Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Rauf Denktaş’ın gözyaşları

Rauf Denktaş’ın gözyaşları

Tek parti döneminin ünlü Milli Eğitim Bakanlarından Tahsin Banguoğlu’nu takriben bakanlığı bırakışından 35 yıl sonra Kubbealtında bir sohbetinde dinlemiş (1974) ve bir muhasebe yapmıştım kendimce. O günlerde ülkemizde yine üniversitelerde sağ-sol çatışmaları başlamış, sokaklar ve caddeler paylaşılmış, memleket kurtarılmış bölgelere bölünmüştü.

Sayın Banguoğlu salonu dolduran yüzlerce üniversiteliye hitaben şunları söyledi:

- Gençler, hakkınızı helal ediniz. Ben bu ülkede Milli Eğitim Bakanlığı yaptım. Yanlış eğitim politikaları uyguladık. Tarlalara zehirli tohumlar attık. Bugünkü sonuçlar bizim eserimizdir. Sizlerden özür diliyorum.

Sayın Banguoğlu, inanıyorum ki pişmanlığında samimi idi. Gözleri dolmuştu konuşurken. Ama bu son pişmanlık acaba fayda verecek mi idi. Bence hayır!

Tahsin Banguoğlu, geçmişte yaptığı bir haksızlıktan, yanlıştan dolayı bir komşusundan, mahallenin bakkalından, bir akrabasından, eşinden, çocuklarından, annesinden, babasından özür dilese bu davranışı bir erdem olarak algılanabilirdi. Oysa bir memleketin geleceği ile oynanmıştı. Yapılan tahribatın bedelini hiçbir hazine ödeyemezdi.

Tıpkı Amerika’nın Japonya’da Hiroşima’ya, Nagazaki’ye attığı atom bombası için dilenecek özrün bir kıymet-i harbiyesi var mıydı? Böyle bir şey söz konusu olabilir miydi? Bugün KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın cenaze merasimi yapılıyor ve ister istemez sayın Denktaş’ın geçmişi bir film şeridi gibi önümüzden geçiyor.

Denktaş’ı Kıbrıs’ın İsmet İnönü’sü olarak anacak olanlar, onun geçmişinde CHP’nin tek parti döneminin uygulamalarına benzer pek çok şey göreceklerdir. Kıbrıs’taki cami sayısı üçte bire düşmüş, Kur’an kursları ve İmam-Hatipler kesinlikle yasak. Adeta orada ölen Türklerin cenazesini kaldıracak din görevlisi bulmak bile zor görünüyor.

Üstelik aynı Denktaş, Kıbrıs Barış Harekatı’nın (1974) ertesinde Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan hatıralarında ilginç bir detay anlatıyor:

- Türk Genelkurmayı tarafından bize iki kaset verildi. Bunlar, ertesi günü başlayacak olan Barış Harekatı’nda kullanılacaktı. Sabah 05.00’de bir kaset Bayrak Televizyonu’nda, diğer kaset de Bayrak radyosunda yayına konulacaktı. Bu kasetlerde ne olduğunu biz de bilmiyorduk. Bir gerçek vardı ki sevinçten uçuyorduk.

Artık Türk ordusu Kıbrıs’ta yaşadığımız zulme dur diyecekti. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bu iradeyi resmen ortaya koyuyordu. Ertesi sabah 05.00’de Bayrak Televizyonu’nda ve Bayrak Radyosu’nda kasetler yayınlanmaya başladı. “Dikat, dikkat. Türk Ordusu Kıbrıs’ta!” Hepimiz birbirimize sarılıp ağlaştık. O da ne, saatler 05.30 olduğu halde gelen giden yoktu.

Birden endişeye kapıldık. 1969 yılında olduğu gibi Amerika’nın baskısı ile müdahaleden vaz mı geçilmişti. Derhal Türkiye arandı ve iki ülke arasında 1 saat fark olduğu ve bunun hesap edilmediği anlaşıldı. Yani harekat 06.00’da başlayacaktı. Tabii böylece Rumlar 1 saatlik bir zaman kazandılar, bu da zayiatımızı artırdı. O ayrı bir fasıl.

Saatler 06.30’a yaklaşırken uçaklarımız Kıbrıs semalarında göründüler. Saat 09.00’da açık havada büyükçe bir masa üzerinde süngerden yapılmış bir Kıbrıs maketi üzerinde harekatın ilk konuşmaları yapılıyordu. Başımızda da harekatı yöneten Nurettin Ersin paşa vardı. Yüksek rütbeli bir subay kolumdan tutarak beni kenara çekti ve:

- Sayın Denktaş dedi. Ben birkaç saat öncesine kadar materyalisttim. Elimle tutup, gözümle gördüğüme inanırdım. Az önce paraşütlerle atladığımızda her askerin paraşütünü, üzerleri kanlı, yeşil elbiseli, atları üzerinde Malazgirt şehitleri indirdiler. İnanılmaz bir şeydi gördüklerimiz. Artık ben inançlı bir insanım.

Yıllar sonra sayın Denktaş’ı aynı olayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de gözyaşları içinde anlatacaktır. Peki, bütün bu yollardan süzülüp gelen Denktaş’ın tüm sorumluluk ve yetki kendinde iken camileri depo olarak kullanıp, Kur’an kursları ve İmam-Hatip’lere tüm kapıları kapatmasını nasıl yorumlamak lazımdır?

2004 yılında yapılan bir söyleşide yine aynı Denktaş, anlatıyor:

- 15 yaşlarında bir kız çocuğunun boynunda haç gördüm. Sordum “sen Hıristiyan mısın?” Yok dedi galiba Müslümanım. Herhalde biz yanlış yaptık. Evet, sayın Denktaş yanlış yaptınız ve Kıbrıs’ta bir neslin canına okudunuz, mahvettiniz ve sonunda da günah çıkarıyorsunuz. Son pişmanlık fayda vermez. Bakın, sonunda siz de camiye geldiniz. Cenaze namazınızı kıldıracak bir imam bile bulunmayabilirdi. Ne ektiniz de ne biçmeyi bekliyorsunuz? İmam:

- Merhumu nasıl bilirdiniz? dediğinde ne demeliydik, ölmeden önce hiç düşündünüz mü?

Üstelik sadece bu da değil bazen buradan top arabası ile büyük törenlerle insanlar uğurlanıyor. Buradan nasıl uğurlandığınız değil, orada nasıl karşılanacağınız önemli bilmem anlatabildim mi? Diyeceksiniz ki, “Tabii ki anladım, ama dönüş şansım olmadığı için son pişmanlık fayda vermiyor.” Haksız sayılmazsınız, son pişmanlık fayda vermiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi