Taha Akyol

Taha Akyol

Öldürmeye geleni kazanmak

Öldürmeye geleni kazanmak

Okur her yazdığımı beğenecek değil ya, dün burada dillendirdiğim, “Başbakan en muhalif medyanın temsilcilerini bile gezilerine davet etmeli” mesajıma karşı çıkan da oldu. Bir okur, “Hocam, bir-ikisi de gelmeyiversin”dedi ve ekledi: “Geçmişte sizi de davet etmeyenler oluyordu, ne çabuk unuttunuz...”

Kindar bir insan değilim. Kimseye intikamcı hislerle yaklaşmadım, yaklaşmam. Geçmişte kendisine yapılanların hıncını hayat boyu sürdürenler vardır, ben onlardan değilim. Sevgilerim sürekli, nefretlerim ise anlıktır.

Medya, tanımı gereği, farklı görüşlere yer veren bir platform... Bakmayın siz bazı dönemlerde sadece tek bir sesin çıktığı görüntüsüne, her dönemde aykırı görüşler kendisine uygun bir zemin bulmuştur. Star’ın her hafta örnek sayılarını okurlarına hediye ettiği ‘Büyük Doğu’ dergileri sözgelimi; yayın hayatında bulunduğu sürenin neredeyse bütününde muhalif bir ses olmuştu.

Eleştiri görevini ‘her şeye karşı çıkmak’ olarak gören bir medya anlayışının bizde hakim görüş olduğunu biliyorum. Fîtarihinde birileri, “Basın dediğin, gazeteci dediğin ‘muhalif’ olur, hep eleştireldir” diye bir kural uydurmuş; o günden beri varlığını her şeye muhalefet etmeye borçlu kişiler etrafı sardı. Oysa gazeteci muhalefet edilmesi gerekene muhalif tavır sergiler, beğenilecek bir şeyi de beğenir...
Bizdeki ‘her şeye muhalif basın’ görüntüsü siyasetçilerin gazetecilere karşı tavırlarını da belirliyor. Şimdiye kadar gazetecilerden hazzeden bir tek siyasetçiyle karşılaşmadım; çoğu bizlere tahammül eder. İzleyebildiğim başbakanların bütün basını veya hiç değilse bir bölümünü karşısına aldığının yakın tanığıyım.

Rahmetli Özal insan ilişkilerinde çok genişti; fazla parlamaz, tepki vereceğine hislerini içine gömmeyi yeğlerdi. O bile gündemde bulunduğu on yılı aşkın süre içerisinde birkaç kez medya savaşının tarafı haline gelmişti.

Çankaya Köşkü’nde bir gün, henüz kullanıma girmiş nispeten küçük dizüstü bilgisayarında bir ‘demo’ çektikten sonra, bana, “Ekonomi konusunda önemli bir konuşma yapacağım, daha önce pek duyulmamış şeyler söyleyeceğim” demişti. İzmir’de, yakınlarda açılan Hilton Oteli’nde yapacakmış konuşmasını...
“Sizleri de çağıracağım” dedi bana.

Hayatta en rahatsız olduğum konuların başında bir sürünün parçası addedilmek gelir benim. “Sizler” dediğinde birbirine benzeşen gazetecileri kast ettiğini düşünerek, “Efendim, çağrılmasını isteyeceğiniz gazeteciler arasında ‘falanca’ da bulunacak mı?” diye her dönemin muhalifi olarak tanınanlardan -şimdilerde CHP’den milletvekili- bir ünlü gazetecinin adını andım.

Yüzünü ekşitti Turgut Bey, “O hep benim aleyhimde yazıyor” deyiverdi.

Konuşmasını dinlemek üzere İzmir’e gittiğimde, otele kaydını yaptıranlar sırasında o yazarın da adını gördüğümde sevinmiştim. Turgut Özal’ın o gün yaptığı önemli konuşmaya basınımızın her rengini temsil eden kalemler davet edilmişti. “Hep aleyhimde yazıyor” dediği yazarın ertesi gün çıkan övücü başyazısı Turgut Bey’i çok şaşırtmıştır sanırım.
Gazeteciler ve yazarlar da etten, kemikten ve sinirden oluşan birer insan; ayrıca egolarının da hayli güçlü olduğunu unutmayalım. Kendilerine karşı tavırlı gördükleri siyasilerle ilgili yazarken dengeyi muhalif söyleme doğru kaçırmaları biraz da bu yüzdendir. Başbakan veya bakan düzeyinde hep eleştirilere muhatap kalan bir yazar düşünün... Yazısını yazarken o sözlerden etkilenmemesi düşünülebilir mi?

“Tabii etkilenmemeli” diyenlerdenseniz, bizleri ‘ermiş’ sayıyorsunuz demektir.

Henüz siyasi yasaklı olduğu günlerde Güniz Sokak’ta kendisini defalarca ziyaret ettiğim Süleyman Demirel, kısa sürmüş (1991-1993) son başbakanlığı döneminde değil, ama Çankaya’ya çıktıktan bir süre sonra, beni kara listesine almıştı. Gazetemin Ankara temsilcisi olarak herkese açık toplantılara çağrılıyordum elbette, ama yurtiçi ve yurtdışı gezilerde üzerime çarpı konulduğunu fark ettiriyordu.

Mesut Yılmaz da öyle; gözünün beni görmek istemediğini sezince, ortak bir dostumuzla, “Bana tavır koyabilir, tamam, ama temsil konusunda gazeteme haksızlık yapmasın” mesajını göndermiştim. Gezilere gazeteden başka arkadaşları çağırmaya başlayınca mesajın ulaştığını anladım.

İstanbul’da olduğum bir gün, “Başbakan gazeteye gelecek” dediler. Yayın yönetmeninin odasına girildiğinde, Mesut Bey odanın benim bulunduğum yerine geldi ve o sebeple yanyana oturmamız gerekti. Benim kulağıma, ama başkalarının da duyacağı biçimde “Taha Kıvanç’a selâm söyleyin” dedi, “Bazen çok garip şeyler yazıyor...”

Ara sıra o günlerde yazdığım ‘garip şeylere’ göz atmam gerekiyor, bayağı doğru şeylermiş yazdıklarım... Siyasilerin ‘garip’ dediği, kendilerini o sırada rahatsız eden şeyler...

Rahatsız etmek için yazılan yazılar da vardır, varsın yazılsın; sonuçta halk oyunu kendi kanaatine göre kullanıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Taha Akyol Arşivi