Yener Dönmez

Yener Dönmez

312’nin hesabı

312’nin hesabı

“Yarınlar yorgun olanların değil, rahatından vazgeçenlerin olacaktır.”


Bu ifadeler Şehid Hasan el Benna’ya ait.


Tam 9 yıl önce Anadolu’da Vakit misyonunu tarih sahnesinden silmek gayesiyle açılmıştı o dava.


Linç etmek için verilen o kararı önceki gün Yargıtay 4. Hukuk Dairesi bir kez daha bozdu.


Asım Yenihaber’in eleştirisi ülkenin tarihi konumundan, stratejik mevkiinden, milletin değerlerinden, kültür kodlarından bihaber, tarih şuurundan yoksun, biri emekli, diğeri muvazzaf iki general içindi.


Ama öyle olmadı.


Hilmi Paşa haricinde kuvvet komutanlarının tümü başta olmak üzere emir komuta zinciriyle organize biçimde 312 general dava açtı.


Apoletsiz generaller de aleyhimizde kampanyalar başlattı.


Halbuki her şey gayet açıktı.


Asım Yenihaber’in eleştirdiği muvazzaf general Hürriyet’e verdiği beyanatta, Rus ordusunun Kars’ı işgali üzerine marş bestelemiş aşırı bir Rus milliyetçisi olan bestekâr Musorgski’ye hayranlığını belirtiyordu.


Emekli olan general ise “Yemen vatan toprağı mı ki; ne işimiz vardı oralarda” diyordu.


Ama ne garip bir durumdur ki Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun’un sınırda canı pahasına PKK’yla çarpışan generallerimize “köpek” benzetmesi karşısında çıt çıkarmayan o çevreler, bize karşı küfür korosu oluşturmuşlardı.


Sanki karşılarında düşman ordusu var gibi Hürriyet’in sakıt genel yayın yönetmeni 9 sütuna “Generallerin hukuk zaferi” manşetini atıyordu...


Kartel medyası bir bütünlük içerisinde topyekun saldırı başlatmıştı.


Kabus gibi günlerdi.


Üzerimize geliyorlar, “Parmağınızdaki yüzüklere varıncaya kadar alacağız” tehditleri savuruyorlardı.


Bırakın gazetelerin yazı işlerini, sıradan adliye muhabirleri bile Anadolu’da Vakit’i bir kaşık suda boğmak istiyordu.


Bize “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” muamelesi yapılmak isteniyordu.


Örneğin bir duruşma sonrası muhabirimizin generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu’nu sıkıştıran soruları karşısında Ankara Adliyesi’ni kendinin mülkü zanneden Hürriyet’in muhabiri, “Bu ne biçim soru” diyecek kadar pervasızlaşabiliyordu.


Ancak hak ettiği biçimde ağzının payı verilince kaçacak delik arayacak kadar da korkaklardı.


Peki hiç dostumuz yok muydu?


Olmaz olur mu?


Vakit’e Anadolu’dan, sessiz çoğunluktan çığ gibi destek sesleri yükseliyordu.


Arabasının anahtarını, evinin tapusunu, emeklilik ikramiyesini göndermek isteyenin haddi hesabı yoktu.


Ancak Vakit misyonunun mimarı Mustafa Karahasanoğlu Ağabey’in tavrı netti: “Hiçbir dostumuzun bir tek kuruşunu istemiyoruz. Duanızı gönderin yeter!”


O günlerde beni çok etkileyen bir anekdotu burada aktarmadan geçemeyeceğim.


Adem isminde çok gayretli, başarılı, genç bir çalışanımız vardı.


Vatani görevini yapmak üzere gazetemizden ayrılmak zorunda kalmıştı.


Helalleştik.


Ancak daha sonra Adem’in muhasebe servisimizden hak ettiği primleri ve son maaşını almadığını öğrendik.


Tüm ısrarlara rağmen Adem ücreti kabul etmemiş.


Bunun üzerine hemen kendisiyle görüşmek istedik.


Telefona annesi çıktı.


“O şimdi askerde” diyordu.


Biz de Adem’in hak ettiği ücreti evine getirmek istediğimizi söyledik.


Annesi hıçkırıklar içerisinde “Hayır, bunu asla kabul edemem” dedi.


Tüm ısrarlara rağmen “Kabul edemem” diyordu, başka bir şey demiyordu.


Nedenini sorduğumuzda; “Vakit’in davası var” karşılığını verdi.


“312 general davasını kastediyorsanız; daha Yargıtay aşamasında, onun zamanı var” dememiz karşısında ise “Hayır, onu kastetmiyorum, Vakit’in kutlu bir davası var. Bir misyonu var. Adem’im Anadolu’da Vakit’e hakkını helal etti, ben de anası olarak helal ediyorum” demişti de, bin bir güçlükle hesap numarasını alıp Adem’in görevini yaptığı “Peygamber Ocağı”na ücretini yollayabilmiştik.


Evet sevgili dostlar, necip milletimizin Akit-Vakit misyonuna bakışı böyle...


¥


Neo-Con destekli DPI çevresinin bize bakışı da öyle...


Dün Taraf’ta yine bize saldırmışlar.


Üzerinden tam 65 gün geçen karanlık toplantıyı aydınlatıcı tek bir satır açıklama ise yok.


Deşifre olmanın acısıyla koro halinde salya-sümük küfürlerine devam ediyorlar.


Ne diyelim.


Herkesin bir görevi, bir misyonu, bir davası var.


Ve şüphesiz Allah’ın da bir hesabı var.


Kim ne yaparsa yapsın Üstad’ın dediği gibi:


“Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,


Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.”


DPI’cıların karanlık emelleri karşısında “Adam aldırma da geç git” diyemeyiz.


“Aldırırız, çiğneriz, çiğneniriz, hakkı tutar kaldırırız!”


Çünkü bizim bir “davamız”, onların ise “Neo-Con’lar tarafından planlanmış” görevleri var.


Bir de şuurdan, idrakten yoksun, hiçbir şeyin farkında olmayan yalaka gafiller var ki sormayın gitsin...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yener Dönmez Arşivi