Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Yeter ki sözümüz doğru olsun... Belimizi de doğrulturuz!

Yeter ki sözümüz doğru olsun... Belimizi de doğrulturuz!

Önce bir “durum tesbiti” yapalım... Ama önce, “Osmanlı’ya suçlama”yı hatırlatalım... Neydi o suçlama?..


Osmanlı; o kadar “gerici”, o kadar “yobaz” ve o kadar “örümcek kafalı” idi ki; “matbaa” makinesi, “icat edilişinden 270 yıl sonra” Türkiye’ye gelmişti... Niye?..
Çünkü, Osmanlı; “bilime düşman” ve “teknolojiye karşı” idi...
Oysa, bu “kuyruklu yalan”dı!..
Çünkü “matbaa”nın Türkiye’ye gelmesinin gecikmesinde “dinsel tutuculuk”un hiçbir dahli yoktu...
Ülkemize matbaanın bu kadar gecikmesinin sebepleri “dinsel tutuculuk”tan ziyade, toplumun bu yönde bir isteğinin olmayışı, okur yazar oranının yüksek olmayışı, okuma alışkanlığının kazanılmamış olması en önemilisi de hattatlığın yaygın bir meslek oluşu ve matbaa için gerekli alt yapının hazır olmayışıdır.
Farzedelim ki, bu “iddia”lar doğrudur...
Farzedelim ki, 1450’de icat edilen “matbaa”nın, 270 yıl sonra yani 1726’da Türkiye’ye gelmesinde “dinsel tutuculuk” rol oynamıştır.
Peki, o zaman sormak gerekmez mi; 1453’te, hatta daha önce “top” döken, “mühendisi” de Fatih Sultan Mehmed Han olan Türkiye, “547 yıl sonra” bugün, hem de “ithal” ettiği “top”ların reorganizasyonunu neden İsrail’e yaptırmıştır?..
HÂLÂ YERLİ OTOMOBİLİMİZ YOK!
Bereket ki; İsrail ile 1997’de imzalanan bu anlaşmalar “Mavi Marmara baskını”ndan sonra iptal edildi de, kendi göbeğimizi kendimiz kesmeye başladık.
Ama önceki gün, Fatih Altaylı, acı fakat gerçek bir olayı şöyle dile getirdi:
“Bizim her hafta boyunca su üzerinden bakarak aradığımız uçağımızı ve ne yazık ki içindeki şehitlerimizi, elin gemisi gelip 24 saat geçmeden buldu da.
Oradan aklıma geldi.
75 milyonluk süper gücün, kendi şehidini bulacak bir gemisi, o derinliğe göz atacak bir batiskafı bile olmaması sizce de biraz acayip değil mi!”
Evet, acayip...
Gerçekten de, “Suriye’nin düşürdüğü uçağımız” ve “şehit iki pilotumuz”un naaşları, “elin gemisi” tarafından çıkarıldı!..
Genelkurmay, “Koordinatları biz verdik” dese de, “çıkaran” onlar!..
Demek oluyor ki;
“Süper ülke” veya “dünya gücü” olabilmek için, daha “40 fırın ekmek” yememiz gerekiyor... Hem de “beyazlatılmış”ından değil, “kepekli”sinden!
Ama, bunda; “10 yıllık AK Parti iktidarı”nın hiçbir dahli yok... Zira; “matbaa makinesini, icat edildiği tarihten 270 yıl sonra topraklarından içeri sokan” Türkiye, maalesef; “yerli otomobil” yapmayı da “icadından 150 yıl sonra” tartışmaya başlamıştır... Haa, Tayyip Erdoğan gibi bir Başbakan olmasaydı, herhalde bırakın “yerli otomobil” tartışmasını, herhalde “hayal”ini bile kuramazdık!..
Peki, sormak gerekmez mi;
Hadi Osmanlı halkı “gerici”ydi, “Padişahın kulu-kölesi” idi ve bu yüzden “matbaa”ya karşı çıktı...
Peki; “kulluk”tan “vatandaş”lığa geçen Türk halkı da “gerici” miydi ki, “yerli otomobil” yapmaya hiç yeltenmedi?..
“Deprem ülkesi” olmamıza rağmen, denizlerimizi inceleyecek bir “sismik araç-gereç ve gemi”miz bile yok!.. Altaylı’nın da dediği gibi; “fay haritamızı” bile kızdığımız Fransızların gemisi çıkarıyor!..
Bu mu süper ülke?..
Bu mu dünya gücü?..
HALININ ALTI DOLU!
“Türk’e Türk propagandası” yapmak güzel de, ara-sıra “halının altı”na bakmak lâzım diye düşünüyorum.
Zira, Türkiye, “tembel ev hanımları”nın yaptığı gibi, son 80-90 yıldır, “toz”ları ve “çöp”leri, hep “halının altına” süpürmüş!..
Görünüşte halının üstü temiz!..
Ama, altını bok götürüyor!..
Türkiye, maalesef böyle...
Bundan da Tayyip Erdoğan sorumlu tutuluyor ki; bu, “insafsızlık”tır!..
Ne yapsın Tayyip Erdoğan;
Halının altı o derece “toz, çöp ve pislik” dolu ki, kürek kürek boşaltıyor ama yine temizlenmiyor!..
Erdoğan, hangi birine yetişsin?..
“Uçakların bakımı”yla mı ilgilensin, “sismik araç”la mı?.. “Yol”larla mı ilgilensin, “yatırım”larla mı?..
“Haklar ve özgürlükler”le mi ilgilensin, “katil komşu” ile mi?..
Biz, “yumuşacık koltuk”larımıza oturmuş, akıl veriyoruz ona;
“Hadi onu da yap,
Bunu da hallet!”
FİL-KARINCA HİKÂYESİ
İşte tam burada; “fil ile karınca”nın hikâyesi geliverdi aklıma...
Hikâye bu ya; bir “fil”, her sabah “karınca yuvası”nın üzerinden geçermiş!..
Tabii; “fil tabanı”nın bastığı yuva, her seferinde göçer ve karıncalar da, akşama kadar tamir ederlermiş yuvalarını!..
Ertesi sabah yine aynı olay ve yine aynı çaba!..
Bakmışlar ki, bu iş böyle gitmeyecek.
Toplanıp karar vermişler:
“File topyekün saldıracağız!”
Ertesi sabah olmuş... Fil gelmeye başlamış üzerlerine doğru... Hepsi teyakkuzda!
Tam “yuva”larına yaklaştığı sırada başlamışlar taarruza!..
Kimi “bacak”larını ısırmaya başlamış, kimi “kulak”larına uzanmış...
Bir kısmı “hortum”una çıkmış, bir kısmı da sırtına tırmanmış!..
Hepsi de var güçleriyle ısırmaya başlamış fili!..
Tabii, rahatsız olmuş fil...
Üzerindeki “karınca ordusu”nu atabilmek için şöyle bir silkinmiş!..
O silkinmeyle de, bütün karıncalar aşağıya!
“Bir tek karınca” kalmış filin sırtında!..
Aşağı düşenler, hep bir ağızdan bağırmaya başlamışlar;
“Haydi yık onu, devir onu!”
“Minik bir karınca”nın, “dev bir fili” devirmesi ne kadar imkânsız ise, Tayyip Erdoğan’ın da “bunca dev sorunla” tek başına uğraşması ve hepsinin hakkından gelmesi, herhalde beklenemez.
Öyle sanıyorum ki;
Sırasıyla hepsi hallolacak...
Yeter ki;
“Ayağımız yere sağlam bassın!”
Yeter ki;
Söylediklerimiz “doğru” çıksın!..
Ve, yeter ki;
Adımız “yalancı çoban”a çıkmasın!..
Tıpkı, “Suriye’nin düşürdüğü uçağımız”la ilgili, “ilk yapılan açıklamalarımız”ın doğru çıkması gibi.
ESED’İN PALAVRALARI
Olayı biliyorsunuz.
Genelkurmay’ın da açıkladığı gibi;
Suriye’nin vurduğu “RF-4E keşif uçağı”nın pilotları Yüzbaşı Gökhan Ertan ve Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy’un naaşı, olaydan 13 gün sonra denizden çıkarıldı.
ABD’den kiralanan Nautilus gemisinin yardımıyla uçağın enkazına ve pilotların naaşına ulaşılabildi. Deniz dibinde 8 parça tespit edilirken, Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, özetle şu bilgiler yer aldı:
“Uçağımızın düştüğü ve uçağımıza ait olduğu değerlendirilen malzemelerin bulunduğu bölgede yoğunlaşarak yapılan dip taramasında, ortalama 1260 metre derinlikte, toplam 17 hat üzerinde, 8 gün, 5 saat (toplam 197 saat) arama görevi icra edilmiş ve deniz dibinde 8 ayrı parça tespit edilmiştir.
Pilotlarımızın naaşlarının; TCG Çeşme’nin dip araması neticesinde tespit ettiği enkazın bulunduğu mevki civarında, Suriye sahilinden 8,6 deniz mili mesafede bulunduğu tespit edilmiştir.
Pilotlarımızın naaşları, 5 Temmuz 2012’de denizden çıkarılarak Malatya’ya intikal ettirilmiştir.”
Evet; “uçağımız” denizden çıkarıldı, “pilotlarımız” için de dün Malatya’da “cenaze töreni” düzenlendi.
Bu vesileyle öğrendik ki;
Uçağımızı düşürdükten bu yana “psikolojik savaş üstünlüğü”nü elinde tutmak isteyen ve bunun için de maalesef “ulusalcı medya organları”nı kullanan Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in “palavra” sıktığı ortaya çıkmış ve “yalan”ları, yayınlanan “31 fotoğraf” ile belgelenmiştir.
Ne diyordu Esed ve yönetimi;
“Türk uçağını Suriye karasularında düşürdük!.. Uçağı düşürmek için füze değil, uçaksavar kullandık!”
İşte, “belge”ler ortada...
Düşürülen uçak, “Suriye karasuları”nda değil, “Suriye sahilinden 8.6 mil uzaklıkta” bulundu!..
Uçağın “füze” ile düşürüldüğü de kesinleşti... Öyle ya; “uçaksavar” ile düşürülen bir uçak, “8 parça”ya niye bölünsün ki?..
Dahası;
Uçak, eğer “uçaksavar” ile düşürülmüş olsaydı, pilotlar herhalde hiç olmazsa “emniyet kemerleri”ni çözer ve “fırlatma düğmesi”ne basarlardı...
Ama, “fotoğraflar” onu gösteriyor ki, pilotlarımız “ani bir saldırı”ya uğramışlar ve “emniyet kemeri”nden kurtulmaya bile fırsat bulamamışlar!..
Sadece bu “2-3 belge” bile, Esed’in ne kadar “yalancı” olduğunu görmeye yeterlidir!..
Ortaya çıkan belgeler;
“Esed’in tezlerini çürütmüş” ve ayak bastığı zemini kaydırmıştır!..
“Halk benden şikâyetçi değil” diyen Esed; “en yakın kurmayı” yani Suriye Cumhuriyet Muhafız Birliği 105. Alay Komutanı Tuğgeneral Menaf Tlas tarafından bile terkedilmiş ise; Esed’in verdiği “Ayaktayım” mesajı, Irak işgal edilirken, “Zafer bizim” diye açıklamalar yapan Saddam’ın Enformasyon Bakanı Es Sahaf’ı hatırlatmakta.
ESED’İN VAKTİ DOLDU!
“Hastalıklar”ından şikayetle doktora giden, ancak doktorun “Hiçbir şeyciğiniz yok!.. Sapasağlamsınız” demesi üzerine; “Demek ki sapasağlam öleceğim!” diyen hasta gibi, öyle görünüyor ki; Beşşar Esed de, Suriye’nin başından “sapasağlam”(!) ayrılacaktır!..
Gelişmeler onu gösteriyor ki;
“Esed’in gitme vakti” yaklaşmıştır!..
Türkiye ise;
Bütün “eksiklik”lerine, “halı altında birikmiş pislik”lerine ve “geçmişte yapılan hata”lara rağmen yoluna devam edecektir.
“Yeterli teknolojimiz” olmasa da, sözümüz “doğru” ya, o yeter!..
Sözümüz doğru olduktan sonra;
Bir gün, belimizi de doğrulturuz.


Beylikdüzü’ne buz pisti!
Önceki gün Beylikdüzü Belediyesi ile ilgili bir yazı yazmış ve “Her sorunu hallettiniz de, bir tek Buz Pisti mi kaldı?” diye sormuş ve “Buz Pisti” için, “sökülen çamlar”dan söz etmiştim. Belediye’den gönderilen açıklamada; “Öncelikle ilçemize kazandırdığımız “İstanbul’un Gülen Yüzü Beylikdüzü” isimli kitabımıza gösterdiğiniz ilgi ve iltifatlar için teşekkür ediyoruz” denilmiş;
“Buz pisti” konusunda da denilmiş ki: “Vatandaşlarımızdan bu konuda gelen talepleri dikkate alan Belediyemiz, geçtiğimiz yaz etkinlik alanına kurulan geçici buz pisti ile özellikle çocuklarımızın bu husustaki ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Ancak takdir edersiniz ki; bu alanda kalıcı bir tesis her bakımdan daha uygun olacaktır. Geçtiğimiz yıl yapılan uygulamanın gördüğü büyük ilgi üzerine Beylikdüzü Spor Kulübü’nden gelen buz pisti teklifi değerlendirmeye ve yapılması uygun görülmüştür!” Demek ki, “Buz Pisti” ile ilgili bana gelen haberler doğru... Peki, “sökülen çamlar” meselesi nedir?..
Belediye Başkanı Yusuf Uzun, bu konuda da diyor ki;
“Çalışmalar çerçevesinde Ali İzzet Begoviç Parkı’nda yeniden bir düzenleme yapılmış olup; bu kapsama yaşları 7 ila 10 arasında değişen 37 adet leylandi (çit bitkisi) ve yaşları 2 ila 8 arasında değişen sadece 4 adet fıstık çamı, söküm araçlarıyla yerinden alınarak, Belediyemiz tarafından aynı bölgede inşa edilen Öğretmen Evi’nin çevresine nakledilmiştir. Çok sınırlı bir alanda yapılan bu çalışma ile çam katliamı değil, sadece aynı alanda olmak kaydıyla 41 adet bitkiye uygulanan bir nakil gerçekleştirilmiştir.”
Yani, “çam sökme” de doğru... Ama, “kurumaya” terkedilmemiş, başka yere nakledilmiş... Zaten, 3 yıl içinde “40 bin ağaç” diktikleri dikkate alınırsa, “yeşil düşmanı” olmadıkları ortaya çıkıyor...
Ama ben, yine de “Buz Pisti”ne taktım...
Belki de, “Kadıköylü Selâmi”nin “buz pisti”ne gıcık kaptığım içindir!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi