Darbe davaları ve Özel Yetkili Mahkemeler
Suriye problemi ile yan yana seyreden, mahiyetine de yeteri derecede vâkıf olamadığımız bir konu var gündemimizde. Meclisin tatile girmeye hazırlandığı son bir iki gün içinde bu konu tartışılacak, saflar yeni baştan ayrışacak ve siyasi iktidar Özel Yetkili Mahkemelere ilişkin önemli bazı adımlar atacak.
Daha açık bir ifade ile de ilgili mahkemeler ya kaldırılacak, ya da bazı yetki sınırlamalarına gidilerek, normalleşmeye doğru önemli bir mesafe kaydedilecek. Fakat biz şahsen, Türkiye siyasi hayatını kargaşaya sevk edecek noktalara kadar uzanılmayacağını, darbe davalarının da bundan aşırı derecede etkilenmeyeceğini ümit etmek istiyoruz. Dolayısıyla kamuoyunu velveleye sevk eden, lüzumundan fazla endişe üreten yaklaşımların gerçekçi olmadığını söylemek durumundayız.
İkinci bir husus da, kamuoyunu bilgilendirmekten öte, ilgili alanda yaşanabilecek ciddi bir mevzi kaybının bundan ziyadesiyle etkili olduğu gerçeğidir. Yani iktidarla işi inatlaşmaya kadar vardıran çevrelerin, kamuoyu tepkisi üreterek, ilgili tasarrufun önüne geçme denemeleri gibi lüzumsuz bir gayretkeşlik!..
Hal böyle olunca, hükümetin neden böyle bir yola başvurduğunun üzeri örtülür de örtülür. Daha doğrusu da sebepleri değil sonuçları konuşur hale geliriz. Darbe davalarını masaya yatıran mahkemeleri, hükümet herhangi bir sebep yokken, durduk yerde kaldırıyor gibi bir sonuç!.. Öyleyse bunda bir iyi niyet aranabilir mi? Ya da AK Parti hükümeti durduk yerde ray mı değiştiriyor cinsinden binbir kuşku ve tedirginlik!..
Öyleyse meseleye sırf bu seviyeden bakmak büyük bir hata olduğu gibi, kamuoyunun zihnini karıştırmaktan öteye de fazla bir şey yapılmış olmaz.
Fakat burda unutulmaması gereken önemli bir husus daha var ki o da şudur:
Hükümetin önüne Özel Yetkili Mahkemeler, durduk yerde bir problem olarak çıkmadı. Bu mahkemelerde yer tutmuş bazı unsurlar, polis istihbaratı da kendilerine aracı kılarak (tersi de doğru), iktidara yönelik ciddi bir el-ense denemesine kalkıştılar. Araya bazı aracılar girmesine rağmen de, burunlarından asla kıl aldırmadılar.
Yani Türkiyede tahminlerin ötesinde bir restleşme yaşandı. Dolayısıyla işin varacağı nokta, Pakistan yargısının, Yusuf Geylâniyi Başbakanlıktan düşürmesi gibi bir sonuç olmalıydı. Ya da hükümet bu çılgınlığı aynen böyle okudu!.. Sonra araya, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun atamaları girdi. Fakat maalesef oradan da beklenen bir sonuç hasıl olmadı. Çünkü ilgili kurulun adayları belirlenirken, Adalet Bakanının veya Bakanlık bürokratlarının yaptığı stratejik bir hata, o günden bugüne devam edip geliyor. Yani ilgili kurul, hükümetin güvenlik politikalarını zafiyete uğratacak uygulamalar karşısında, dut yemiş bülbül gibi bir kenara çekilivermesin mi?
İşte geçtiğimiz Şubattan bu yana devam edip gelen kriz karşısında, Adalet Bakanının sessizliğe bürünmesinin altında bu tür bir neden yatıyor. Dolayısıyla hükümetin, Özel Yetkili Mahkemelerle ilgili çalışmaları Adalet Bakanlığı bünyesinde değil de, doğrudan Başbakanlık bünyesine aktarmasının sebebi burda aranmalıdır.
Öyleyse önümüzdeki problemin adını koymaktan niçin geri duralım? İktidar gücünün yek vücut değil de, birbirine hasım ve birbirine çelme takan kuvvetlere dönüşmesine yol açan bir manzara, bir yandan iktidar çevrelerini, öbür yandan da eski Türkiyeyi hatırlamakta güçlük çekmeyen diğer bazı çevreleri derinden derine sarstı. Yargı alanında oluşmuş bir tekelleşmenin, ileride ne tür badirelere yol açabileceği düşünülerek de, bu alanda yeni birtakım tedbirlere başvurulmasının lüzumu doğdu.
Kuşkusuz bu uygulamaya bir açıdan ateşle oynamak nazarıyla bakılabilir. Fakat bundan geri durmanın doğuracağı riskler, ileride önü alınmaz yaralara sebep olabilir düşüncesiyle de gerekli adımlar atılmaya karar verilmiş bulunuyor.
Bu stratejinin özeti şudur: İktidar tekdir, parçalanmaya ve bölünmeye asla müsait değildir. Dolayısıyla icra ve yargı alanındaki kapalı devre yapılanmaların önüne behemehal geçilmesi gerekir. Haliyle burdan önemli bir sonuç çıkacağı önümüzdeki anayasa değişikliği sürecinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üye belirleme usullerin de değişikliğe gidileceği beklenebilir. Meselâ üyeleri adliye personelinin seçmesi yerine, Meclisin belirlemesi gibi!..
İşte Özel Yetkili Mahkemelerle ilgili yeni düzenleme çalışmalarının altında bu tür nedenler yatıyor. Biz bunlara uzun tutukluluk sürelerini, mahkemelerin bile-isteye uzun tutulmasını vs. eklemiyoruz. Kuşkusuz kamuoyunda en çok konuşulan taraf da bunlar. Fakat asıl sebep, Pakistan ve Mısır Yüksek Mahkemelerinin yaptığı gibi, Türkiyede de aynı denemelere hevesli gözü dönmüş sınıfların mevcut olması!.. Dolayısıyla her iki ülkede hukuki/siyasi sonuçlar üretmeyi matuf denemeler Türkiyenin gözünden kaçmamış, bunların ilgili ülkelere yönelik birer dış proje olabileceği üzerinde dikkatle durulmuştur.
İşte ümidimiz, bu aşamada kurunun yanında yaşın da yanmaması, mevcut davaların önemli sarsıntılar geçirmemesidir. Dolayısıyla hafta sonunda meclis gündemine gelecek olan 3. yargı paketi görüşülürken, gerekli ihtimamın gösterileceğinden emin olmak istiyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.