Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

28 Nisan olmasaydı, 28 Şubat’tan hesap sorulamazdı!

28 Nisan olmasaydı, 28 Şubat’tan hesap sorulamazdı!

Hepsi üst üste geldi... “Acaba hangisini yazsam?” diye düşünürken, birden bire aklıma geldi... “İkisini de yazsana!”
Öyle ya;
Birbirlerinden “farklı” gibi görünseler de, aslında, iki olayın da “örtüşen” tarafları çok!..
Evet, “27 Nisan e-muhtırası”ndan ve “28 Şubat Postmodern Darbesi”nden söz ediyorum.
Malûm;
Dün, “e-muhtıra”nın verildiği “kâbus dolu gece”nin “5. yıldönümü”ydü...
5 yıl öncesinin 27 Nisan gecesinde; dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, daha sonra “Ben kaleme aldım” dediği “e-muhtıra”yı TSK’nın internet sitesine koyacak ve orada “çok bozuk bir Türkçe” ile kısaca şunları diyecektir:
“Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.
(...)
Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir.
Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur.
Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.
Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”
EKRANDAKİ “EMBEDDED”LER!
Genelkurmay internet sitesine 27 Nisan 2007 gecesi saat 23.10’da konulan bu metin, bütün Türkiye’de bomba etkisi yaptı.
Kamuoyu, televizyonların altyazılarından geçen “e-muhtıra”yı anlamaya ve “Neler oluyor” diye sormaya başlamıştı ki, televizyon ekranları “embedded” gazeteciler yani “askere iliştirilmiş” gazetecilerle dolmaya başladı.
Çoğunun görüşü şöyleydi:
“Hükümet, askerin bu mesajını almalı ve bir an önce istifa etmelidir!.. Aksi halde, bu muhtıra, sıcak bir darbeye dönüşebilir... Asker, bu defa ciddi görünüyor!”
O gece ekranlarda “asker yalakalığı” yapan gazeteciler zannediyorlardı ki, karşılarında “Höt” deyince gidecek bir hükümet vardır.
MUHTIRAYA KARŞI MUHTIRA!
Ne var ki;
“Kâbus”la geçen o gecenin sabahında, daha doğrusu “öğleden sonra”sında, yani 28 Nisan 2007’nin saat 15.15’inde, dönemin Adalet Bakanı, aynı zamanda “Hükümet Sözcüsü” olan Cemil Çiçek tarafından “e-muhtıra”ya karşı, hayli sert ifadelerle şu açıklama yapıldı:
“Başbakan’a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın, herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik hukuk devletinde düşünülemez.”
Hükümet tarafından hazırlanan, Cemil Çiçek tarafından okunan açıklama şöyle devam etti:
¥ “Genelkurmay Başkanlığı tarafından çeşitli konulardaki görüşlerini ifade eden bir açıklama basın yayın organlarına gece yarısı verilmiş ve Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayımlanmıştır. Bu açıklama hükümete karşı bir tutum olarak algılanmıştır. Kuşkusuz, demokratik bir düzende bunun düşünülmesi dahi yadırgatıcıdır. Öncelikle söylemek isteriz ki, Başbakan’a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması, demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez.
¥ Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin emrinde, görevleri anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur. Bu metnin basın yayın organlarına verilmesi ve Genelkurmay’ın internet sitesinde yayımlanmasındaki zamanlama manidardır.”
Açıklama bu minval üzere devam etti... Ama, özü ve özeti şuydu:
“Sen Başbakan’a bağlı bir kurumsun, böyle açıklamalar yapmak senin haddine düşmez!.. Haddini bil ve kendi işine bak!”
KIRILMA NOKTASI
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde belki de ilk defa askere böyle bir karşılık veriliyordu.
Herkes şaşkın ve mosmordu...
Özellikle, “asker geliyor” umuduna kapılıp, “asker yalakalığı” yapmaya başlayan “embedded” gazeteciler büyük şok yaşıyordu.
Onlar zannediyorlardı ki;
“E-muhtıra”dan sonra Hükümet pılını-pırtısını toplayacak ve görevi bırakacaktı...
Demirel öyle yapardı ya...
“Fötr şapkası”nı alır giderdi ya... Zannettiler ki, Tayyip Erdoğan da gidecek!..
Ama Erdoğan, “gitmek” yerine “karşı taarruz”a geçti ve bu “muhtıra”yı hazırlayanlara “Haddinizi bilin” dedi; “Haddinizi bilin ve oturun oturduğunuz yerde!”
İşte bu “çıkış” ve “dik duruş”tur ki; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir “kırılma noktası”dır!..
Eğer o gün, yani 28 Nisan 2007’de “muhtıraya karşı muhtıra” verilmemiş olsaydı, bugün; ne “Ergenekon operasyonları” yapılabilirdi, ne “Balyoz’a darbe” vurulabilirdi, ne de “28 Şubat Cuntası”ndan hesap sorulabilirdi.
Bakmayın siz;
Kemal Kılıçdaroğlu gibilerin; “12 Eylül’den hesap soruyorsunuz, Ergenekon’dan hesap soruyorsunuz, 28 Şubat’tan hesap soruyorsunuz, peki 27 Nisan’dan niye hesap sormuyorsunuz” dediğine...
Her şeyin bir sırası var... Herhalde “27 Nisan e-muhırası”na da sıra gelecektir...
Unutmayalım ki;
Kafalara “fitne” sokmaya çalışan bu zihniyet, daha önce de; “Kandırmayın insanları, 12 Eylül Darbesi’nden hesap soramazsınız!” diyorlardı.
Soruluyor işte!..
Şimdi de, “27 Nisan” diyorlar!..
Ondan da hesap sorulur.
ANDIÇ VE BRİFİNG!
Daha düne kadar;
“Sıkıysa 28 Şubat’tan hesap sorun” diyenler, şimdi ne düşünüyorlar acaba?..
Öyle ya;
Org. Çevik Bir içeride!..
Org. Erol Özkasnak içeride!..
Org. Fevzi Türkeri içeride!..
Korg. Yıldırım Türker içeride!..
Biliyorsunuz, önceki gece tutuklanıp Sincan Cezaevi’ne konulan eski Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri’yi önemli kılan “2 icraatı” var...
Birincisi “andıççı” olması,
İkincisi de “brifingçi” olması!..
Evet, “andıççı”ydı... Akın Birdal’ın vurulması ve bazı gazetecilerin kovulmasıyla sonuçlanan... Gazetemiz Akit’i de “PKK işbirlikçisi” gösteren “sahte belge”nin altında “imza”sı olan adamdır Org. Fevzi Türkeri... Kendisi; “psikolojik harp tekniği”ni çok iyi kullanır, gazetecileri sık sık karargâha çağırıp ayar verirdi...
Aynı zamanda “brifingçi” idi...
28 Şubat Süreci’nde “gazeteci”lere, “iş adamları”na ve otobüslerle karargâha getirilen “yargıç”lara “brifing”ler veren ve bu brifingleri ertesi günkü gazetelerde “Muhtıra gibi” başlıkları ile çıkan Fevzi Türkeri, salondan yükselen “alkış”lar arasında diyordu ki;
“Rejim tehlikede!..
Şeriat devleti yolda!..
Laikliğe sahip çıkalım!”
Kimden istiyordu bunları?..
“Medya”dan,
“İş adamları”ndan
Ve “yargıç”lardan!..
Onlar da; “Yaşşa!.. Varol!.. Bravo” haykırışları ve ayağa fırlayıp avuçlarını patlatırcasına yaptıkları alkışlarla diyorlardı ki;
“Arkanızdayız!”
HAYRET!.. PKK SALDIRMAMIŞ!
“Brifing”lerin ve dolayısıyla “cuntacı askerler”in arkasında, sadece “medya, iş adamları ve yargıçlar” yoktu elbette...
Çok enteresandır ki, PKK da cuntanın arkasınaydı!..
Takvim’den Ergün Diler’in yazdığı gibi;
“Bankalar tek tek hortumlanırken, koca koca paşalar Erbakan’la uğraşırken, askerin motivasyonu irticaya kaymışken, acaba, terör örgütü fair-play mi ilân etmişti?..
İlginçtir; 28 Şubat öncesinden başlayıp, hükümetin düştüğü Haziran ayının sonuna kadar hiçbir terör saldırısı olmamış... Ne hikmetse şehit verilmiyordu o dönem!.. Analar ağlamıyordu!.. Sanki, bilinmeyen bir güç, kan akmaması için devredeydi!..”
Enteresan değil mi;
Sadece “alkıştan kızaran eller” değil, “teröristler” de destek vermiş “darbe cuntası”na!..
Gelin, görün ki;
O günlerde “hınca hınç dolu salon”a “brifing” veren Fevzi Türkeri, önceki gün, önce savcıya, sonra hakime “tek kişilik brifing” verdi ama bu defa inandırıcı olamadı!
Sincan’da başlattıkları süreç, yine Sincan’da son buldu.
Ama, yine diyorum ki;
Eğer 27 Nisan’daki “e-muhtıra”ya karşı 28 Nisan günü “karşı muhtıra” verilmeseydi; “tak-şak”çılar da, “şakşakçı”lar da ensemizde boza pişiriyor olurlardı!..
Onun içindir ki;
28 Nisan tarihi, “Sivil Muhtıra”nın verildiği gün olarak geçmiştir tarihe... “28 Nisan” olmasaydı, “28 Şubat”tan hesap sorulamazdı... Hiç endişeniz olmasın; bir gün gelir, “27Nisan”dan da hesap sorulur.
27 Nisan’ın “Silahlı Kuvvetleri”nden ve onları alkışlayan “Kalemli Kuvvetleri”nden!..


Tutuklu vekiller
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in çabalarını merak ve ilgiyle izliyorum... “Tutuklu milletvekilleri” meselesine çözüm bulabilmek için, kapı kapı dolaşıyor...
Bir CHP’nin kapısını çalıyor, bir MHP ve BDP’nin!..
Eğer “uzlaşma” sağlanabilirse, Meclis’e bir kanun teklifi verilecek ve böylece “tutuklu vekiller”in dışarı çıkıp, Meclis çalışmalarına katılması sağlanacak...
Bu çalışmalara, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de; “Seçilmiş milletvekillerini Meclis’te görmek isterim” diyerek destek veriyor.
Anlayacağınız, mesele olgunlaşıyor... Derken, bir CHP’li milletvekili, “TCK’nın 108. Maddesi”ne bir fıkra eklenmesi için kanun teklifi vermiş... Özü ve özeti şu: “Milletvekili seçilen biri; gözaltında veya cezaevinde olmasına bakılmaksızın salıverilir!”
İyi, hoş da; aynı yönteme PKK veya BDP de başvurursa ne olacak?.. Mehmet Haberal’ın, Mustafa Balbay ve Engin Alan’ın, “hangi maksatla” aday gösterildiğini biliyoruz...
Amaç, “Silivri’den adam kaçırmak”tı!..
Peki, BDP’liler de İmralı’daki Abdullah Öcalan’ı aday gösterirler ve seçtirirlerse ne olacak?.. Bu kanunun, “don lastiği” gibi her tarafa çekilebilecek ifadelerle değil, “net” ifadelerle belirlenmesi lâzım... Aksi halde, zararını AK Parti çeker!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi