Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Çok cepheli savaş!

Çok cepheli savaş!

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük şanssızlığı, aynı anda dokuz cephede birden savaşmak durumunda kalması idi. Aynı anda ve aynı tarihte Çanakkale Savunması, Kanal Seferi, Irak Cephesi (Kutü’l Amâre), Galiçya ve meşhur Sarıkamış Harekâtı!..

Bu büyük savaşların hemen her biri 1914 ve 1915 tarihlerine denk düşüyor. Kimisi de inişli çıkışlı 1917 ve 1918’lere kadar devam ediyor. Bir de tabiî Ermeni tehciri!..
İşte böyle evrensel çaplı bir mücadelede o günkü Türkiye’nin müttefiki de Almanlar ve Japonlar. Japonlar çok uzakta kaldığı için, bizim açımızdan savaşa tesir eden bir yanları bulunmuyor. Dolayısıyla Osmanlı ve Almanlar savaşı müştereken yürütüyor, karşı tarafta da İngilizler, Ruslar, Fransızlar ve o günkü değişik ülkeler.
Şimdi burada savaşa girmenin lüzumu veya lüzumsuzluğu, maruz kaldığımız tarihî tasfiyenin kime ciro edilmesi gerektiği gibi hususlar üzerinde durmayacağım. Çünkü o günkü yönetim savaşa bile isteye değil, doğrudan mecbur kaldığı için girmişti. İkincisi de başlangıçta Almanlarla yan yana olmayı değil, İngiliz ve Fransızlarla dayanışmayı tercih etmesi idi. Fakat İngilizler asla buna fırsat vermedi. O günkü İttihatçılara “Artık yakamızdan düşün!..” dediler. Neticede de İttihatçılar, Almanların yanında savaşa girmek mecburiyetinde kaldı.
Haliyle böyle bir noktada, ilgili savaşa ve müstakbel âkıbete bakarak ucuz şeyler söylemek marifet değil. Tam tersine savaşa ait başlangıç stratejisini değerlendirmek, savaş içinde de gerekli strateji değişikliklerinin yapılıp yapılamadığı ya da bunların neden yapılamadığı noktasında bilgi ve fikir üretmektir önemli olan. Çünkü hadiseye böyle bakmak müstakbel zayiatları hesap etmeyi, daha doğrusu da kontrollü bir küçülmeyi öngörebilmek demektir. Vücutta kanserli bir organ feda etmek (kol, bacak vs. gibi) ya da müdahale etmeyerek, kanserin bütün vücuda yayılmasına fırsat tanımak gibi!.. Eğer bu yapılabilse idi, bugün elimizde kalan daha büyük bir Türkiye olurdu diye düşünüyorum!.. Ama bundan da tamamen emin değilim elbette.
Bu satırların amacı Birinci Cihan Savaşı hakkında sizi bilgilendirmek, o savaşın kendini ve sorumlularını yargılamak değil. Çünkü bunlar çok yapıldı ve neredeyse yığın yığın anonim kanaatler birikti elimizin altında. Benim buradaki maksadım, aynı anda, çok cephede birden savaşmanın güçlüğü ve bunun nelere mal olabildiğine dair bir işarettir sadece.
Bu gerçeği günümüze taşıdığımız takdirde, acaba Türkiye o yıllardaki kadar olmasa bile, benzer bir durumla karşı karşıya mıdır diye düşünmeden yapamıyorum. Nitekim şimdi de Türkiye bir yandan PKK sorunu ile meşgul olurken, öbür yandan da Suriye meselesi ile uğraşıyor. Her iki sorunun da Türkiye’de ateşli savunucuları bulunuyor. Kimisi PKK veya Kuzey Irak’la anlaşma yapılamayacağını, yapılmaması gerektiğini söylerken, onların asıl maksadı 25 yıldır devam eden silahlı mücadelenin devamı değil midir? Dahası Kuzey Irak’a girilmesi ve Barzani yönetimi ile Kandil’deki PKK yığınağının aynı anda berhava edilmesi değil midir buradaki maksat?
Fakat bunun basit bir hadise değil büyük bir savaş olduğunu, uzun sürmesi halinde de içerisi ve dışarısı açısından nelere mal olabileceğini asla öngörmüyor, bu sonucu daima teğet geçiyorlar. Dolayısıyla bu tür yüzeysel tahriklere, Türkiye’deki sözcüleri açısından, ciddi bir strateji nazarıyla bakılamaz. Nitekim bu yaklaşımların darası düşüldüğü takdirde, geriye sadece, hükümeti köşeye sıkıştırmaya dayalı bir “iç politika” enstrümanından başka bir şey kalmadığı görülmektedir. Temeli 28 Şubat’ta atılan, Balyozcu’ların ve Ergenekoncu’ların, Aydınlık taifesinin sürdürdüğü, şimdilerde ise yeni sözcülerinin peyda olduğu eski bir strateji!.. Maksatları da asla bir çözüm değil ve topluma yatırım yapmak!..
Bir de bunun karşısında, neredeyse sonu teslimiyete kadar varan ve sözcülüğünü de köksüz bazı liberallerin yaptığı bir başka akım var.
Fakat dikkat ederseniz her iki uç meseleyi realitesinden büsbütün soyutlayarak, hükümetin ve güvenlik güçlerinin yürütmeye çalıştığı politikaların da üzerini örterek, hadiseyi köpürtüyor da köpürtüyorlar. Daha doğrusu da hükümetin sağduyulu arayış ve teşebbüslerini boşa çıkartmayı deniyorlar.
Peki öyle de, hükümet ne yapmaya çalışıyor? Bunun sırrı bizzat Başbakan’ın yaptığı açıklamalarda mevcut: Terör örgütü ile mücadele!.. Fakat onun sivil uzantıları ile de her türlü müzakereye açık bir tavır!.. Dolayısıyla bu stratejinin üzerini kapatarak, hükümetin barış arayan yanını ya örterek ya da hainlikle, satılmışlıkla suçlamaya vardıranlara ne demek gerekir bilemiyoruz.
İşte hükümetin bu sağduyulu arayışlarını orasından burasından mıncıklamamak, ona imkân tanımak gerekiyor. Fakat bunların bile başarısından yüzde yüz emin olmamak lâzımdır. Ayrıca kamuoyunu, bilhassa da Türkleri ve Kürtleri birbirinden ayrıştırmaya dayalı ekstrem uçlara savrulmamak temel vazifemiz olmalıdır.
Bir de daha vahim olanı Kuzey Irak dahil, İskenderun sahillerine kadar olan alanın bütünüyle savaş cephesine dönüşmesi ihtimalidir. İşte Türkiye bu ihtimalleri de düşünerek, mümkün olabildiği kadar sakin kalmaya, içeriden ve dışarıdan gelen tahriklere bel bağlamamaya çalışıyor.
Öbür yandan da içerideki kamplaşmaları yatıştırmak ve gerilimi düşürmek gibi politikalar izliyor.
Bu söylediğim sözlerin ne mânâya geldiğini merak edenlere, geçirdiğimiz iki Balkan Savaşı’nı özellikle hatırlatmak isterim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi