Yazmamalıydım ama...

Yazmamalıydım ama...

Ayşe Böhürler hanımefendi, geçtiğimiz cumartesi Yeni Şafak'ta, "12 Eylül sonrası İslamcılar"ın hâlini anlatan samimi bir otokritik kaleme aldı.


Yazısının sonunu ise şöyle noktalamayı tercih etmiş: "Ahmet Turan Alkan'ın Şenlikoğlu röportajından yola çıkarak 'İslamcılar Özeleştiri Yapabilir mi?' yazısını okurken acaba A.T.Alkan 'Hiç içinde bulunduğu guruba içerden özeleştiri yapabilmiş midir?' diye sormadan edemedim. Yoksa eleştirilemeyecek kadar kusursuz mu görüyor her şeyi!"

Kıdemli bir okuyucum, herhalde Böhürler'in açık davetinden aldığı ilhamla, beni kendimle hesaplaşmaya davet ediyor: "Sol sizi okuyor mu? Kaale alıyor mu? Âleme nizamat vermek iyi de, sayın Emine Şenlikoğlu Hanım ile yapılan söyleşiden yaptığınız alıntıya isim vererek yazı yazanlara bir cevabınız var mı? Sayın Ayşe Böhürler Yeni Şafak'ta iç bünyeye dair de bir şeyler bekliyor. Şikeden nefret iyi [ama]ben o şahısları tanımam demek işi kurtarır mı? GS Avrupa'da kupa aldığında Türkiye'den temiz mı çıkmıştı? Hamaset iyi; koku fena olunca ben ilgilenmiyorum. İyi orta her zaman gol getirmiyor."

İslamcı özeleştirisinden bahsederken sözü, serîan şikeye ve GS'ın Avrupa şampiyonluğuna getirip bağlamak saçmalık gibi görünse de iç mantığı sağlamdır: "Takımın kazanırken iyi de, işler kötüye gidince şikeye karşı çıkmak ne derece ahlâkîdir?" demeye getiriyor.

Bu tür polemik davetlerinin benim açımdan tatsız tarafı, "Ama bakın, ben ne kadar tutarlı ve ahlâki omurgası düzgün bir adamım" diye insanın kendini savunmaya, işin daha fenası kendini savunurken sanki fazilet denilen değer, bileşik kaplar kanununa tâbi imiş gibi başkalarını erdemsiz göstermeye kalkışmaktır; bu tavrı doğru bulmuyorum, hoşlanmıyorum. Bizim fikrî iklimimizde polemik, "Ama sen de pek matah bir şey değilsin" tepkisine dönüşüveriyor bir hamle sonra.

Hâkimlerin güzel bir sözü var: "Biz kararlarımızla konuşuruz" diyorlar, yazar takımının tutarlığı da arşivinden kolayca anlaşılabilecek bir şeydir; siz farzedin ki "Amel Defteri". Neyse odur ve şahsi arşivimi tarayarak "bakınız ne yazmışım" demeyeceğim. Okuyucumu şahsi yargısı ile başbaşa bırakıyorum.

Ayşe Böhürler'in sözlerinde teknik bir ayrıntı var ki evvelen onu izah etmek lâzım, şöyle deniliyor: "...içinde bulunduğu grup". Buradan çıkarılacak ilk mânâ, Zaman Gazetesi ve dolayısıyla Hizmet hareketi olsa gerektir. "İslâmcılar özeleştiri yapabilir mi?" sorusuna, "Peki sen Hizmeti eleştirdin mi?" diye mukabelede bulunmak ne kadar âdil ve mantıklıdır, bilmiyorum. Benim ilk zihnî intisâbım Ülkücülük hareketiydi; fikrî nesebime dair yazdığım ve konuştuğum şeyler, pek de matah şeyler olmamalı ki, şimdilerde bu fikriyatı Meclis'te temsil edenler muhtemelen yolda görseler selam bile vermezler. Canları sağolsun, ne onların, ne başkalarının partisinde, hattâ siyâsî kariyerin kendisinde gözüm var; olanları da sırf bu sebeple hiç ta'n etmedim. Celâdetten sayılmasın ama rahat söz söyleyebilme hürriyetime hep dikkat etmeye çalıştım. "Tavk-ı esâret", yazar takımı için pek iyi bir şey değildir ve tenkid kalemini tam işletmeye başlayacakken ansızın hâtıra geliveren, "Falan büyüğüm ne der, filan abi ne düşünür, acaba beyefendi buruşurlar mı?" gibisinden iç telkinler, yazının kimyâsına tesir eder.

Zaman Gazetesi, yirmi seneye yakın yazdığım yer, yıllar içinde gazetemle aramda benim için kıymetli bir saygı-sevgi hukuku hâsıl oldu, bununla övünebilirim. Bu hukuk çerçevesinde tenkide layık gördüğüm şeyleri sabredip kendime saklamadım, recülü kimse ona söyledim, hâlâ söylüyorum. Gazetem de, Hizmet camiası da elbette hatâ yapar. Söz gelişi üslûpta, hizmetin öncelikli gördüğü hususlarda, Cemaatin estetis kavrayışında eleştirilecek şeyler bulunması pek tabiidir; tabii olmayan şey bunları Zaman'da yayımlamamak değil, sorumlusuna duyurmak yerine kendime saklayıp sağda-solda dedikodusunu yapmak olurdu.

Böyle şeylerden bahsetmek zorunda kaldığım için kendimden utanıyorum desem yeridir.


[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi