Faruk Köse

Faruk Köse

Kürtaj, sezaryen ve tıbba politik müdahale

Kürtaj, sezaryen ve tıbba politik müdahale

“Adam gibi” tartışmayı bir türlü beceremiyoruz.

Problemlerimizi konuştuğumuzda çözmek için değil, bilinçsizce taraftar olduğumuz “kanaatlerimizi galip kılmak” ya da “çözümsüzlüğe garketmek” için, “işin içinden çıkılamaz hale getirmek” adına, basitçe halledilecek bir meseleyi koskoca bir “sosyal ve siyasal sorun haline getirmek” ve “hukuki yolları tıkamak” pahasına efor sarf ediyoruz.
Nihayet öyle bir noktaya geliyoruz ki, artık doğruyu-yanlışı ayırdetmek mümkün olmuyor. Aslında bunu kimse de önemsemiyor. Varsa yoksa, niye olduğunu kendisinin de bilmediği, ama bir şekilde taraftar olduğu kanaatini savunmak...
Son günlerin flaş konularından biri, Başbakan’ın gündeme getirdiği “sezaryen” ve “kürtaj.” Tartışmalar, “sosyal durumumuz”a ilişkin olarak, sırf Başbakan söyledi diye tam aksini savunanlarla, yine sırf Başbakan söyledi diye konuya taraftar olanların kapışmasının uzandığı trajikomik hali göstermesi bakımından ilginç bir örneklik teşkil ediyor. Ancak karşı çıkılsa da, taraftar olunsa da, gerçekten bir “sorun” niteliğini alan bu durumun “Başbakan’a endekslenerek” tartışılması doğru değil. Çünkü “sosyal yapı”ya dokunan hiçbir problem, “Politik rakiplenme”yle çözüme kavuşturulamaz. Politikada rakibin de olsa, “sosyal yapı ve doku”ya dair bir probleme dikkat çekilmişse eğer, bunu düşünmeden reddetmektense çözüm için ciddiye almak daha erdemli değil mi?
Şimdi şu “kürtaj” meselesine bir bakalım. Başbakan bunu “cinayet” olarak tanımlıyor, politik rakipleri “benim bedenim, benim kararım” diye savunuyor. Evet, beden senin, ama o bedenin içindeki canlı senin bedeninden değil. Beden senin ama, o bedene istediğin muameleyi yapma hakkın yok; çünkü içinde yaşadığın toplumsal yapıya dair görevlerin var.
“Kürtaj”ın “cinayet” olduğu hususunda Başbakan’a katılmamak elde değil. Çocuğun anne karnında ölmesi, ya da annenin hayati tehlike içinde olması gibi “tıbbi zorunluluklar” olmaksızın kürtajı yapan doktor da, yaptıran anne de, onu buna zorlayan baba veya başka bir şahıs da “taammüden insan öldürmek” suçu işlediği gerekçesiyle en yüksek cezaya çarptırılmalı, kısas uygulanmalı. Bu noktada, çocuğun şu ya da bu hastalıkla, şöyle veya böyle bir biçimde doğacağına dair tahminlerin tıbbi gerekçe sayılamayacağını hassaten belirtmek istiyorum. Çünkü bu tür ön teşhislerin büyük oranda doğru çıkmadığına ilişkin çok sayıda örnek var. İşte, “tıbbi gerekçe”yle yapılacak kürtaja politikacılar ve hukukçular karışmamalı, buna tıb karar vermeli; ancak bunun dışındakileri hukuk kesin olarak yasaklamalı, şiddetle cezalandırmalı. Bu noktada politikacıdan duyarsızlık beklenemez.
Ancak “ceza”dan önce “suça ileten yollar”ı kapatmak lazım. Bunun için, acilen yapılacak bir “hukuki düzenleme” ile “zina kesinlikle yasaklanmalı” ve “zina suçu işleyenler şiddetle cezalandırılmalı.” Evlenmek isteyip de maddi imkânı yeterli olmayanları devlet evlendirip asgari geçimliğini temin etmeli. Bir kadına tecavüz eden suçlu asla affedilmemeli ve ceza olarak da recmedilmeli.
Gelelim sezaryen meselesine. Sezaryen demek, çocuğun ameliyatla, annenin karnı yarılarak çıkarılması demek. Başbakan, aslolan “normal doğum” iken “ameliyatla doğum”a karşı çıkıyor. “Özel hastanelerin sezaryeni önemli bir gelir kapısı olarak kullanmaları”na ve “sezaryenle doğan çocuklarda hep bir şeylerin eksik kalması”na dikkat çekmesi bakımından Başbakan haklı. Ancak burada da “tıbbi gereklilikler”i dikkate almak, tamamen yasaklama yanlışına düşmemek lazım. Örnek kendi ailemden.
Eşim hamileliğinin dördüncü ayındayken şiddetli sancılardan şikayetle doktora gittik. “Doğum sancıları”ymış, dördüncü ayda erken doğum “ölü doğum” demekmiş. Doktor bazı tedbirler aldı. Sıkıntılar hamileliğin yedinci ayına kadar sürdü. Sürekli doktor kontrolündeyiz. Çocuk doğmak istiyor, doktor onu orada tutmak... Doğuma birbuçuk ay kala amniyon sıvısı geldi. Apartopar doktorumuza koştuk. Sıvı tamamen boşalmış, acilen doğum gerekiyormuş. Suni sancıyla normal doğum istedik, ama doktorumuz bazı tıbbi gerekçeler ileri sürerek, istersek talebimize uygun hareket edeceğini, ama bu durumda çocuğun hayatının riske girebileceğini söyledi. Dördüncü aydan bu yana ölü doğum olmasın diye çektiklerimizi unutmuş değildik.
Bu durumda bir anne-baba nasıl ve neye göre karar verecek? Ya da bir doktor ne kadar risk üstlenecek? Gerekiyorsa sezaryen niye mümkün olmasın? Biz, çocuğumuzun hayatını riske atmaktansa, varsın bir şeyler eksik olsun, ama çocuğumuz canlı doğsun istedik ve sezaryeni tercih ettik. Büyük oğlum birbuçuk ay erken doğdu. Evet, bazı sağlık sorunları yaşadık ve yaşıyoruz, ama bugün 13 yaşında, pırıl pırıl bir zekâya sahip, IQ’su süper, bugüne kadar ağzından bir tek küfür ya da kaba kelime çıkmamış, mükemmel bir ahlâka sahip bir çocuk. Eğer suni sancıyı bekleseydik, bu çocuğu kaybedebilecektik. Sezaryeni tercih etmeyip de bu riski almalı mıydık? Bu riski almayı hiçbir yasa, hiçbir politika bir anne-babaya dayatamaz.
Evet, tıp ilmi “parasal kazanç kapısı” haline getirilmemeli, “kürtaj cinayeti” ve “gereksiz sezaryen” önlenmeli; ama “tıbba politik müdahale”de de bulunulmamalı. “Allah korkusu” taşıyan doktorlar yetiştirilmeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi