Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

“Turp gibi” bir yazı

“Turp gibi” bir yazı

Efendim, daha önceleri yani özel televizyonların ve özel radyoların olmadığı devirlerde sadece günlük gazeteler ve dergiler vardı.

Gün geldi hızlı bir şekilde yayın dünyası çeşitlendi ve daha önceleri sadece basın dediğimiz olgu, medya adı ile yer değiştirdi. Ve son on yılda bütün bu medya organlarını bünyesinde toplayan akıl almaz yeni bir kanal ortaya çıktı internet... Gazete, dergi, radyo, televizyon, kitap, müzik öyle bir harmanlandı ki içinden çıkabilene aşk olsun.

Tabii bu arada medya denilen bu yapı beraberinde kişilik haklarının korunması ihtiyacını da zorladı. Bu ihtiyacı da artık medya takip merkezleri karşılıyor. Şimdi biz medyanın tek kanatla uçtuğu ve adının basın olduğu günlere dönelim. Yanılmıyorsan 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından günlük gazetelerde bir dil sürçmesi oluyor.

Birinci sayfadaki iki fotoğrafın rejim altı yanlışlıkla yer değiştiriyor. Devrin cumhurbaşkanının resim altında “Benim de Hollanda’dan yeni getirilen ve günde 35 kilo süt veren inek görülüyor” ikinci fotoğrafta ise dev bir inek görülmekte olup, onun rejim altında şu ibare yer almaktadır. “Resimde sayın Cumhurbaşkanımız görülüyor.” Tabii gazete hemen kapatılıyor.

Böyle inek gibi kazalar yanında bir de “turp gibi” kazalar zuhur ediveriyor medyamızda... O günlerden bugünlere geliyoruz. Olay yazı Vakit gazetesinde yayınlanıyor.

Söz konusu gazetede yayınlanan ve Ergenekon sanığı Çetin Doğan Paşa’nın durumunu özetleyen yazıda bir hususa dikkat çekiliyor.

Çetin Paşa, pek çok subay gibi GATA Askeri Hastanesi’ne şaibeli bir şekilde yatmıştı. Durumu çok kötü olan paşamız, tahliye kararı alınca birdenbire iyileşivermişti.

Murat Alan ve Kenan Kıran da bu olayı gazetelerine yansıtırken paşanın tahliye olunca “turp gibi” olduğunu belirten bir ifade kullanmışlardı. Bunun üzerine Vakit gazetesi ve haberi yapan Murat Alan ile Kenan Kıran’a Doğan paşa tarafından dava açılmış. Rivayet o ki paşa “turp gibi” sözü ile kişilik haklarına saldırı yapıldığı kanaatinde imiş. Gazete yönetimi ve haberi yazan muhabir arkadaşlar sonuçtan o kadar eminlermiş ki... Çünkü bugüne kadar “turp gibi” sözünün hakaret olarak algılandığı bir mecliste hiç bulunmamışlar. Böyle bir şeyi de ne duymuşlar ne de görmüşler. Vallahi ben de duymadım.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde hukuk okudum, bize de böyle bir sözün hakaret olduğu söylenmedi hiç.

Ama gelin görün ki şapkadan tavşan çıkmış!.. Tam bir hukuk skandalı... Kararı veren mahkemenin hakimi Ayşe Kurtoğlu, “Halk arasında yüzünden kan damlayan çok sağlıklı insanlar için bu tabirin kullanıldığını belirterek paşanın aşağılandığına hükmetti ve “TSK”nın şerefli bir komutanına yapılan bu “turp gibi” ifadesine 5 milyar ceza verdi. Ben de ister istemez Aziz Nesin’i hatırladım. Dünyanın ünlü mizah yazarları yurtdışında toplanmışlar. Türkiye’den de Aziz Nesin katılmış. Bir yazar demiş ki:

- Siz aslında büyük bir mizah yazarı değilsiniz. Ben geldim, sizin ülkenizi gördüm. O kadar çok garip şey var ki ülkenizde, siz sadece bunları tesbit ediyorsunuz.

Efendim, özgürlüklerin önünün açıldığı bugünlerde bile adeta sırat köprüsünden geçer gibi bu yazıyı yazıyorum. Ne olur, ne olmaz. Önümüzdeki günlerde havanın yağışlı olacağını bile söylemiyorum korkumdan. Kimbilir belki bize “ördek mi demek istedin?” diye ola ki dava açılabilir. Bizim tarafın doğrucu Davutlarından Atilla abi (Özdür) 12 Eylül’ün ilk günlerinde Cağaloğlu’ndaki büroma gelmişti. Hali bir tuhaftı. Öfkeden gözleri yuvalarından fırlayan Atilla abiye sordum:

- Bir sıkıntın mı var?

- Bir değil Fatih, bin sıkıntım var. Şimdi Selimiye Kışlası’ndan geliyorum. Millî Gazete’de bir yazı yazmıştım. Yazının sonunda Kenan Evren ve arkadaşlarına küçük bir eleştiri yapacaktım. Onun için paratoner olması arzusu ile ilk fotoğraflarda onları övdüm. Askeri savcı da aksi gibi sadece o ilk fotoğrafları okumuş. Beni Selimiye’ye çağırdı. İki saattir ifade veriyorum. Askeri savcı diyor ki:

- Sen Kenan Evren ve arkadaşlarını sevmezsin neden övdün?

Tabi, Atilla Abi “aşağıyı da oku anlarsın” da diyememiş.

- Fatih ne yazacağımı şaşırdım, demiş ve ben de ona akıl vermiştim:

- Atilla abi yarın köşende karnıyarık tarifi ver, okuyucular senin çaresizliğini anlarlar. O da dediğimi yapmış ve ertesi günü köşesinde “karnıyarık” tarifi vermişti.

Acele olarak “Evim, Evim” sayfasını hazırlayan arkadaşı uyaracağım. Sakın ola orada turpla ilgili bir yazı yayınlamasın, ha bir de hava bulutlu haberleri sayfalarımıza girmesin. Biz gerekli tedbirleri alıyoruz ama ya almayanlar?

Osmaniye ilinin Kadirli ilçesi biliyorsunuz Türkiye’nin turp ihtiyacının yüzde 70’ini karşılıyor. Oranın en büyük turp üreticisi üç ortak, Ekrem Bayazıtoğlu, İlyas Belkuş ve Refik Güler, bu turpları nasıl daha iyi tanıtırız diyerek kafa yormuşlar ve televizyonların sevilen dizisi “Kurtlar vAdisi”nden ilham alarak “Turplar Vadisi” adı ile iki bölümlük bir dizi çekmişler. Bana göre niyetleri kötü, zira herkesi “turp gibi” yapmaya dönük bir faaliyetin içindeler!

Vakit’e 5 milyar gelen cezadan da ders almamışlar zahir. Bu vadinin “Turplar Vadisi” mi, “Kurtlar Vadisi” mi olduğunu anlarsınız yakında. Doğrusu hazmı kolaylaştırıyor diye soframızdan turpu hiç eksik etmezdik.

Kırmızısı, siyahı, beyazı çeşit çeşit alırdık mereti. Meğerse hepsinin değişik değişik manaları varmış, bir daha tövbe, tövbe, tövbe... Pazarda yanından geçersem adım “Çetin Doğan” olsun...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi