Mehmet Şeker

Mehmet Şeker

Muhafazakar tarih kurgusu?

Muhafazakar tarih kurgusu?

Türkiye'de siyasal yapı, genel geçer ölçülerde "normalleşme"ye doğru evrilirken bu siyasal yapıyı doğuran tarih de yeniden gözden geçiriliyor. Hatta bu gözden geçirme çabalarına tarihin yeniden kurulması da denilebilir.

Resmi yakın tarih yazımının parametrelerini belirleyenin Türk modernleşmesinin Ortodoks rengi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Osmanlı sonrası Türkiye'nin siyasal tarihi, resmi tarih söylemi içinde adeta kutsanmış bir dönemdir. En azından çok partili hayata kadar olan dönem, -1938 sonrası için bazı eleştiriler olsa da- dokunulmazlığı olan bir tür "asr-ı saadet" dönemidir. Zira din, devlet ve toplum ilişkileri bağlamında bu dönem Cumhuriyet elitiyle Türk tarihinde yeni bir evreye geçildiği; halkın cehaletin karanlığından modernliğin, bilimselliğin, aydınlığına çıkarıldığı bir dönemdir. Jakoben laiklik modeli de bireysel dini yaşama çabalarını bile düşman sayan bir ortodokslukla maluldür. Toplumu modernleştirme, uygarlık ışığına kavuşturma projesinin bedelinin ne olduğu ise sorgulanmaktan vareste tutulmuştur.

Tek parti dönemi uygulamaları üzerinden kurulan yeni siyasi tarih söylemi daha çok siyaset üzerinden, polemik boyutu öne çıkarılarak yürütülüyor büyük ölçüde. Siyaset polemiği üzerinden yapılan yeni tarih bakışı, daha doğrusu söyleminin, halk nezdinde karşılık bulduğundan kuşku yok. Resmi yakın tarih kurgusu ile geniş halk kesimlerinin hafızası farklı gerçekliklere tekabül ediyor çünkü.

Ak Parti'nin siyaseti yeniden dizayn eden fonksiyonu ile siyasal ve ideolojik olarak tekabül ettiği post-Kemalist söylem yakın tarihin yeniden kurulmasını da belirliyor. Bu durumda iki farklı tarih söylemi öne çıkıyor. Birincisi, iç politikaya yönelik gerçekleri açığa çıkarma iddiasıyla, önemli bir kırılmaya işaret eden tarih yorumu. Diğeri ise dış politikada sürekliliğe vurgu yapan, "yurtta sulh, cihanda sulh" söyleminin devamlılığına işaret eden politika.

İç politikadaki radikal kırılmaları öne çıkaran tarih yorumu kabaca şu tespitlerden hareket ediyor: Her ne kadar bugünkü CHP ile hesaplaşmak şeklinde gerekçelense de aslında kendini toplumun üstünde gören seçkin kibrinin tarihsel uygulamaları ile hesaplaşmayı amaçlıyor. Özellikle tek parti döneminde camilerin satılması, başka amaçlarla kullanılması, depo, kışla hatta CHP merkezi yapılması, dini görünümün hayattan silinmesini amaçlayan toplum mühendisliğinin en somut uygulamaları arasında idi.

Başbakanın tek parti dönemi için dile getirdiği bu hatırlatmalar, sağcı ve muhafazakar entelijansiya açısından durumun trajikliğine işaret etmektedir. Siyasilerin açtığı yoldan giden akademisyen, yazar, entelektüel cenahtan söz ediyoruz. Söz gelimi satılan camiler konusunda, -bunca akademik kadroya, kalem erbabına karşın- akademik tez sayısı bile nerdeyse yok hükmündedir.

Dış politikada devlette süreklilik tezini işleyen hükümet, iç politikada radikal bir kırılmadan söz ediyor. CHP'nin tek parti uygulamaları, hatta Dersim gibi kendi halkını bastırma girişimleri gündeme geldikçe bu kırılma tezini destekleyen örnekler çoğalıyor. O dönemin radikal uygulamaları konusunda hiç de malzeme sıkıntısı çekecek değil.

Tam bu noktada, Türk modernleşmesinin ortodoks özelliğini; laiklik uygulamalarının jakoben yapısından kaynaklanan uygulamaları tek parti dönemi ile sınırlanamayan devletin din-devlet ve toplum ilişkileri söz konusu olduğunda süreklilik arz eden karakterini görmemekle malul bir yaklaşımdan bahsedebiliriz. Bir tür partizanlık kaygısı öne çıksa da, çok partili dönemle tek partili dönem somut verilerle kıyaslandığında pratik uygulamalardaki kimi yumuşama pratiği, tarih kurgusunun en büyük zaafını oluşturuyor.

Camilerin satılmasını, yıkılmasını isteyen toplum mühendisliğinin arkaplanında yatan gerekçe, toplumun başta aşağıya doğru sekülerleştirilmesi adına dinin hayattan sürülmesidir. Demokrat Parti ile başlayan uygulamalardaki kısmi yumuşama sistemin temel tercihlerinde bir kırılmaya işaret etmiyor. Tam aksine toplumla daha barışık, daha toplumsallaşma imkanı elde eden bir modernleşme ve sekülerleşme projesinin devreye girmesine işaret eder.

Ezanı asli haline döndüren Demokrat Parti iktidarı, AKP ve dolayısıyla muhafazakar kitle; tarihi kırılmaya işaret eden yeni bir tarihin başlangıcıdır. Oysa bu tarih kurgusunun ne kadar gerçeğe tekabül ettiği çok su götürür. Ezanın Arapça aslına uygun okunmasına izin vererek bu milletin vicdanını kanatan uygulamalardan birini kaldıran Demokrat iktidar, Cumhuriyet seçkinlerinin modernleşme projesini de büyük ölçüde sürdürmüş ve aynı kaygıları paylaşmıştır.

Nitekim demokratlardan Demirel AP'si gibi muhafazakar sağ iktidarlar, en az CHP kadar seçkinci bir kadro iktidarıdır. Söylemi, popülist uygulamaları ile ayrışır sadece. Söz cami politikalarından açılmışken, İstanbul'un yeniden imarı, modern bir şehir haline getirilmesi amacıyla aralarında Mimar Sinan eserinin de olduğu camilerin de yıkıldığını hatırlatmakta yarar var.

Bu çerçevede tek parti dönemi ile çok partili dönem arasında şekli bir demokrasi farkı olsa da Türk modernleşmesinin toplumu sekülerleştirme yönündeki ana hedefinde bir sapmadan bahsedilemez. Yeni tarih kurgusu, CHP'nin tek parti uygulamalarında radikal bir kırılmadan çok yumuşak geçişin hikayesidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Şeker Arşivi