Süleyman Yaşar

Süleyman Yaşar

Başkasının parasıyla siyasete son

Başkasının parasıyla siyasete son

Avrupa liderler zirvesi yeni bir mali kural getirdi. Bu kurala göre, ülke bütçeleri, denk ya da fazla verecek. Eğer bütçe açığı varsa, bu açık kesinlikle milli gelirin yüzde yarımını aşamayacak.
Peki bu kuralı kim denetleyecek? AB Komisyonu denetleyecek. Her ülkenin bütçe tasarısı önce AB komisyonuna gidecek ve bu bütçe tasarılarını AB Komisyonu inceleyecek, yüzde yarımın üzerinde açık varsa, yeniden düzenleme yapılmasını yani harcama azaltılmasını ve gelir artırılmasını hükümetlerden isteyebilecek.
Peki bu ne anlama geliyor? Bir ülkenin egemenlik hakkının temel göstergesi sayılan "bütçe hakkı"nın AB Komisyonu'na devredilmesi anlamına geliyor. 1215'te Magna Carta'yı imzalayarak bütçe hakkını demokrasinin göstergesi sayan İngilizler, işte bu nedenle "Euro Plus Pact" olarak anılan bu son anlaşmayı imzalamadı.
Zaten sterlinden vazgeçmemek için Avrupa Para Birliği'ne de girmemişlerdi. Şimdi bu anlaşmayı da imzalamayarak, piyasaları Almanlara teslim etmediler. Bu gelişmeyi Die Welt yazarı Alan Posoner BBC'ye yaptığı açıklamada çok esprili bir biçimde özetledi: "Avrupa şimdi Almanca konuşabilir ama piyasalar İngilizce konuşuyor."
Yeni getirilen mali düzenlemelere dönersek... Bundan sonra ülkeler yeni mali kuralı kendi anayasalarına koymak zorunda. Yapılacak bu anayasa düzenlemelerini Avrupa Adalet Divanı denetleyecek. Ayrıca ortaya çıkacak aşırı bütçe açıkları ve devlet borçlarının mali kural seviyesine çekilmesi için de AB Komisyonu üye ülkeye bir ekonomik program uygulayabilecek.
Bir ülkede bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 3'ü, kamu borç yükü de yüzde 60'ı aşıyorsa, o ülkeye yeni mali kurala uygun hale gelmesi için AB Komisyonu bir program önerecek. Ve üye ülke AB Komisyonu'na vereceği takvime uygun olarak bu verilen programı uygulayacak. İzlemeyi AB Komisyonu yapacak.
Peki yapılan bu yeni düzenleme nasıl sonuçlar yaratacak? En önemlisi, bundan sonra Avrupa'da politikacılar mali disipline uyacaklar. Başka ülkeden borç alarak iktidarlarını sürdüremeyecekler. Çünkü vergi almayıp borçlanmak politikacıyı halka sevimli gösterir. Zira borçlanma nedeniyle vergi yükünün etkisini seçmen kısa vadede hissetmez. Ama uzun vadede bu politikadan ötürü seçmenin canı mutlaka yanar. Ekonomide çıkacak kriz nedeniyle mal varlığını ve işini kaybeder.
Nitekim Türkiye'de 1990'lı yılların başında iktidar olan Demirel-İnönü ikilisi, kim ne veriyorsa beş lira fazlasını vererek, kadınları 38, erkekleri 42 yaşında emekli ederek ve üstüne üstlük bir de ahbap çavuş kapitalizmini her alana yayarak bütçe açığının milli gelire oranını yüzde 16'ya, borç yükünü de yüzde 96'ya kadar yükseltmişlerdi. Seçmene çok şirin görünmüşlerdi ama bu politikayla ekonomiyi tarihin en büyük krizlerinden birine sokmuşlardı.
2001 krizinin ardından servetini ve işini kaybeden seçmen, o dönemin iktidarıyla ve muhalefetiyle tüm politikacılarını tarihin çöp sepetine süpürdü, yeni kurulan AK Parti'yi iktidar yaptı. O günden beri AK Parti bütçe açıklarını küçültüp, kamu borç yükünü azalttı.
Kısacası sıkı bir mali disiplin uyguladı. Enflasyonu ve faizleri geriletti. Kolay para kazanmaya alışmış stokçuların ve faiz lobisinin tepkisini çekti. Ama gene de alın teriyle para kazananlar üç seçim üst üste AK Parti'yi iktidara getirdiler. Çünkü AK Parti iktidarını, kamu borç yükünü azaltarak başkasının parasıyla sürdürmedi. Şimdi krize giren Avrupa aynı ilkeyi uygulayacak. Başkasının parasıyla iktidar olmaya, siyaset yapmaya artık Avrupa da son verecek. Türkiye'nin yaptığını çok gecikmeli olarak yapacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Süleyman Yaşar Arşivi