Abdulkadir Özkan

Abdulkadir Özkan

Bürokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete

Bürokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete

BU ülkede uzun yıllar cumhuriyet kavramının demokrasiyi de içerdiği kabul edildi veya öyle sanıldı. Bu bakımdan krallıktan cumhuriyete dönüş ile birlikte sistemimizin demokratik bir nitelik kazandığı ileri sürüldü ya da böyle sanıldı. Halbuki cumhuriyetin kuruluşundan bu yana uzun yıllar geçmesi, tek partili hayattan çok partiliye geçilmesi, belli periyotlarla seçimlerin yapılması, yani halkın oylarına baş vurulmasına rağmen ülkemizdeki rejimin demokratik olmadığını artık görmeyen ve bilmeyen kalmadı. Daha doğrusu bürokratik diktatörlüğü uzun yıllar demokrasi olarak yutturmaya çalışanlar bile bugün gelinen noktada insan haklarına saygılı, tam demokratik bir cumhuriyetin oluşturulmasını alçak sesle de olsa seslendirmeye başladılar. Buna bakarak demokrasi etrafından ortak bir görüş oluştuğunu düşünerek sevinelim mi? Yoksa bu söyleme rağmen kafaların içi değişmediği, demokrasi ve özgürlükler derken bir takım kesimlerin sadece bu hakları kendileri ve kendileri gibi düşünenler için istediklerini bilmemize rağmen bu gerçeği görmezden mi gelelim?

Anayasalarımızda hep rejimin nitelikleri demokratik, sosyal, hukuk devleti olarak sıralanmış olmasına rağmen bu üç niteliğinde devlet hayatına geçirilemediğini gördük. Kısacası demokratik, sosyal ve hukuk devleti niteliklerinden soyutlanmış bir cumhuriyet bu topluma uygun görüldü. Halbuki uzun yıllar koyu bir tek parti diktatörlüğü uygulanan demir perde ülkelerinin adıda "Cumhuriyetti"... Söz gelemi Rusya'nın adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği olarak belirlenmişti ve tüm dünyada da bu adla anılıyordu. Denebilir ki 1900'lü yıllar krallıkların yıkılışının ardından belirsizliklerin sürdüğü yıllardı. Bu bakımdan krallıklardan demokratik cumhuriyetlere geçiş kolay olmadı. Kralların yerini pek çok ülkede seçilmiş diktatörler ya da darbelerle yönetimi ele geçirenler almaya başladı. Bu bakımdan Cumhuriyet tabiri faşizmi ve diktatörlüğü gizlemeye yarayan bir malzemeden öte geçemedi. Yani diyebiliriz ki pek çok ülkede devletin adı ne olursa olsun 20.asrın önemli bir bölümü faşist bir yönetimlerle geçirildi.

Zaman içinde bu dönem de kapanmaya, toplumlarda demokratik talepler yaygınlaşmaya başladı. Faşist yönetimler bu isteklere direnebildikleri kadar direnmeye çalıştılar. İşte bu direnme sonucu ortaya kuş mu devemi olduğu belli olmayan yönetim şekilleri çıktı. Dış görünüşü itibariyle egemenliğin halkta olduğu sanılan ancak halkın seçimden seçime sandık başına giderek iradesini göstermesinin fazlaca bir anlam taşımadığı yönetim biçimleri ortaya çıktı. Türkiye de bundan nasibini aldı.

Söz gelimi egemenliğin millette olduğu her fırsatta tekrarlandı ama halkın seçtiklerinin bir takım uygulamalarla asker-sivil bürokratların emrine girmesi sağlandı. Halbuki demokrasilerde esas olan halk iradesinin yönetim biçimini belirlemesi, halk iradesinin yönetimde egemen olması iken halk bir takım bürokratlar tarafından güdülmesi gereken sürü gibi algılandı. Halbuki kendileri de o sürünün bir ferdi oldukları halde bürokraside geldikleri noktaları kullanarak bazen rejimi, bazen devleti, bazen de devleti korumak adına halkın seçtikleri ya yönetimden uzaklaştırıldı ya da bir takım uygulamalar dikte ettirildi.

Öyle bir noktaya gelindi ki bürokratik oligarşinin hakimiyeti demokrasinin bir gereği gibi kabullenilmeye başlandı. Böyle olunca da zaman zaman asker-sivil darbeciler kendilerini güçlü gördüler. Bunu söylerken hiçbir zaman halkın çoğunluğunun bürokratik cumhuriyetten yana olmadığını unutmamak gerekir. Ancak, konumları gereği devlet gücünü ellerinde bulunduranlar halkın seçtiklerini topluma vatan-millet düşmanı gibi göstermeyi becerdiler. Çünkü, sivil sandığımız bir takım kesimlerden destekçileri vardı. Söz gelimi varlığını demokratik hukuk devletine borçlu olan medya içinde bu bürokrat hakimiyetine alkış tutanlar oldu. Bazen maddi bazen de manevi çıkarları bu kesimlerle örtüştüğü için demokrasi şarkıları söyleyerek diktatörlüğe zemin hazırladılar.

Bu bakımdan Başbakan Erdoğan'ın,"Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz" sözlerini önemsiyorum. Çünkü, seçilmişler atanmışların güdümüne sokulduğu sürece bu ülkede halkın isteklerinin yönetime egemen olmasını beklemek mümkün değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdulkadir Özkan Arşivi