Büyük olmak, büyük davranmak

Büyük olmak, büyük davranmak

Türkiye’nin terörle mücadelesinin, sıradan bir sorun olmadığını, hatta Kürt sorunu başlığı altında tartışılan her şeyin, büyük resimde sadece bir parça olduğunu düşünenler yanılmadı. İran’dan Irak’a, Suriye’den Lübnan’a, hatta Ürdün’den Suudi Arabistan’a kadar geniş bir alanda devam eden dönüşüm sürecinin, en önemli muhataplarından birisi Türkiye.

Bu karmaşık denkleme Arap Baharı adı altında Mısır’dan Fas’a kadar devam eden hareketliliği de ekleyince işler daha farklı boyut kazanıyor. Olup bitenin ‘yalancı bahar’dan ibaret olup olmadığını ve erken açan çiçeklerin solup solmayacağını endişeyle izliyoruz hep birlikte.

Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’nin, Şii iktidar eliyle köşeye sıkıştırılmasını konu alan üç yazı yazdım bugüne kadar. Meselenin Irak içinde giderek yükselen Şii-Sünni geriliminden daha da öte, Türkiye’yi hedef alan boyutlarına dikkat çekmeye çalıştım.

Hassas olan en önemli nokta şu: Türkiye’nin kendi içinde gerek mezhepsel, gerekse etnik açıdan son derece çabuk hareketlenen fay hatları var. Bunların yeri geldiğinde ne kadar çabuk harekete geçtiğini yahut geçirildiğini, yakın tarihteki örneklerden biliyoruz. Dahası Kürt sorunu başlığı altında yaşadığımız serüvenin, kendi içinde ciddi bir etnik boyut kazandığı da inkar edilemez bir durumda.

Hassas düğme: Mezhep çatışması

İşte tüm bunlar yaşanırken, yakın çevrenizde, sınırın hemen ötesinde olup bitene duyarsız kalma veya geçmişte yaptığınız gibi kulağınızı kapatma şansınız yok. Irak, kelimenin tam anlamıyla mezhep çatışmasının kucağına itilmiş durumda. Bu ayrışma, kaos isteyenlerin istediği gibi kullandığı bir hassas düğmeye dönüştü adeta. Diledikleri zaman o hassas düğmeye dokunup masada ellerini güçlendiriyorlar.

Bu tür çatışmaların dışında kalmak, aynı zamanda muhtemel çatışma alanlarının önüne geçebilmek için çok önemli gerekçeleri var Türkiye’nin. Kendi içinde mezhep ya da etnik çatışma konusunda rahat olmayan bir ülkenin, kendi etrafında bu türden çatışmaların körüklenmesine göz yumması, kelimenin tam anlamıyla ateşle oynamaktan başka anlam taşımıyor.

Bugüne kadar bölge politikalarında, hemen hiçbir konuda Şii-Sünni ayrışması üzerinden bir kart açmadı Ankara. Kesinlikle önemli bir ve doğru bir duruştu, üstelik zor bir seçenekti. Kuşkusuz doğal etki alanında hareket ederken, bazı farklılıklar ya da ortaklıklar belirleyici oluyor ve bunu yok saymanız mümkün değil.

Tarık Haşimi konusunda olduğu gibi Türkiye, kendisine yakın duran ve kendi çıkarlarının bir parçası olan aktörlere sonuna kadar sahip çıkmak zorunda. Aksi takdirde daha fazla köşeye sıkışmanız işten bile değil.

Size sığınanı korumalısınız

Zor bir yol haritası var Ankara’nın önünde. Bir yandan Şii-Sünni başlığı altında üretilen büyük kaostan uzak durmak zorunda. Öte yandan Şiilik kartını kendisine karşı acımasızca kullanan güçlere karşı dikkatli olmak durumunda. Üstelik bu yanlışa rağmen İran’a yönelik uluslararası tezgahtan da uzak durmaktan başka çaresi de yok.

Büyük devlet ve bölgesel güç olma iddiasının, Türkiye’nin boyunu aştığını düşünenlerden olmadım asla. Aksine büyük olmadan bu coğrafyada yaşama şansımızın olmadığını savundum, savunuyorum. Lakin eğer bu iddianızla mütenasip bir yerde durmak istiyorsanız, size karşı yapılan hamlelere de cevap vermek zorundasınız. Size sığınanı başkasının insafına terk ederek büyük olamazsınız.

2012’de hayli sıkıntılı ve bir o kadar da hareketli bir dış politika gündemi bekliyor bizi. Yeni senemiz hayrolsun, güzelliklere vesile olsun diyelim ve 2011’in son yazısına nokta koyalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi