Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta?

Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta?

Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?

N.F. Kısakürek

Davetsiz misafir kapımı nasıl çaldı?

Okuduğunuz bu satırları ben söylüyorum eşim yazıyor, zira bendeniz şimdilik söylediklerimi kaleme dökme hassasından mahrumum.

Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Hastanesi Koroner Yoğun Bakım Ünitesi’nden sizlere sesleniyorum.

Altmışıma merdiven dayadığım şu günlerde bugüne kadar başka dostlardan sıkça duyduğumuz ve ancak “geçmiş olsun” dileklerimizi iletebildiğimiz “kalp krizi” adlı arkadaşla biz de tanışmış oluyoruz. Doğrusunu isterseniz kendileri bize davetsiz misafir olarak geldiler, kapımızı çalmadılar, “İster misin” demediler. Hani Zekâi Tunca “Bir gece ansızın gelebilirim” sözlerini nâmelere döküyor ya, kalp krizi sabahın 5’inde notasız ve rotasız olarak kapımı çalıverdi.

Allah’tan dağbaşında değiliz. Her ne kadar şehrin egzoz dumanı ve gürültüsünden bîzar olsak da hastane denilen nimet de bir barut atımı mesafede. Ver elini Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Hastanesi Acil Servisi. Bu yaşa kadar hiç hissetmediğim bir acı, göğsümün üzerinde adeta bir değirmentaşı var ve ben onun altında eziliyorum. Ameliyathane hazır ve beş doktorun gözetiminde kalbime operasyon, tıkalı damarlar açılıyor ve koroner yoğun bakımda zorunlu ikâmete tabi tutuluyorum.

Hastane personeli salonumuzdaki on yoğun bakım hastasının etrafında adeta pervane gibi dönüyor. Bu vakfı bırakan Bezmi Alem Valide Sultan’ın, bu vakıf üniversitesinin kurulmasına sebep olanların ve tüm çalışanların ebi ecdadı nur içinde yatsın diye dua ediyorum. Burada her şeyinizle çalışanlara teslimsiniz, öyle bir hizmet süzgecinden geçiyorsunuz ki, “İçinde insan sevgisi olmayanlar, hastalara bu hizmeti sadece para için yapamaz” diye düşünüyorum. Orada yeniden bir nefis muhasebesi yapma ihtiyacı hissediyorum.

Birisi felç geçirmiş olan ve karşımda yatan iki hastadan sabaha kadar “Allah’ım bize şifa nasip et, acılarımızı dindir” duasını ben de içime sindiriyorum ve tekrarlıyorum, “Allah’ım bize şifa nasip et, acılarımızı dindir.”

Burada acizliğinizi bir kere daha anlıyorsunuz. Çalacak başka bir kapınız yok ve o kapının önünde gözyaşı döküyorsunuz. Bir an üzerimdeki bembeyaz çarşaflara bakıp kendimi kefen giymiş bir ölü gibi hissettim. 29 yaşında beyni yüklediği fikri hamûleye dayanamayıp iflas eden ve öylece Hakk’a yürüyen Adapazarlı Selahaddin Şimşek’i hatırladım. Ne diyordu Şimşek, bin kitaba benzer sözlerinde “Kundak bir gün öleceklerin sarıldığı kefen, kefen bir gün doğacakların sarıldığı kundaktır; bütün yollar oraya çıkar.”

Ben bunları düşünürken gecenin karanlığını bir cankurtaranın siren sesleri yırtıyor, belli ki Bezmi Alem Valide Sultan’a yeni bir duacı var, birazdan yanık sesli bir müezzinin sabah ezanı başlıyor.

“Haydin felaha
Haydin felaha.”

Namazdan sonra eller gökyüzüne açılacak ve hep bir ağızdan şu dua yapılacak:

“Allahım dertlerimize deva
Hastalarımıza şifa nasib et.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi