Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Nereye gidiyoruz?

Nereye gidiyoruz?

Okuyunca içim acıdı. Aydın Denktaş, eşi Rauf Denktaş’ın cenazesine sarılmış, bir yandan ağlıyor, bir yandan da soruyordu:

“Nereye gidiyorsun Rauf?”

Asıl soru işte budur dostlarım, ne kazanacağımız, ne kadar yaşayacağımız, neler yapacağımız, hangi makamlara geleceğimiz değil, asıl soru nereye gideceğimiz sorusudur.

Çünkü tüm mevkiler, makamlar kabir kapısında kalıyor...

Cepsiz, dikişsiz bir kefenle dünyadan ayrılıyoruz...

Sahi, nereye gidiyoruz?

Zaman zaman Hamlet’in o meşhur repliği dilime dolanır, kendimi mırıldanırken yakalarım:

“Olmak, ya da olmamak, işte bütün mesele!”

Bir birine zıt gibi gelse de, aslında bir birini tamamlıyor bu iki kavram: Çünkü önce “oluş”, sonra “yok oluş” gelir...

Olan, olmayanın tehdidi altındadır bir bakıma...

Daha fazla saçmalamadan konuya gireyim: Geçenlerde gençlerle muhabbet (bilgi ve sevgi katkılı sohbet) ederken (onlar bu işe ısrarla “konferans” diyerek beni deli ediyorlar), birden sordum:

“Meşhur olmak ister misiniz?”

Parmaklar arzuyla kalktı...

“Peki, meşhur bir eroinman olmak ister misiniz?..”

Sessizleştiler.

O sessizlik içinde, sesimi yükselttim:

“Öyleyse siz eroinman bir meşhurdan daha mutlusunuz!”

Sonra tekrar sordum:

“Kral olmak ister miydiniz?..”

Parmaklar yine kalktı.

“Ama küçücük bir ayrıntı: Görkemli anıt mezarında yatan ölü bir kral olacaksınız.”

Kimse istemedi...

“Öyleyse” dedim, “siz kraldan daha kralsınız! Çünkü hayattasınız.”

Arada bir insan kendine sormalı:

“Nereye gidiyoruz?”

Mesele “olmak ya da olmamak” meselesi!

Meşhur ama eroinman, kral ama ölü, zengin ama hasta!

Meşhur, zengin ama mutsuz!..

Ne anlamı var ki?

Soru hep aynı aslında:

“Nereye gidiyoruz?”

Çok paranız var, ama sağlığınız yok. Ağrılar içinde kıvranıyorsunuz. Yaşayıp yaşamayacağınız konusunda doktorlar bir şey söyleyemiyor...

Bu şartlar altında meşhur ve zengin biri olmanın hiçbir anlamı kalmıyor.

Mesele, nasıl da elimizdeki serveti fark etme meselesi olarak belirginleşiyor, görüyor musunuz?

Ulaşmak için kendimizi telef ettiğimiz şeyler ölümün gölgesi altında nasıl da önemini yitiriyor...

“Sevgili gençler” dedim, “siz kraldan daha kral, zenginden daha zengin, meşhurdan daha meşhur durumdasınız! Çünkü hem gençsiniz, hem sağsınız, hem de sağlıklısınız...”

Yapılacak şey belli, arada bir “Nereye gidiyoruz?” diye kendimize sormak ve ister istemez gideceğimiz yere hazırlanmak.

Dünya malum:

Bir varmış, bir yokmuş masalı!..

Mal-mülk, servet-şöhret, makam-mevki, hatta krallık filan dünya kadar büyük yalanlardır!

Demek oluyor ki, bizler bir yalan uğruna birbirimizi kırıyoruz, eziyoruz, sömürüyoruz, incitiyoruz, kandırıyoruz, kirletiyoruz, kemiriyoruz!

Zenginleşmek, ya da meşhur olmak için neredeyse bir birimizin gırtlağına basıyoruz.

Sahi, dünya buna değer mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi