Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Karakoç ve Gülcemal... Dosttan dosta şiirler

Karakoç ve Gülcemal... Dosttan dosta şiirler

Bugün, köşemi “dostumun dostu Abdullah Gülcemal”e ayırıyorum...

“Abdullah Gülcemal de kim?” diye soranlara derim ki; “Abdürrahim Karakoç’un dostu” bir şairdir.
1952 yılında Sivas-Gemerek ilçesi Sızır kasabasında doğmuştur... İlkokulu doğum yerinde, orta ve lise tahsilini Ulaş’ta tamamlamıştır...
1989’da A.Ü Müh. Fak. Meslek Yüksek Okulu’ndan mezun olmuştur...
Muhtelif dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayınlanan Gülcemal, 2001 yılında bir kamu kuruluşundan emekli olmuş, AK Parti’nin kurucu üyeleri arasında yer almış, Isparta İl Başkanlığı yapmış, halen Isparta’da ikamet etmektedir.
İlkadım Dergisi’nde yazılarına devam eden Gülcemal’in; Gönül Söyler Dil Susar, Ağustosta Yüreğime Kar Düşer, Dokunsa da Zülfi Yare ve Eşitlik Türküsü isimli yayınlanmış şiir kitapları bulunmaktadır.
Ben, kendilerini, “Milli Gazeteli yıllarım”dan tanırım... 1980’li yıllarda, Milli Gazete’de “dörtlük”leri yayınlanırdı...
İşte bu Abdullah Gülcemal, 7 Haziran günü ebedi âleme göç eden Abdürrahim Karakoç ağabeyin vefatı üzerine, bana, yani “Hasan’a mektup” yazmış... Hem Karakoç ağabeye “rahmet” dilemiş, hem de “hatıra”larından söz etmiş...
Sizi, Gülcemal’le baş başa bırakıyorum.
Aziz Dost!
Öncelikle, gök kubbede hoş bir seda bırakarak, çok sevdiği “gül mevsimi”nde aramızdan ayrılan şahsiyet abidesi, vefa örneği, çarpık çağın çilesini sırtına sarmış ve düzenin hakkında açmış olduğu ceza davalarıyla Hakk’a yürüyen can dostum Abdürrahim Karakoç’a Allah’tan rahmet niyaz ederken, kederli ailesine, sevenlerine, edebiyat dünyasına, milletimize ve hassaten zat-ı âlinize ve tüm Akit ailesine baş sağlığı diliyor, göstermiş olduğunuz “samimiyet” ve “vefa”dan dolayı çok teşekkür ediyorum.
Öncelikle 8 Haziran 2012 Cuma gününden itibaren gerek şahsınızın, gerek gazetemizdeki diğer köşe yazarı kardeşlerimizin kalemlerinden dökülen duygu ve samimiyet dolu yazılar, gerekse inananların yüz akı olan Akit’in “Basın Arşivi” sayfasında yaptığınız iktibaslardan dolayı bir kez daha teşekkür ve dualarımı iletmek istiyorum.
Sevgili Dostum,
11 Haziran 2012 Salı günü köşenizde, artık “Hak Yol İslâm” yazacak da yok, “Hasan’a Mektuplar” yazacak da yok diye attığınız başlık, beni bu mektubu yazmaya mecbur etti.
Değerli Kardeşim,
Karakoç üstadın “Dostum” dediği insanlar, benim de dostlarımdır. İnsanlık bunu gerektirir, dostluk bunu gerektirir. Çünkü o, dostunu da düşmanı da bilen bilge bir insandı.
Abdürrahim Karakoç ağabeyle 1985 yılından vefatına kadar 27 yıl süren bir hukukumuz, güzel bir dostluğumuz oldu. Artık bundan sonra o güzel günlerin hatıralarıyla teselli olacağız.
Milletin, memleketin ve ümmetin derdiyle sürekli hemdem olan, Anadolu’nun o yiğit insanı; “bayramlarda” bile sevinemez, hüzün dolu duygularını mısralara döker, dostlarıyla paylaşırdı.
1987 yılında göndermiş olduğu bayram tebriğinde şöyle diyordu:
“Dilekler mi büyük, gökyüzü mü dar?
Neden menziline ermez dualar?
Gülyüzlü bayramlar nereye gitti?
Niçin gönüllerde gamlı bayramlar?”
Bu mısraları okuyunca, üstad Karakoç’un her hadiseye çok farklı açılardan baktığını gördüm. Bir dost hatırası olarak o bayram kartını hâlâ saklarım.
Neyse...
“Mektuba cevap vermek, verilen selâmı almak gibidir” düşüncesinden hareketle ben de kendisine cevabı olarak şöyle bir tebrik kartı göndermiştim.
“Ne dilekler büyük, ne gökyüzü dar,
Ama menziline ermez dualar.
Gülyüzlü bayramlar bayrama gitti,
Şimdi gönüllerde gamlı bayramlar.”
Ekmek gurbet, hava gurbet, su gurbet,
Bayram dedi, yedi beni bu gurbet...
Gurbetteki bayramlarda düşünen hangi insan gam kervanına katılmaz ki?
İşte o güzel dost, şimdi asli vatanına döndü. İnşallah orada gerçek dostlarla, gerçek bayramlara kavuşur.
O, dert ehli bir gönül insanıydı... Gazetedeki köşesinde yine dert ve sıkıntılarla dolu, sessiz bir çığlık diyebileceğimiz o güzel yazılarından birini yazmıştı.
Okudum ve telefon açtım. Selam-kelâmdan sonra dedim ki;
“Sağda solda çok sicilli salak var,
Bir yağcıya bin bir tane yalak var.
Üstad senin attığın bu çığlığı,
Memlekette duyacak kaç kulak var?”
KARAKOǒU BÖYLE BİLİRİM
Tatlı tatlı güldü.
“Duyan olur Gülcemal, duyan olur. Bak işte sen duymuşsun. O bile yeter” demişti. Bir kişiye bile olsa mesajını ulaştırmanın sorumluluğunu ve derdini taşıdı hep yüreğinde.
Dost sohbetlerinde, arkadaş toplantılarında Karakoç’u tanıyıp tanımadığımı soranlara hep şöyle dedim:
“Hasan’a Mektuplar” yazarken gördüm,
Üstad Karakoç’u böyle bilirim.
Küfrün mezarını kazarken gördüm.
Üstad Karakoç’u böyle bilirim.

Sevda yükü omuzundan inmedi,
Bunca yıldır gözyaşları dinmedi,
Yüreğinde yangınları sönmedi,
Üstad Karakoç’u böyle bilirim.

Makamda mevkide gözü olmadı,
Zalimin ekmeği tuzu olmadı,
Koç gibi vuruştu, kuzu olmadı,
Üstad Karakoç’u böyle bilirim.

Haksıza haksız der, Haklıya haklı,
Hak’tadır imanı edebi aklı,
En güzel şiiri gönlünde saklı,
Üstad Karakoç’u böyle bilirim.
Evet benim tanıdığım, benim bildiğim Karakoç böyle biriydi.
O güzel bir insandı...
Güzel şiirler yazdı.
Ama en güzel şiiri gönlünde saklı olup da yazamadığı şiiridir.
Ankara’ya her gittiğimde mutlaka evinde ziyaret ederdim. Hoş sohbetlerimiz olurdu. Gidemediğimde ise en geç onbeş günde bir telefon görüşmesi yapar, hasret giderirdik.
Yıl 2005... Mayıs ayının son günleri...
Isparta’da gül mevsimi...
Telefon ettim...
İlk sorusu hemen: “Gülcemal güller açtı mı?” diye sormak oldu. “Evet açtı” dedim... Biliyorum gülü çok severdi... “1985’te vermiş olduğun bir söz vardı... Bak aradan 20 yıl geçti. Artık şu sözünü lütfen yerine getir” diye takıldım.
“Yahu doğru, vallahi haklısın dostum” dedi. “Bilmiyorum ne yaparız, artık ihtiyarladım. Yolculuk çok yoruyor beni, nasip bakalım” dedi. Birbirimize sağlık ve hayır dualarıyla telefonu kapattık.
Gönül durmuyor işte...
Bir saat kadar sonra kalemi kağıdı alıp, Üstad’a şu davetiyeyi gönderdim.
AZİZ DOSTUMA DAVETİMDİR
“Soruyorsun güller açtı mı diye
Evet güller açtı gel KARAKOǒum.
Bir ömür içinde bir gül mevsimi
Gönül misafirim ol Karakoç’um.

Bunca mektup yazdın Bizim Hasan’a
Okuyup okuyup koydu masana.
İster mayısa gel ister nisana
İstersen onik’ay kal KARAKOǒum.

Dost olmazsa hiçbir şeyin tadı yok
Bakışların şifresi yok kodu yok
Şu gönlüme atacağım odu yok
Simalar soğumuş kül KARAKOǒum.

Darılma öf dersem örfün içinde
Hakkın hatırı var harfin içinde
Mazrufa bakıp da zarfın içinde
Dost için mühür yer pul KARAKOǒum.

Muhabbetsiz mevsim üşür yıl üşür
Yürek yanar dudak üşür dil üşür
Bülbül boyun büker dalda gül üşür
Kadere razıdır kul KARAKOǒum.

Bindokuzyüz seksenbeşte Sincan’a
Gelmiş idim sohbet ettik can cana.
Hasreti demleyip koydum fincana
Burada sevenlerin bol KARAKOǒum.”
diye yazarak faks çektim...
Almış, okumuş, hemen aradı.
“Yahu Abdullah, sen beni çok seviyorsun herhalde” dedi. “Evet Üstad, ben seni Allah için çok seviyorum. Sen beni sevmiyor musun yoksa?” dedim.
“Vallahi ben de seni çok seviyorum canım, sevmez olur muyum hiç?” dedi ve gülüştük.
“Üstad, Haziran ayının ilk haftasında Isparta’da Gül Festivali var, ben size davetiyemi gönderdim artık sen bilirsin” dedim.
“Tamam Abdullah, ölmezsem geliyorum İnşallah” dedi.
Ve geldi...
Isparta’da üç gün şeref misafirimiz, gönül misafirimiz oldu. Gül bahçelerini birlikte gezdik... Bülbül nağmelerini birlikte dinledik.
Hani bir şiirinde diyor ya:
“Isparta’nın renk renk gül bahçesinde
Bülbüllerin neşesini gör şimdi” diye. Ve memnun bir şekilde ayrıldılar. Daha sonraki görüşmelerimizde hep o üç günlük misafirliğin güzelliklerinden, gül bahçelerinden bahsederdi.
Konya’daki tedavisinden sonra Ankara’ya dönmüştü.
Aradım geçmiş olsun dileklerimi ilettim. “Abdullah çok şükür iyiyim. Bastonu bile attım artık” dedi. “Ya sana zahmet olmazsa bana oradan bir gül fidanı gönder” dedi.
Dedim ki;
“Üstad, bir gül fidanını ne yapacaksın? Sen hele Allah’ın izni ile sağlığına bir kavuş, ben sana bırak gül fidanını, gül bahçesi getiririm” dedim.
“Sağ ol benim değerli dostum, sağol” diyerek gözlerimden öptü ve Allah’a emanet etti.
KABRİNE BİR SEPET GÜL
Bu, son görüşmemiz olmuştu. 20 Nisan tarihi itibariyle Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Yoğun Bakım Servisi’ne yatırıldığını öğrendim. 29 Nisan 2012 Pazar günü kendilerini hastanede ziyaret ettim. Yıllardır uykusuz bir ömür geçiren dostum Karakoç; zorunlu olarak uyutulmakta idi.
Kızı Mihriban Hanımefendi ile birlikte doktoru ile görüştük.
Pek ümit vermemişti.
Hastaneye yattığı günden itibaren gerek çocukları Türkislam ve Enderhan Bey’den gerekse damadı Prof. Dr. Fehmi Bey’den sağlık durumunu öğreniyordum.
Nihayet 7 Haziran 2012 Perşembe günü Hakk’a yürüdü.
8 Haziran Cuma günü Kocatepe’de kılınan cenaze namazına katıldık çok şükür.
Cenazeye gelirken sağlığında götüremediğim bir gül fidanı yerine, kabrine koymak için bir sepet gül götürdüm.
Bağlum’da ebedi istirahatgâhına tevdi edildi. O bir sepet gülü Kerimeleri Mihriban Hanımla birlikte kabrinin üzerine serpiştiriverdik.
İnşallah ömrüm olursa gelecek senenin 8 Haziran’ında isteğini yerine getirmek için Isparta’dan bir gül fidanı götürüp, kabrine dikmek arzusundayım.
Rabbim mekânını ve makamını cennet eylesin. Kabrini, gül kokan cennet bahçelerinden bir bahçe kılsın. Tekrar tüm sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Gönül dostum Karakoç’un adı da, ahirete intikal eden kadim dostlarla birlikte dua defterime kaydedilmiştir.
Vefakâr gönül dostum
Bütün ömrü boyunca
Şakıdı bülbül gibi,
“HAK YOL İSLAM” virdiyle.
“Ircıi ilâ Rabbiki” hitabını duyunca
Yürüdü Hakk’a doğru
Milletinin derdiyle...
Abdullah GÜLCEMAL
12 Haziran 2012, Isparta



17 yıllık yazı

Dün, “Akit’in son Umre kafilesi”ni de uğurladık... “Akit kampanyası”na katılıp da “kur’a”da adı çıkan “50 okurumuz”un yanısıra, “153 okurumuz” da kendi imkânlarıyla kafileye dahil olmuş... Sizin anlayacağınız; “toplam 153 okurumuzu” dün Kutsal Topraklar’a uğurladık...
Cenab-ı Allah, yollarını açık etsin, “Umre”lerini kabul etsin...
Havaalanında hepsiyle ayrı ayrı kucaklaştık, hasret giderdik...
Bir okurum, “al” dedi; “6 Nisan 1995’ten beri kesip sakladığım bir yazını, hatıra olarak size getirdim.”
Aldım, baktım... Taa 17 yıl önce bile “Kılıçdaroğlu’nun beceriksizliğini” yazmışım... Kılıçdaroğlu, o zamanlar SSK Genel Müdürü’ymüş... SSK’nın da, Ahmet Özal ve şirketlerinden toplam 26 Milyar 845 Milyon lira alacağı” varmış... Ama, SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu, bu alacağını tahsil edemiyor... Ve kamuoyuna şu açıklamayı yapıyor;
“Alacağımızı takip ediyoruz... Ancak, bu şahsın hiç malı-mülkü yok!.. Şirketlerinde sadece masa-sandalye var!.. Bize çek vermiş ama o çekler de batan bankalara ait!.. Vatandaşlarımdan rica ediyorum; Ahmet Özal’ın malını-mülkünü bilen varsa, bize bildirsin ki, haciz koyalım!”
Güler misiniz, ağlar mısınız?..
Ahmet Özal, o günlerde hemen her gün Kanal-6 ekranlarında boy göstermekte, Akşam gazetesi ile de “ortaklık anlaşması” imzalamakta ama Kılıçdaroğlu, hâlâ mal-mülk aramaktadır, iyi mi?!?..
Hani derler ya; “adam olacak çocuk şeyinden belli olur”...
Demek oluyor ki; Kılıçdaroğlu’nun beceriksiz olacağı da, genel müdürlüğünden belliymiş!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi