Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Millete güvenmek...

Millete güvenmek...

Muş eski Milletvekili Gıyasettin Emre’ye göre, bir askeri darbenin yaklaştığını rahmetli Başbakan Adnan Menderes’e haber vermişler; ancak o, Başbakanlık önünde nöbet tutan askerleri gösterip, “Şu Mehmetçikler, Başbakanlarının gece 01.00'e kadar burada çalıştığını, sabahın 07.00'sinde tekrar çalışmak için Başbakanlığa geldiğini görüyorlar. Bunlar mı bana darbe yapacak?” diye gülmüş.
Ertesi gün de Eskişehir'e gitmiş. Eskişehir’deki kalabalığı görünce çok heyecanlanmış ve çevresine demiş ki:
“Böyle bir hareketi (darbeyi) millet kendi elleriyle boğar!”
Bu sözleri kulaklarıyla bizzat işiten Gıyasettin Emre diyor ki:
“Hakikaten ben de inandım o halkı görünce.”
Menderes de inanmıştı. Kendisini destekleyen milletine güveniyor, “Böyle bir hareketi millet kendi elleriyle boğar” diyordu.
Milletine güveniyordu; çünkü başında bulunduğu DP (Demokrat Parti), Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan ilk “demokratik” seçimde (14 Mayıs 1950) oyların yüzde 52.7’sini alarak 420 milletvekili çıkarmıştı…
“Vatanı kurtardık”, “Demokrasiyi getirdik” diye böbürlenen CHP’nin çıkarabildiği milletvekili sayısı ise sadece 63’tü.
27 Ekim 1954 seçimlerinde DP, yüzde 57.6 ile 505 milletvekili çıkararak zaferini büyütüyor, aynı seçimde CHP’nin milletvekili sayısı ise 31’e düşüyordu.
1957 seçimlerinde DP’nin oy oranı yüzde 47.9’a, milletvekili sayısı ise 424’e gerileyecek, ama hâlâ Türkiye’nin en büyük partisi olarak tek başına iktidarda kalacaktı.
Aynı seçimde CHP, milletvekili sayısını nihayet 178’e çıkarabilmişti.
Demokrat Parti “büyük”, CHP ise “güçlü”ydü… (Bu maalesef hiç değişmiyor: Günümüzde de AKP “büyük”, CHP yine “güçlü”… Ancak bu “güc”ün kaynağı hiçbir şekilde millet değil!)
Demokrat Parti, yıllar süren iktidarı döneminde elbette bir miktar yıpranmıştı. üst üste seçim kazanmanın özgüveniyle pek tabiî hataları da vardı. Ancak hâlâ halkla barışık siyaset yapıyor, halkı sevip sayıyor, adam yerine koyuyordu. Bu yüzden büyük ihtimalle gelecek seçimi de kazanacaktı.
Zaten bunu bildikleri için seçime gitmesine izin vermediler. 27 Mayıs 1960 darbesiyle DP’yi devirdiler. Milletvekillerini Yassıada Zindanı'nda sille tokat dövdüler. Başbakan'ı ise 2 bakanıyla birlikte astılar.
Oysa Menderes milletine güvendiği kadar, milletinin böğründen çıkan ordusuna da güveniyordu…
çünkü ordu 1950 sonrasında gerçekleşen ekonomik sıçramalara paralel olarak silah ve eğitim açısından modernleşmiş, çağdaş normlara kavuşmuş, yalnızca bölgenin değil, tüm Balkanlar'ın, hatta Avrupa’nın önemli güçlerinden biri haline gelmişti.
Bu olağanüstü gelişmeyi askerlerin değerlendirdiğini düşünüyordu. İşte bu yüzden, “Şu Mehmetçikler, Başbakanlarının gece 01.00'e kadar burada çalıştığını, sabahın 07.00'sinde tekrar çalışmak için Başbakanlığa geldiğini görüyorlar. Bunlar mı bana darbe yapacak?” şeklinde konuşuyordu. Yanıldığını fark ettiğinde çoktan iş işten geçmişti. Sevdasını hayatıyla ödedi.
Böylece Türkiye, “Başbakan asan bir ülke” konumuna düştü.
Demokrat Parti’den arta kalan boşluğa, 1 sene kadar sonra Adalet Partisi oturdu. Bu kez millet ona yönelmiş, başında Demirel’in yer aldığı AP üst üste seçim kazanmaya başlamıştı.
12 Mart 1971’de AP hükümetini devirdiler. Sonra tekrar tekrar iktidar oldu, ama 12 Eylül 1980’de tekrar devirdiler. Başbakan Demirel sürgüne gönderildi.
Arkasından Turgut özal dönemi açıldı. özal’ın kurup başına geçtiği ANAP, “haybeci” ve “darbeci” güç odaklarının aksi istikameti işaretlemelerine rağmen, 1983 seçimlerinde yüzde 45’le, 1987’de yüzde 37 ile tek başına iktidar oldu.
Ne var ki; özal’ın da başına gelmeyen kalmadı. önce suikasta uğradı…
Nihayet kuşkulu bir şekilde öldü.
Erbakan’ın Milli Selamet Partisi ile başladığı siyaset önderliği, Refah Partisi’nin 1995’te aldığı yüzde 22 oyla kendi doruğuna tırmandı. Erbakan koalisyonla da olsa Başbakanlık koltuğuna oturdu. Fakat öyle bir siyasi fırtına çıktı ki; Refah Partisi ile birlikte merkezdeki Doğru Yol Partisi de sürüklendi.
Son 50 yıllık siyaset sahnesine bakar mısınız lütfen: Bir Başbakan'la 2 bakan asıldı (Adnan Menderes ve arkadaşları), yüzlerce milletvekiline ve parti yöneticisine Yassıada’da işkence edildi (Demokrat Parti üyeleri), diğer Başbakanlardan bir kısmı (Demirel, Ecevit, Erbakan) sürgüne gönderildi (Hamzakoy-Zincirbozan hikâyeleri), kimisi hapsedildi (Erbakan ve Erdoğan)…
Hâlihazırda Erbakan ev hapsinde, Erdoğan ise topun ağzında.
Bunca sözden sonra birbirine bağlı iki soru ile yazımı bitirmek istiyorum:
1) Milli iradenin üzerinden neden ikide bir tanklar geçiriliyor?..
2) Milli iradenin üzerinden tanklar geçirilirken, neden hepimiz sessizce seyrediyoruz?..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi