Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Dindar nesil... Nehir akar, yatağını bulur!

Dindar nesil... Nehir akar, yatağını bulur!

Anadolu’da, “Gözlerini belertmek” diye bir tabir vardır... Bir anlamda, “Gözlerini fal taşı gibi açmak” demek olsa da, “Gözlerini fal taşı gibi açmak”ta, daha çok “şaşkınlık” vardır... “Gözlerini belertmek”te ise, “korku”yla karışık, “kin ve öfke” vardır... “Gözlerini belerten” insan, aynı zamanda “saldırmaya hazır” insandır!..

Önceki akşam; bir televizyon kanalında, işte böyle bir “ruh hali” taşıyan bir insan gördüm... Bir hocaefendi; “Bütün dertlerin ilacı Kur’an-ı Kerim’dir... Kur’an ile bezenen bir insan ahlâklıdır, dürüsttür, ondan kötülük sâdır olmaz” mealinde sözler sarfedince; “ateist” olduğunu övüne övüne söylenen bir yazar müsveddesi, kelimenin tam anlamıyla “gözlerini belertti” ve dedi ki;

“İşte ben bundan korkuyorum!..

‘Kur’an tek ilaç’ demek ne demek?..

Böyle diyen birinin başka görüşlere saygısı olmaz!.. Böyle diyen biri, başka görüşlere hayat hakkı tanımaz!..

İşte ben, bu dogmatik düşüncelerden korkarım!”

Diyeceksiniz ki;

“Adam ateist!.. Ondan, daha farklı bir görüş elbette beklenemez!”

Hayır, ben de beklemiyorum.

Ama, “Kur’an düşmanlığı” yapmasına, “Kur’an nesli”ne karşı çıkmasına ve hele hele Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Dindar nesil” sözlerine tahammülsüzlük göstermesine, ben de tahammül edemedim.

DİNDAR NESİL, DEVLETİN İŞİ!

Neymiş; “Hiç kimse dindar nesil yetiştirmek zorunda değil”miş!.. İsteyen, istediği şekilde yetiştirirmiş çocuğunu!..

“Devlet, bu işe niye karışır”mış!..

Tartışmayı izlerken, adeta saçımı-başımı yoldum... Öfkeyle bağırıp, “Ulan” dedim; bu ülkede “Marksist bir nesil” yetişti, “Kemalist bir gençlik” yetişti, “Maoist, Leninist ve Ateist” bir gençlik yetişti!..

Hem de bunlar;

“Devlet” veya “partiler” eliyle yetişti!..

Peki, o zaman nerelerdeydiniz?..

O zaman niye “Devlet bu işe karışmasın?” demediniz?..

O zaman, niye karşı çıkmadınız?..

Şimdi kalkmış; “Dindar nesil yetiştirmek devletin görevi değil!” diyorsunuz!..

Oysa, “dindar nesil” yetiştirmek, tam da “devletin görevi”dir...

Açın, bakın “Anayasa’nın 24. Maddesi”ne... Bakın, orada ne diyor:

“Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır... Din kültürü ve ahlâk öğretimi, ilk ve orta öğretim kurullarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır!”

Demek ki, neymiş;

“Dini eğitim” bir “Anayasa emri” imiş ve bu da “devlet eliyle” yapılırmış!..

O halde; Erdoğan’ın “dindar nesil” talebine niye karşı çıkıyorsunuz?..

SİZ, NASIL NESİL İSTİYORSUNUZ?

Hem sonra; siz, “dindar bir nesil” değil de, “nasıl bir nesil” istiyorsunuz?..

Yoksa Erdoğan’ın dediği gibi;

“Siz bu gençliğin büyüklerine isyankar bir nesil mi olmasını istiyorsunuz?

Siz, bu gençliğin milli, manevi değerlerinden kopuk, hiçbir istikameti, meselesi olmayan bir nesil mi olmasını istiyorsunuz?

Biz, sizlerle burada anlaşamayız ama ‘Çağdaş bir nesil’ derken, dindar bir nesil çağdaş olamıyor mu? Hem çağdaş hem dindar olunamıyor mu?

Beyler, önce başınızı öne eğin de hem çağdaş hem dindar bir nesil nasıl yetiştirilirmiş onu bir düşünün.

Dindar bir nesil özgürlüklere saygılıdır; dindar bir nesil, farklı düşüncelere, farklı inanç gruplarına da saygılıdır. O terbiyeyi alarak yetişmiş bir nesiliz biz. Bu saygının nasıl gösterilmesi gerektiğini de bugüne kadar gösterdik.”

“Dindar nesil düşmanları”na sormak gerekmez mi; Sizin yetiştirdiğiniz “Marksist!.. Leninist!.. Maoist ve ateist” gençlik, nasıl bir gençliktir?..

Sizin yetiştirdiğiniz o gençlik;

Anne ve babasına “Moruk” diyen, “saygısız bir gençlik”tir... Bu gençliğin, ne “hedefi” vardır, ne de “gaye”si!..

O gençliğin, “sevgi ve merhamet” gibi duyguları da yoktur!.. “Ot” gibi yaşar, “ot” gibi ölürler!.. “Karnını doyurmak”tan başka “tasa”sı yoktur!.. Bütün dünyası; “ağzı ve anüsü” arasındadır!..

Oysa, “dindar” bir insan, “dindar” bir genç, “diğergâm”dır... En az “kendisi” kadar, “başkalarını” da düşünür...

“Komşusu aç” ise, “tok” yatamaz!..

Dindar genç, “dereden abdest” alırken bile “suyu israf etmemeye” özen gösterir... “Kıyamet günü”nde bile, elindeki fidanı dikecek kadar, “çevreci”dir!..

ERDOĞAN NİYE DERTLİ?

Başbakan Tayyip Erdoğan, “dindar bir neslin ferdi” olduğunu, bütün hâl ve hareketlerinde, bütün icraatlarında göstermiştir!

Söyleyin Allah aşkına;

“Kapitalist” ve “sosyalist” ülkeler, sırf “kendi çıkarları” için “silahlanma yarışı” yapıp, özellikle “halkı Müslüman ülkeler”e bombalar yağdırır ve insanları öldürürlerken, “petrol” olan ülkeleri “işgal” edip kadınların “ırz ve namus”larını kirletirken, “kimyasal silâh”ları ile toprakları bile öldürürken, insanları “yaşatmaya” ve onların “yaralarını sarmaya” giden kimdi?..

Söyleyin hele;

“Gazze”yi dert edinen kimdi?..

“Sel” felaketi olduğunda, Pakistan’a ilk koşan kimdi?.. “Deprem”le sarsılan Açe’ye yardım götüren kimdi?..

“Açlık ve sefalet”le boğuşan Somali’ye ilk yardımı götüren kimdi?..

Daha nice yer var ki, oralara ilk giden, oralardaki insanlara “balık” götüren değil, “balık tutmayı” öğretmeye çalışan insan, elbette Tayyip Erdoğan’dı!..

Peki, Tayyip Erdoğan bunları yaparken; “Marksist, Leninist!.. Maoist... Sosyalist ve ateist”ler ne yaptı?..

Onlar; Meselâ Somali’de, “ölümü bekleyen” insanların çevresinde “akbaba”lar gibi beklediler!.. Onların “balık”larını çaldılar, “kimyasal atık”arını onların denizlerine boşalttılar... Yani, hem “insan”larını öldürdüler, hem “deniz”lerini!..

Doğrudur;

“Aç insanın dini olmaz!”

İyi de, insanları “aç” bırakan kimdir ve niye böyle yaparlar?..

Marksist, Leninist, Maoist, sosyalist ve ateistler, birçok ülkeyi sömürüp, insanlarını “aç” bırakmışlardır ki, “din”den uzaklaşsınlar, “din”den kopsunlar!..

Demek oluyor ki;

Bu da, bir “proje”dir!..

Bu da, bir “strateji”dir!..

Var mı aksini iddia eden?..

ERDOĞAN’DAN TARİHİ SORGULAMA

Başbakan Tayyip Erdoğan, dün AK Parti Grubu’nda yaptığı konuşmada, adeta “tarihi bir sorgulama” yaptı ve dedi ki;

¥ “Bunlar bize utanmadan, sıkılmadan mürteci yaftası yapıştırmaya kalkıyor. Türkiye hiçbir zaman irticaya prim vermedi ama Türkiye bu irtica kampanyalarına, bu sanal irtica korkusuna çok ama çok ağır bedeller ödedi.”

¥ “Kimi susturmak istedilerse ‘Mürteci’, kimi dışlamak istedilerse ‘Gerici’, kimi aşağılamak istedilerse ‘Yobaz’ dediler... Bugün dindar nesil kavramı üzerinde kopartılan fırtına; 31 Mart’ta, İstiklal Mahkemeleri öncesinde, Menemen hadisesinde, 27 Mayıs öncesinde, 28 Şubat’ta, AK Parti’nin kapatılması davası öncesinde yürütülen kampanyanın tıpkısının aynısı.”

¥ “Hiç kimse çok bilmiş ve mürebbiye edasıyla, parmağını sallayarak bize istikamet gösteremez, rota belirleyemez, efendilik taslayamaz. Biz milletin önüne parti programı, tüzüğümüz, seçim beyannamesi, Hükümet programı ile çıktık; bizim rotamız, istikametimiz belli.”

¥ “Bu ülkede on yıllar boyunca dindarlara ikinci sınıf muamelesi yapıldı. Namaz kılanlar, oruç tutanlar, sakallılar, başörtülüler, hatta ‘Selamün aleyküm’ diyenler aşağılandı, dışlandı, ötelendi. Camiler kapatıldı, Kur’an’ı öğrenmek isteyenlerin, İmam Hatip okullarına gitmek isteyenlerin yolları kesildi, orta kısımlar kapatıldı.”

Erdoğan, bu konuşmasında, ilginç bir “tesbit”te de bulundu... “Siz” dedi;

“Olsa olsa bilgisayarları formatlarsınız ama zihinleri asla!.. Hiçbir parti kendi tasavvurunu dayatamaz, işte biz bunun bilincindeyiz... Toplum mühendisliğine de karşıyız, siyaset mühendisliğine de...”

Evet, “bilgisayar”lar formatlanabilir ama “zihin”ler asla!..

Çünkü, “zihin”lerin yapısında “maya” vardır, “gen” vardır.

Bir “nehir” nasıl ki tersine akıtılamaz ve sonunda “yatağını” bulur, “zihin”ler de; bir gün mutlaka, ama mutlaka “aslına döner” ve mayasının gereğini yapar...

İstediğiniz kadar “şekil” verin, istediğiniz kadar bir kalıba sokun ve istediğiniz kadar “aslından koparmaya” çalışın!..

“Formatladığınızı” zannettiğiniz insan, bir gün gelir ki, “aslına rücu eder” ve siz nasıl oldu diye, apışıp kalırsınız!..

FRANSA’NIN HÜSRANI!

Hayır, “Türkiye’nin son 80 yılı”ndan örnek vermeyeceğim... Erdoğan, bu örnekleri verdi zaten... Ben, Fransa’dan bir örnek vermek istiyorum...

Evet; “baskı”nın, “dayatma”nın ve “asimilasyon” çabalarının hiçbir işe yaramadığını gösteren çok çarpıcı bir örnek...

Efendim, 1830 yılında Cezayir’i işgal eden ve bu işgali, 1962’ye kadar, 132 yıl sürdüren Fransa; “Cezayirli Müslüman kadınları nasıl özgürleştirdiklerini, nasıl çağdaşlaştırdıklarını” göstermek için, Cezayir’den, henüz “çocuk” yaştaki “10 Müslüman genç kızı” alarak, Paris’e getirir...

Okullarda okutup, “başörtü”lerini çıkartırlar... Fransız elbisesi giydirirler, Fransızca’yı ana dili gibi öğretirler.

Kızlar, her halleriyle artık tamamen Fransızlaşmışlardır.

Aradan tam on bir sene geçer.

Fransızlar bu başarılarını göstermek için bir tören tertip ederler.

Törene bazı Avrupalı bakanlar, aydın ve gazeteciler davet edilir. Amaçları ise; bütün dünyaya Müslüman Cezayirli kızların nasıl Fransızlaştıklarını göstermektir.

Nihayet tören başlar.

Yerli ve yabancı bütün davetliler törenin düzenlediği salonda yerlerini alırlar. Bir yetkili, misafirlere; Fransızların Cezayirli kızları nasıl özgürleştirdiklerini ballandıra ballandıra anlatır. 11 yıl boyunca Cezayirli kızların nasıl eğitildiklerini göstermek için kızları sahneye davet eder.

Ancak o da ne?!

Hiç beklenmeyen bir manzara vardır karşılarında.

Fransızlaştırıldıkları söylenen Cezayirli kızlar, salona, başörtüleri ve İslâmi milli Cezayir kıyafetleri ile çıkmıştır.

Herkes şok olmuş bir vaziyette birbirinin yüzüne bakar.

Tam bu esnada gazetecilerden birisi ayağa kalkar ve yüksekçe bir sesle sorar;

“Peki Fransa 132 yıldır ne yaptı Cezayir’de, söyler misiniz?..”

Yaşanan bu olay karşısında ne yapacaklarını şaşıran Fransız yetkililer, Paris’in göbeğinde bu soruya nasıl cevap vereceklerini şaşırırlar.

Bir müddet sonra Fransız Sömürge Bakanı olan Robert Lacost ayağa kalkar ve der ki;

“Kur’an, Fransa ve laiklikten daha güçlü ise ben ne yapabilirim?..”

Evet;

“Kur’an; Fransa ve laiklikten daha güçlü” ise, ne yapsın Robert Lacost?..

Ve, önceki gün televizyonda “gözlerini belerten” ateist adam ne yapsın?..

Gayet iyi biliyorlar ki;

“Kur’an, tek reçetedir.”

Şimdi anladınız mı;

Niye “dindar nesil” istemediklerini?..

İstemezler... İsteyemezler!..

Çünkü; “Hak” gelince, “Bâtıl”ın zail olacağını çok iyi bilirler!..



Bir de “kendiniz” olun!

Bunlar nasıl “genç”tirler, nasıl “insan”dırlar, bir türlü anlayamadım. Acun Ilıcalı’nın programını seyrediyor musunuz?..

Ilıcalı, programının adını “Yetenek Sizsiniz” koymuş ama, ben onu “Yeteneksizsiniz” diye anlıyorum.. Çünkü, çoğu yarışmacı, “kendi kabiliyetlerini” göstermiyor, tam aksine “taklit” yapıyor...

Ya “ses”leri taklit ediyor, ya “hareket”leri...

O yüzden de, ekran; “Michael Jackson”larla dolu!..

Bir “rüzgâr” estiğinde, hemen “moda” oluyor...

Kimi “topçu” oluyor, kimi “popçu”luğa özeniyor!..

“Gençler” böyle de, “büyükler” çok mu farklı sanki?..

Gördünüz işte; Hrant Dink öldürülünce, herke sokağa fırladı ve başladı bağırmaya: “Hepimiz Ermeniyiz!”

Şimdi de, “yeni bir salgın” başlamış... Başbakan Tayyip Erdoğan, “tinerci bir gençlik değil, dindar bir nesil” istediğini açıkladı ya; başını “CHP’li gençler”in çektiği bir grup, başlamış birbirlerine mesaj göndermeye: “Hepimiz tinerciyiz!”

Tamam, istediğinizi olun!.. İster “Hepimiz Ermeniyiz” deyin, ister “Hepimiz tinerciyiz” deyin... Ama, hep “başkası” olmak yerine, bir defacık olsun, “kendiniz” olsanız, ne çıkar?..

Siz “maymun” musunuz, yoksa “papağan” mı?..

“Taklit”ten vazgeçip, bir defacık olsun “kendiniz” olsanız, günaha mı girersiniz?!?..









Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi