Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kendimizi ne kadar tanıyoruz?

Kendimizi ne kadar tanıyoruz?

Viyana’yı alamadık ama Avrupa’nın yüreğine öyle bir korku düşürdük ki, 1534 yılında Viyana’daki St. Stephen Katedrali’nde, Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görmeleri halinde çan çalarak haber vermek üzere memurlar tayin edildi. Bu memuriyet, Viyana Belediye Meclisi’nce, “Artık Osmanlı tehlikesi kalmadığından, böyle bir memuriyetin gereği yoktur” gerekçesiyle ancak 1956 yılında kaldırıldı...

* Mütevazı Topkapı Sarayı, yükseliş dönemimizin ruhunu yansıtırken, Versay Sarayı’na benzetilmeye çalışılan Dolmabahçe Sarayı yıkılış döneminin gösteri ve gösteriş tutkusunu yansıtır. Tanzimat dönemi padişahlarından Sultan Abdülmecid tarafından Balyan ailesine yaptırılan bu saray için İngiltere’den külliyetli miktarda borç alınmış, 9 ton altın ve 41 ton gümüş harcanarak 1856’da inşa edilmiştir... Milletin ahı mı tutmuş, ne olmuşsa Sultan Abdülmecid, bu sarayda ancak birkaç yıl oturabilmiş, 1861’de vefat etmiştir.

* Fatih Sultan Mehmed devrinde, millet o kadar zenginleşmişti ki, varlıklı Müslümanlar zekâta muhtaç fakir bulmakta zorluk çekerlerdi. Bütün çabalarına rağmen zekât verebilecekleri bir fakir bulamayanlar, zekât parasını bir keseye koyar, üstüne “Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekâtımı verecek fakir bulamadım, eğer ihtiyaç sahibiysen hiç tereddütsüz bu parayı alabilirsin” diye yazarlardı.

Bazen kese üç ay kadar ağaçta asılı kalırdı.

¥ Rahmetli Necip Fazıl, yıllarca yayınladığı Büyük Doğu Mecmuası’nın kapağına Osmanlı devlet arması bastığı için 1950’li yıllarda “Saltanat propagandası yapmak” suçundan çıkarıldığı mahkemede kendini söyle savunmuştu:

“İçinde adalet dağıtılan bu binanın tepesinde de aynı Osmanlı arması var, peki siz de mi saltanat propagandası yapıyorsunuz?”

¥ Osmanlı asırlarının ihtişamlı günlerinde, Avrupa’ya “Türk modası” hâkimdi. O kadar ki, Paris sosyetesinin kadınları sarık sarar, hançer kuşanırdı. Evlerinde “Şark köşesi” bulundurmayan sosyete mensupları ise “modayı” tâkip etmedikleri için ayıplanırdı.

¥ Osmanlı padişahları teb’asını (milletini) “Allah’ın emaneti” olarak görür, böyle gördüğü için de akıl hastalarına bile değer verirlerdi. Avrupa akıl hastalarını “içine şeytan girdi”ği gerekçesiyle yakarken, Osmanlı, her eyalette yaptırdığı “bimarhane”lerde (akıl hastaneleri) hastaları musiki ve su sesiyle tedaviye çalışırdı (bu yöntemin etkili olduğunu modern tıp da söylüyor). Ayrıca temiz elbise giydirir, ceviz karyolalarda yatırırdı...

İşte bu yüzden, İstanbul’daki bimarhaneleri gezen Mongeri Pere, “Buralar Avrupa’nın ancak asırlar sonra ulaşabileceği hayal müesseleridir” demişti.

Küçük bir not: Akıl hastalarının tedavisinde musikiden yararlanmaya ABD ancak 1956 yılında geçebildi...

¥ Dünyada ilk yivli top kullanan ülke Osmanlı’dır: Sultan II. Bayezid döneminde icad edilmiş (tarih kitaplarımızda yivli topun 1868’de Almanlar tarafından icad edildiği yazıyor), etkin biçimde ise oğlu Yavuz Sultan Selim tarafından Ridaniye Savaşı’da kullanmıştır. Memlük ordusu bu toplar sayesinde kolaylıkla bertaraf edilmiştir...

Bu arada, o tarihe kadar, Büyük İskender ve Cengiz Han dâhil hiçbir hükümdarın geçemediği Sina Çölü’nü, Yavuz’un hiç zayiatsız on üç günde geçtiğini de unutmamak lâzım...

Kısacası Osmanlı, gösterilmek istendiği gibi bir “kılıç-kalkan ekibi” değil, son derece teknik bir devletti. Savaşlardan zaferle çıkmasını teknoloji üretmesine ve teknolojiyi son derece etkili biçimde kullanmasına borçludur.

Tabii bütün bunlara çok iyi örgütlenmiş istihbarat ve iletişim teşkilâtını da eklemek gerekiyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi