Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Çevik Bir Yüzbaşı ordudan nasıl atıldı?

Çevik Bir Yüzbaşı ordudan nasıl atıldı?

Çevik Bir yüzbaşı ordudan nasıl atıldı?

Çevik Bir, Türk ordusunda çok sevilen, disiplinli, vazifesini müdrik bir yüzbaşı idi. Defalarca üstleri tarafından takdir belgesi ile onurlandırılmış ve verilen ödülleri çerçeveletip evinin başköşesine asmıştı. O duvar, çocuklarına bırakacağı en değerli mirası barındırıyordu bünyesinde. Eşi, kayınpederi, kayınvalidesi her fırsatta onunla iftihar ettiklerini söylüyorlar ve onun mutluluğuna mutluluk katıyorlardı. Şark hizmeti sırasında eşkıya ile sayısız çatışmaya girmiş, defalarca ölümden dönmüştü. Bir defasında aldığı kurşun kalbine çok yakın bir yerde olduğu için yerinde bırakılarak yeniden batıdaki bir birliğe gönderilmişti. O kurşunu vatana hizmetin bir nişanesi olarak taşıyacak ve arkadaşları arasında gazi olarak anılacaktı. Dağlarda ölümle arkadaş olmuştu adeta. Doğudan ayrılışının 4. ayında bir gün komutanı olan albay onu çağırdı odasına:

- Bak Çevik yüzbaşı, seni çok severiz bilirsin. Vatan için çok savaştın. Çatışmalara girdin, ölümle kol kola çok dolaştın. Dosyanda kalbinde de bir kurşun taşıdığın yazılı. Seni kaybetmek istemiyoruz.

Bu tuhaf sözler üzerine Çevik Bir yüzbaşı albaya sordu:

- Albayım, bir kusurum mu var acaba?

Albayın söyleyeceği sözlerin ağırlığı altında ezildiğini hissetti birden:

- Albayım, merakta bırakmayın ne olur.

- Dosyana baktım, eşin başörtülü imiş.

- Evet, ne var bunda.

- Ve sen de 5 vakit namaz kılıyormuşsun.

- Evet, doğrudur kılıyorum.

- Biliyorsun Türk ordusunda namaz kılmak iyi karşılanmıyor. Mürteci filan diyorlar adama.

- Albayım, anlayamadım dedi Çevik yüzbaşı. Namaz kılmak Türkiye için neden tehdit olsun ki?

- Genelkurmayımız böyle düşünüyor. Ayrıca senin bugüne kadar hiç içki içmediğin de yazılı dosyanda.

- Evet içmiyorum da, albayım bu benim özel hayatım, Genelkurmayı neden ilgilendiriyor? Eşimin başörtüsü hakeza özel hayatımız, bundan size ne?

- Biz senin komutanın değil miyiz?

- Evet albayım benim komutanımsınız, ama eşimin komutanı değilsiniz.

- Bak Çevik yüzbaşı sana son teklif, bu da benim değil kurumsal olarak ordunun teklifidir. Eşin başını açacak ve sen de içkili bir baloda içki içeceksin. Ve görevine devam edeceksin. Aksi takdirde ordu ile ilişiğiniz kesilecektir!

Çevik Bir yüzbaşı birden sendeledi ve en yakın koltuğa yığılıverdi. Eşkıyanın kurşunu bile bu kadar öldürücü gelmemişti. Bu sözler adeta kalbine saplanmıştı.

Döndü ve albaya:

- Albayım, istediğiniz an görevime son verebilirsiniz. Benden yapamayacağım şeyler istemeyin lütfen. Keşke dağlarda ölseydim de bu teklifi sizden duymasaydım. Duyduklarım ölümden daha acı geldi bana.

Sonra sendeleyerek yerinden kalktı. Dışarı çıkarken albayın:

- Sen gene de teklifimi düşün, bunca yıllık emeğin boşa gitmesin, dediğini duymuştu.

Ve o yılki Yüksek Askeri Şûra’dan aşırı disiplinsizlik suçlaması ile ordudan ilişiğinin kesildiğini öğrendiğinde bu ona sürpriz olmamıştı. Artık ruhen hazırdı. Evet o hazırdı ya evdekiler? Çocukları, onunla iftihar eden kayınpederi, kayınvalidesi, onlar ne diyeceklerdi bu işe? Fazla düşünmedi. O bu yola çıkarken zor sınavlardan geçeceğini biliyordu. Ama ikinci darbeyi evde yiyeceği hiç hesaba dahil edilmemişti: Emekli dahi edilmeden onca yıllık emeği bir anda silinen Çevik Bir, hemen iş aramaya koyuldu. Bütün kapılar bir bir yüzüne kapanıyordu. Ordudan irticai faaliyet nedeni ile atılanlara belediyeler başta olmak üzere, tüm devlet dairelerinin kapıları kapanıyordu. Onlar dağdaki eşkıyadan bile haindiler(!) ve açlığa mahkûm edilmeli idiler!

Çevik yüzbaşı, onurlu bir adamdı. Her yer yüzüne kapanınca pazarlarda seyyar satıcılığa başladı. Bir akşam eve geldiğinde her yeri boşalmış buldu. Bir masanın üzerinde eşi şu notu bırakmıştı:

- Babam ve annemin ısrarı ile gidiyorum. Biz bir yüzbaşıya kız vermiştik, pazarda satıcılık yapan birine değil, dediler. Çoluk çocuk bu yükü taşıyamayacağız. Bir süre ayrı yaşayalım. Bu ikimize de iyi gelecek.

Çevik Bir’e bu mektup hayatta yediği en ağır darbe olacaktı. Hançer hiç ummadığı yerden vurulmuştu karar verdi. Eşinin ardı sıra gitmeyecekti, ama ya çocukları? Onların ne günahı vardı?

Ertesi günü hayata daha bir sıkı tutundu? Artık sadece işi vardı. Çalıştı, çalıştı, çalıştı. Bu arada kendisi ile aynı kaderi paylaşan Erol Özkasnak adında bir arkadaşının da eşinin evini terk ettiğini öğrendi. Onun durumu daha da vahimdi. Zira bütün kapılar yüzüne kapanan Erol Özkasnak astsubay, çöplerden kâğıt toplamaya başlamıştı ve eşi bu durumu kendisini aşağılayıcı bulduğu için evi terk etmişti. Allah’tan onların çocukları yoktu. Çevik Bir tam 15 yıl bağrına taş bastı. Ne eşine, ne çocuklarına gitti. Ve devir değişti, köprülerin altından çok sular aktı, hakları iade edildi. Kıdemli albay rütbesi ile bir devlet dairesinde göreve başladı. Çevik Bir albay, aslında o üniformayı bir daha asla giymeyecekti. Önceki kararı buydu. Fakat, kendisine o iğrenç teklifi yapan albayın bir general olarak kelepçelenip Silivri’ye gönderilmesi onu bu kararından vazgeçirdi. Zira suç, o üniformanın değil, onu kirletenlerindi. Bir gün evinin kapısı çalındı, açtı, gelenler eşi ve çocukları idi.

.........

Devamını yazamadım, siz olsaydınız finali nasıl yapardınız? Bu olay aynen yaşandı. Sadece o yüzbaşının adını gizledim ve onun yerine ona bu zulmü reva gören komuta kademesinden Çevik Bir paşanın adını verdim. Erol Özkasnak da aynı şekilde birebir yaşanan hikâyemizde rol aldılar. Yani zalimlerle mazlumlara küçük bir takdim-tehir yapıldı.

Çevik Bir albay, o gün eşi ve çocuklarını misafir olarak ağırladı ve eşine:

- Bu son gelişin olsun, beni kalbimden vurdun, dedi.

Çocuklarını ise affetti ve onlarla 15 yıl sonra ilgileniyor. Büyük oğlu da teğmen rütbesi ile orduya katıldı. Geç de olsa babaları ile kavuşmanın heyecanını yaşıyorlar. Erol Özkasnak astsubay ise taa o günlerde eşinden boşandı.

Ve yeni bir düzen kurdu. Evlendi, dört çocuğu var. Onun bir numarası da teğmen olarak orduya katıldı. O da şerefli insanların o safları doldurması gerektiğini düşünüyor.

Onlar erdi muradına, ama yıllar sonra! Sabırla koruğu helva yaptılar, biz çıkalım kerevetine!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi