizli’de. En başta da turizmin değerini bilip arkasında duran bir işdünyası, belediye başkanı, siyaset kadrosu...Bayrağı Nihat Zeybekçi’den devralan Belediye Başkanı Osman Zolan, kentin üstü kadar altına da yatırım yapıyor.

Denizli, Ankara’dan beklediği desteği bulamamasının burukluğunu yaşıyor.

Ankara’dan tek beklentileri biraz destek açıkçası. Onu da bulurlarsa, cari açığı biraz daha düşürecekleri kesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi