Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Postmodern Kazıklı Voyvoda: Çevik Bir

Postmodern Kazıklı Voyvoda: Çevik Bir

Meral Akşener’i kazığa oturtacaklardı değil mi? Akşener’in o güne ilişkin söyleyeceği çok söz olmalı. Bu davanın bir ucu Susurluk’a uzanır söyleyeyim. Ağar’a gider işin ucu. Çiller’e gider. Demirel’e uzanır işin ucu.. “Postmodern Kazıklı Voyvoda” Çevik Bir ile kalmaz.. Sahi, ne günlerdi o günler..

Size bir tanıklığımı anlatayım.. Hani 28 Şubat’ta, ünlü bir “Sincan kapalı salon toplantısı” var ya. O toplantının asıl konuşmacısı bendim. Davetiyede benim adım yazıyor.. O gün sesim kısıldığı için Ankara’ya gidemedim, son gün olunca toplantıyı iptal etmek yerine, Kudüs Gecesi gibi bir şeyler yapalım, şiirler, konuşmalar, skeçlerle geceyi yapalım fikri ağır basıyor ve bu iş Nurettin Şirin’e kalıyor. O da İran elçiliği kültür merkezinden filan birtakım afişler, müzik kasetleri alıp geliyor..

Benim yerime Şirin yattı 7,5 yıl..

Bir gün sonra, daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanı olan Erdal Ceylanoğlu aradı. “Kim haber verdi” dedi. “Kimse vermedi” dedim. “O zaman niye gelmedin” dedi, “sesim kısılmıştı” dedim. O zaman NTV’de bir haber tartışma programı sunuyordum ve bir hafta öncesinde “gece horlaması” sebebi ile küçük dilimden SSK Samatya Hastahanesi’nde bir operasyon geçirmiştim.. Ameliyat yeri hızla iyileşti ve o geceden bir gün önce de NTV’deki programa çıkmıştım. NTV’deki programda sanırım yara yeri tahriş oldu ve dilimde şişme meydana geldi ve sesim de tamamen kısıldı ve ben de bu sebeble, hiç sesim çıkmadığı için Sincan’a gidemedim.. Aradım; “isterseniz geleyim ama sesim hiç çıkmıyor” dedim.. Ceylanoğlu, bir gün sonra aradığında “ama şimdi sesiniz çıkıyor” dedi. Evet, abse dağıldı dedim..

Erdal Ceylanoğlu, “Sizinle görüşmek istiyorum” dedi. Ben de “buyurun” dedim. Adam kalktı geldi.. Hani götüreceklerse, tepeden birinin götürmesi daha iyi olur diye düşünüyordum. Polis götürecek, ifademi alacak, Jandarmaya teslim edecek, onlar sorgulayacak, sonra Ankara, uzun iş.. En azından kim nereye götürdü belli olur diye düşünüyordum. “Kesin içeri alırlar” diye hazırlıklı gittim görüşmeye.. Mekanda emekli bir general ve müteveffa bir işadamı da vardı.. “Nasıl olsa alacaklar” diye düşünüyordum ve lafı eğip bükmemekte kararlıydım.. Zaten kıyafetim nezaret şartlarına uygundu.. O gece birçok şeyi konuştuk. Laiklik, ordu, irtica, cumhuriyet, M. Kemal, kurban derisi..

Telefonlarımı dinlemişler. Arkamda bir devlet ve örgüt olmadığını, beni alıp götürdüklerinde çocuklarıma bakacak kimse olmadığını söyledi. “Neye güveniyorsun” dedi. “Hasbunallahu ve niğmel vekil” dedim. Durdu ve “seni soruşturmaya dahil etmeyeceğim” dedi. Etmedi de.

Döndüm eve geldim, gelmesine de.. İçime bir kurt düştü. Planım boşa çıktı. Beni almadılar, ama ya sokakta başıma bir şey gelirse.. Arkası arkasına operasyonlar yapılıyor, her gün yeni bir dava, haftada beş gün, bazan günde beş defa mahkemeye çıkıyorum.. Epey zaman geçti. Kıvrıkoğlu göreve geldi. “Sürecin 1000 yıl süreceğini, irtica ile yeşil sermaye arasındaki bağları keseceklerini” filan söyledi. Ben de oturdum Kıvrıkoğlu’na bir mektup yazdım.. “İrtica ile yeşil sermaye arasındaki bağları ben kuruyorum, Eyyüp Sultan, Beyazıt, Cuma namazı, Sultanahmet’teki eylemlerin tümünde benim çağrım, konuşmalarım var” dedim. O zaman MÜSİAD da danışmandım. “Yeşil sermaye ile irtica arasındaki bağları da ben sağlıyorum. Bunları niçin ve nasıl yaptığımı size anlatmak istiyorum” diye randevu talep ettim. Ama şartlarım da vardı. Sakallıyım, kravat takmam ve hanımlara dokunmam.. Ne zaman, nerede derseniz sizi ziyaret etmek istiyorum. Arzu ederseniz, o zamanki MÜSİAD’ın mali işlerden sorumlu genel başkan yardımcısı Natık Akyol’u da alıp gelebileceğimi söyledim ve Natık’ın da imzasını dilekçeye aldım.

Hani bir şey yapacaklarsa yapsınlar.. Öyle beklemeyeyim.. Ben olayın üzerine gitmekten, yüzleşmekten yanayım.. Allah yardım eder. Korkunun ecele faydası yok..

O zaman Kıvrıkoğlu ile ilgili olarak onu tanıyan biri; “Namaz kıldığını görmedim ama, namaz kılana karışmaz ve kışla içindeki mescidleri de tamir ettirir, baktırır” demişti.. Oradan da belki bir vicdan kırıntısı vardır diye aklımın bir ucunda bir düşünce de yok değil..

Önce cevap vermediler.. 15 gün sonra aradım. “Niye cevap vermiyorsunuz, savcılığa gönderdik diyin, randevu vermiyoruz diyin”, dedim. O günlerde Kıbrıs’ta bir tatbikat sırasında bir “kaza kurşunu” görüntülü muhtemel bir “suikast olayı” yaşanmıştı.. Onu gerekçe göstererek “cevap verilecek” dedi. Bir hafta sonra da beklenen cevap geldi. 1 satır, 2 kelime: Özetle, “Randevu talebiniz uygun bulunmamıştır” deniyordu. Yine başaramamıştım.

Bir hafta sonra Genelkurmay’dan aradılar ve bu defa beni Genelkurmay’a davet ediyorlar, ardından güneydoğuda bir basın gezisine, daha sonra da İstanbul’da Harp Akademileri ve Milli Güvenlik Akademisi’nde 15 gün sürecek bir bilgilendirme toplantısına davet ediyorlardı..

Tamam da, yine köşe doldu.. Arkası yarın.

Selâm ve dua ile..





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi