Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Beni mezarımda rahat bırakın!

Beni mezarımda rahat bırakın!

Kadıköy’deyim, altıyolda ünlü boğa heykelinin önünde gelin ve damat hatıra fotoğrafı çektiriyor. Oradan Kadıköy iskelesine doğru adımlıyorum. Köşede iki genç kız önümü kesiyor. Ellerinde siyah-beyaz basılmış bir Atatürk kartpostalı:

- Biz üniversite öğrencisiyiz, bir arkadışımız kanser, onun için bu kartpostalları satıyoruz, ne verirseniz.

İskeleye doğru yürümeye devam ediyorum. 20-30 metre ileride iki genç kız daha aynı kartpostalla yolda yürüyenlerin önünü kesiyor.

- Efendim, biz üniversite öğrencisiyiz. Bir arkadaşımız kanser, ona para topluyoruz.

Bir vatandaş bu teklife olumlu cevap verip cüzdanını çıkarıyor ve para veriyor. Ben de genç kızlara yaklaşıp, yaptıklarının yanlış olduğunu söylüyorum. Bir kere tüm üniversite öğrencilerinin mediko-sosyal kapsamında tedavileri yapılıyor. Ben de bu kapsamda çok pahalı bir ayak ameliyatı geçirdiğim için olayı biliyorum. Bu yardım toplama işinin çok rahat bir şekilde insanları söğüşleme işine dönüşebileceğini düşünüyorum. Hele işin içine Atatürk kartpostalı girince büsbütün rahatsız oluyorum. Birden aklıma 12 Eylül dönemindeki Atatür ticareti geliyor. Pek çok uyanık Nutuk’tan bazı sayfaların fotokopilerini çekerek 150-200 sayfalık bir kitap basıp, bir de güzel bayanlardan kurulu bir satış ekibi kurarak kapı kapı Atatürk kitapları pazarlamış ve iyi de cukka yapmışlardı. O zaman Atatürkçülük iyi para ediyordu. Bir de öyle tek-tekçilik yapmadan Selçuk Parsadan gibi toptancılık yapanlar vardı. Büyük holdiglere gidip Atatürkçülük adına para toplayanlar asla eli boş dönmezler ve hatırı sayılır paralar alırlardı. Bunlardan Selçuk Parsadan, işi daha da ileri götürüp DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’i dolandırmıştı. Bir zamanlar Atatürk’ün adı her kapıyı açardı. Hele işin içinde bir de Atatürk’ün büstü varsa akan sular dururdu. Hazine arazisine kaçak gecekondu yapanlar gecekondunun önüne bir büst dikerlerdi. Kaçak inşaatı yıkmaya gelen zabıta ve polis kuvvetleri ise olduğu yerde kalırdı. Zira Atatürk’ün büstüne kepçeyi vuracak bir babayiğit daha anasından doğmamıştı. Bu tuhaflığı eleştirmek isteyen devrin en büyük mizah dergisi Gırgır, bu tür haberlerden bir potbori yaparak olayı kapağına yerleştirmişti. Karnesi zayıf dolu olan bir öğrenci karnesini bir çerçeveli bir Atatürk resmi üzerine koyarak babasına veriyordu. O da babasının Atatürk’e saygısızlık yapmaktan çekinerek zayıf dolu karneyi bağışlıyacağını düşünüyordu. 12 Eylül’de bir subay, bir zabıta ve bir polis birlikte esnaf içine dalarak, yeni yapılacak Atatürk büstü için para toplarlardı. Sıkıysa vermeyin! Götürürler merkeze, rezil olursunuz herkese. Millet korkusundan, isteyerek(!) hatırı sayılır yardım yapar ve her akşam TRT’de boş bulunan her yere dikilen heykellerin açılış serüvenlerini saatlerce birinci haber olarak izlerdik. O günler Atatürkle yatıp, Atatürkle kalktığımız günlerdi. Milli Güvenlik Konseyi üyeleri sadece 600 bin kişiyi içeri tıkıp, işkence tezgahlarında binlerce genci sakat bırakmakla meşgul değildi. Bu arada milleti nasıl Atatürkçü yaparız diye günlerce kafa patlatmışlar ve sonunda da bulmuşlardı. Bir kere bütün öğretmenler belli bir süre Atatürkçülük konferansına katılmaya mecbur tutulacaktı. Böylece ruhlarında eksik olan Atatürkçülük tamamlanacak ve onlarda yeni nesile bunları aktaracaklardı. Halk için başka formül düşünüldü. 2 milyon NUTUK bastırılacak ve her eve zimmetli olarak bu nutuklar dağıtılacaktı. Kimbilir belki de ardından NUTUK’tan ailece imtihan olmak gelecekti. Memurlar ve işçiler NUTUK sınavından geçemezlerse maaşlarını yarım alacaklardı. Son anda bu tuhaf 2 milyon NUTUK dağıtma işinden vazgeçildi. Bir akil adam, bu yapılanın halk arasında Mustafa Kemal’e karşı bir nefret doğuracağını Evren ve saz arkadaşlarına fısıldayıverdi. Normal hayata dönüldüğünde seçimler yapıldı ve Turgut Özal başkanlığında yeni hükümet kuruldu. Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel’di. Güzel bir genelge yayınlayarak kız meslek liselerinde Atatürk’ün sevdiği yemeklerin tariflerinin verilmesini okullarda onunla ilgili matematik soruları sorulmasını, müzik derslerinde onun sevdiği şarkıların öğretilmesini istedi ve Milliyet bu genelgeyi manşetine taşıdı:

- Milli Eğitim Bakanı tarafından Atatürkçülükten bıktırma programı hazırlandı.

Sanki bu seramonilerden bıkmayanlar vardı. Hasan Celal Güzel, bu genelge ile Konsey’in tuhaf Atatürkçülük faaliyetlerine birazcık dikkat çekiyordu. Öyle ki Milli Güvenlik Konseyi destekli, başında Baha Vefa Kartay’ın olduğu “Kemalist Atılım Birliği” adı ile bir de dernek kurulacak ve millet zorla Atatürkçü yapılmaya çalışılacaktı. Ve sonunda ünlü Atatürkçülerimizden Yekta Güngör Özden konferans verdiği salonun bomboş olması karşısında hayıflanıyor ve “Ey Atatürkçüler neredesiniz, islami bir konferans olsa salonlar tıklım tıklım doluyor” diyecekti.

Atatürk’ün hayatını en ince ayrıntılarına kadar okudum, inceledim. Benim kanaatim o ki, ilk başta Atatürkçüyüm diyenlerin her türlü ön kabulü ve şartlanmışlığı bir kenara koyarak inkılapların sahibini yeni baştan tanımaları ve onu bayramda-seyranda ve ticari faaliyetlerde bir meta olmaktan çıkararak insan Atatürk’le tanışmalarını salık veriyorum.

Bir yerlerde testinin su sızdırdığı kesin. Düşünsenize en Atatürkçü olduğunu söyleyen parti, seçimlerde nal topluyor ve yerlerde sürünüyor. Atatükçülük mü geriliyor, onu temsil noktasında olanlar mı çok beceriksiz? Bu sorunların mutlaka cevaplarının verilmesi gerekiyor.

Değilse Atatürk bir gün mezarından başını kaldırıp:

- Yahu, beni burada bari rahat bırakın, yeter pazarladığınız, istismar ettiğiniz diye bağıracak.

Ey Atatürkçüler artık utanın kendinizden ve Atatürk’ü düşürdüğünüz durumdan!



Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi