Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Yanlış adres ve yanlış fotoğraf üzerine kampanya!

Yanlış adres ve yanlış fotoğraf üzerine kampanya!

Gündem yoğun... Ve ayrıca, sırada “okurlarım”dan gelen “mail”ler, “telefon”lar ve “mektup”lar var... Dün, masamda bir “ayıklama” yapayım dedim; o kadar mektup ve mail çıktısı birikmiş ki; yazmak için ayırdığım mektuplar bir klasör, okuyamadığım mektuplar da, herhalde küçük bir çuval doldurur.

Ama, dedim ya;

Gündem yoğun...

Bir yanda Şemdinli’deki çatışmalar, bir yanda Malatya ve Çorum’da Alevileri kışkırtma çabaları!..
Bir yandan Arakan’daki Budist vahşeti, bir yandan Suriye’de Esed zulmü!..

Bir yanda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e atfedilen sözler, bir yanda İstanbul’da yeni bir göreve atanan Sedat Selim Ay üzerinden yürütülen kampanya!..

Her biri, ayrı bir yazı konusu...

GÜL-ERDOĞAN DOSTLUĞU


Öncelikle söyleyeyim;

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün adaylığı üzerinden yürütülen tartışmalardan kimseye ekmek çıkmaz.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü Ahmet Sever’in söylediği gibi, “adaylığı” konusunda ileri-geri sarfedilen sözlerden, “alınmış, kırılmış ve gücenmiş” olabilir!.. Olabilir... Bunu da, “Ahmet Sever aracılığı” ile kamuoyuna yansıtmayı tercih etmiş olabilir.
Ama, şu da var.

Abdullah Bey’in sözlerinin “adres”inde “Bazı AK Parti kurmayları” olsa da, kesinlikle Tayyip Erdoğan yoktur!..

Zira; AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş’ın da ifade ettikleri gibi;

“Sayın Başbakanımız ve sayın Cumhurbaşkanımız arasındaki hukuk ve kardeşlik öylesine derindir ki, kimse fitne mekanizması işletmeye kalkmasın, işe yaramaz. Sayın Başbakanımız ve Cumhurbaşkanı arasında muazzam bir istişare vardır. İkisi de yaptıkları görevlerde son derece başarılıdırlar ve bundan sonraki dönemi birlikte planlarlar, koordine ederler.”

Ve yine;

“Sayın Gül ve Sayın Erdoğan’ın dostlukları başkalarının anlayabileceği bir dostluk değil. Dostluklarını koltuklara değişmeyecek yücelikte bir dostlukları vardır. O anlamda hiç kimse endişe etmesin, yeni yeni meseleler ortaya çıkarmaya çalışmasın.

Zamanı geldiğinde her şey yoluna girer. Fitne fesat yapmaya çalışanlar avuçlarını yalarlar... Herhangi birisi bir yere aday olduğu takdirde diğerinin buna karşı aday olacağını tahmin etmiyorum...”

BİRBİRLERİNİ SATMAZLAR!

Şunu da hatırlamakta yarar var.

“Siyasî hayatının bittiği, muhtar bile olamayacağı” söylenen Tayyip Bey, “milletvekili” olduktan sonra “Başbakanlık” makamını terk edip, Tayyip Bey’e veren kimdi?..

Elbette Abdullah Gül’dü...

Peki;

Herkesin “bahse tutuştuğu” ve mutlaka “Cumhurbaşkanı” olacağını söylediği günlerde, kürsüye çıkıp; “Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül kardeşimizdir” diyen kimdi?..

Elbette Tayyip Erdoğan’dı...

Sadece bu iki olay değil...

Bu iki isim; daha nice “badire”ler atlattılar ve daha nice “fedakârlık”ta bulundular ama birbirlerini asla “satmadılar!”

Bunları konuşanlar, yazanlar, çizenler ve “AK Parti’de parçalanma” veya “Zirve’de kavga”
bekleyenler; “Erdoğan ve yol arkadaşları”nı zerrece tanımıyorlar!..

O kadar tanımıyorlar ki;

Onların, bir “güç gösterisi”ne girmeyeceğini, bir “koltuk savaşı” yapmayacağını ve hele hele “birbirlerinin önüne geçmeyeceğini” bilmiyorlar!..

Oysa; Gül ve Erdoğan, bu yola çıkarlarken “makam, mevki, şöhret” kazanmaya değil, “halka hizmet” etmeye çıktılar!..

Onlarda, “birbirlerinin ayağını kaydırmak” gibi “klâsik politikacı numaraları” değil, “dostluk” vardır, “kardeşlik” vardır, “arkadaşlık” vardır!..

Onlar, “birbirlerini çelmelemeyi” değil, “birbirlerini yüceltmeyi” esas almışlardır!..

Şimdi, “Cumhurbaşkanlığı koltuğu” için birbirlerine lâf söyleyecekler, birbirlerini kıracaklar ve birbirlerine girecekler, öyle mi?..

Bunu, kim beklerse;

Avucunu yalar!..

DİĞERİ FERAGAT EDER!

Öyle;

“Umuyorum!.. Bekliyorum!.. Tahmin ediyorum” gibi “muğlak” ifade kullanmadan açık ve net diyorum ki;

“Cumhurbaşkanlığına Tayyip Erdoğan aday olmak isterse Abdullah Gül, hiç gözünü kırpmadan feragat eder... Aynı şekilde, Abdullah Gül görevine devam etmek ve yeniden aday olmak isterse de; Tayyip Bey, bir dönem beklemeyi göze alır ama Abdullah Bey’e rağmen aday olmaz!”
Bunu, bu kadar “kesin” söylüyorum...

Çünkü ben Abdullah Bey’i de, Tayyip Bey’i de çok çok iyi tanıyorum.

Onlar;

Birbirlerini “satmazlar!”

Birbirlerine “kazık” atmazlar!..

Hele hele;

Bir “makam” uğruna kesinlikle birbirlerinin kalbini kırmazlar!..

Bunu bilerek diyorum ki;

Araya “fesat” sokmak isteyenler boşuna uğraşmasın, başka kapıya gitsin!..

Bu kapıdan;

Onlara ekmek çıkmaz!..

SELİM AY İÇİN KAMPANYA!


Son günlerde, Taraf gazetesinin başlattığı, diğer gazete ve televizyonların da; “hıyarım var” diyenin peşinden “tuzluğu” kapıp da koşanlar gibi, “Taraf’ın kuyruğuna” takıldığı bir “kampanya” yürütülüyor.

Peki, olay ne?..

Taraf’a göre, olay şu:

İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan yeni atamalar sonucunda Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne getirilen isim tartışma konusu oldu... TEM’den sorumlu emniyet müdür yardımcılığına, bir dönem İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdür Yardımcılığı ve Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü yapan Sedat Selim Ay getirildi. Selim Ay’ın ismi iki ayrı işkence davasına karıştı.

Selim Ay’ın ismi 1997’de gözaltına alınan 15 kişiye işkence yapılması olayında geçti. Bu olayda Asiye Zeybek Güzel adlı gazeteci tecavüze uğradığını söyleyerek Selim Ay’ın da dahil olduğu bir grup polis hakkında suç duyurusunda bulundu.

Ancak soruşturmada takipsizlik kararıyla dava açılmadı. Zeybek daha sonra AİHM’de dava açıp Türkiye’yi mahkûm ettirdi. Sedat Selim Ay, başka bir işkence davasında ise 14 ay hapis cezası aldı. Türkiye bu işkence davası nedeniyle de AİHM’de mahkûm oldu.”

ÖN ALMA MI, ÖÇ ALMA MI?

Öncelikle söyleyeyim;

Hiçbir “polis müdürü”nü tanımadığım gibi, Sedat Selim Ay’ı da hiç tanımam... Onunla ilgili bilgim, “meslekî bilgi”nin ötesine geçmez.

Bildiğim şu ki;

Selim Ay, 2006-2010 yılları arasında Diyarbakır’da çok kritik operasyonların başında yer almıştı... Daha da öncesinde, yani 1998 yılında MLKP Terör Örgütü’nü çökerten ekipte görev yapmıştı!..
Tıpkı, Ali Fuat Yılmazer gibi...

Biliyorsunuz;

Kamuoyunda Hrant Dink soruşturmasının “kilit ismi” olarak bilinen İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube’den sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer de, 2011 Mart’ında görevinden alınmıştı... Yılmazer, “Ergenekon, Balyoz, Kafes, Poyrazköy, Şantaj ve askeri casusluk” gibi operasyonları yürütüyordu.

Hrant Dink’in öldürülmesinde “ihmali” olduğu iddiasıyla görevden alınmış olsa da; Dink ailesi tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilen “28 kişilik suç duyurusu listesi”nde istihbarattan sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer’in adı yoktu...
Ama, “ihmal” iddiaları bir “kampanya”ya dönüşünce, olan Ali Fuat Yılmazer’e oldu...
Adam, koltuğundan oldu...

Ne gariptir ki;

Aynı “ön alma” veya “öç alma” kampanyası, şimdi de Selim Ay için yürütülüyor.
Öyle sanıyorum ki;

Taraf’ın desteklediği Diyarbakırlı “Kürtçü”lerin nasırına iyi basmış!..

Ya da, “MLKP’liler”in!..

ONUN FOTOĞRAFI DEĞİL!


Bilmem, farkında mısınız;

Gerek “Taraf’ın haberleri”nde, gerek “Taraf’ın kuyruğu”na takılan medya organlarında Selim Ay için yürütülen kampanyada “Selim Ay’ın fotoğrafı” hiç kullanılmıyor!..

Kullanılmıyor, çünkü fotoğrafı yok!..

İşin tuhaf tarafı;

31 Temmuz Salı günü, “bir grup kadın” tarafından düzenlenen “Selim Ay’ı protesto” eyleminde de, “Selim Ay yerine, başka bir emniyet müdürünün fotoğrafı” kullanılmış, iyi mi?..

Bu nasıl protestodur ki; “Yüzünü bile bilmedikleri” bir adam için “işkenceci” diyorlar, “tecavüzcü” diyorlar!.. Hadi, “işkence” neyse de; meselâ gazeteci Asiye Zeybek gibi bir kadın kendisine “tecavüz” eden bir polisi tanımaz mı?..

Kalkmış, şimdi; “O tecavüzcü ve işkenceci Selim Ay’dı” diyor!..

Yani, onu tanıyor!..

Ama, ne hikmettir bilinmez;

Protesto eyleminde taşınan fotoğraf, “Selim Ay’ın fotoğrafı” değil, bir başka erkeğin fotoğrafı!..
Bu, ne biçim “teşhis”tir, bu ne vicdansız “itham”dır, anlayan beri gelsin!..

Her iki olay konusunda “ortak bir yorum” yapacak olursak, deriz ki;

“Hiç kimse, kişiler hakkında anlamadan-dinlemeden ithamda bulunmasın!”

Aksi halde; bunun bir “ön alma” veya “öç alma” amaçlı olduğu sırıtıverir!..

Özellikle gazeteler;

“Yanlış adres”ler ve “yanlış fotoğraf”lar kullanmaktan kaçınmalıdırlar!..

Ki, “komik” duruma düşmesinler!..




BEDAŞ oldu Enerji-SA... Ne değişti?17 Aralık 2010 tarihinde, “BEDAŞ’ta neler oluyor?” başlıklı bir yazı yazmış ve “mağdur” bir vatandaştan söz etmiştim... Adı, Zeki Arık... Ankara Pursaklar’da oturmaktadır... Derdini, “radyo”larda anlatmış, “televizyon”larda anlatmış, “dilekçeler” yazmış ama bir netice alamayınca, bana müracaat etmişti...

Efendim, Zeki Arık diyordu ki: “Binamız müteahhit Selâmi Karakoç tarafından eksik ve kusurlu olarak yapılmıştır... İmara aykırılığı, Pursaklar Belediyesi Yapı İşleri Genel Müdürlüğü ve 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce onaylanmıştır... İskan raporu yoktur... Ancak binamızdaki dairelerin bir kısmı; daha temelde iken müteahhit tarafından değerinin çok altında el senedi ile birtakım insanlara satılmıştır. Müteahhit ile 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde dâvâmız sürmektedir. Ancak el senedi ile daire alan kişiler, yasal boşluktan da yararlanıp bu daireleri işgal etmişlerdir...”
Ya sonra?.. Zeki Arık’a göre; “işgalci”lerden biri BEDAŞ’a gidip, herkes adına “elektrik aboneliği” almak istiyor... Bu talep önce geri çevriliyor ama sonradan kabul ediliyor ve “abonelik” gerçekleşiyor!..

Zeki Arık ise; “Binanın sahibi benim” deyip, ekliyor: “Bana rağmen bu binaya nasıl elektrik verirler?”

Derdini “dilekçe”ye dökmüş ama 6 aydır cevap yok!.. “Tartışma”lar, “sürtüşme”ler, “rüşvet” iddiaları gırla!.. İş, dönemiş BEDAŞ Genel Müdürü Mehmet Ali Atay’a düşüyordu ki!..
BEDAŞ’ta farklılıklar olmuş...

Mehmet Ali Atay, o yazıdan bir hafta sonra “emekli” olmuş... BEDAŞ ismi de Enerji-SA’ya dönüşmüş... Enerji-SA’nın ceosu da Yetik Kadri Mert...

BEDAŞ değişti, oldu Enerji-SA ama, bizim Zeki Arık’ın problemi aynen devam ediyor...
Bugün dediği şu:

“O sıralar; BEDAŞ hakkında sahte evrak alıp işleme sokmaktan suç duyurusunda bulunmuştum ama imza tesbitine bile gerek duyulmadan, yeterli delil yok gerekçesiyle kovuşturma kapatıldı... O arada da; sahte sözleşme düzenleyen Canlar Yapı Denetim Şirketi diğer ortağımdan ücret tahsil etmek için alacak davası açtı... Ortaklarım da imzaya itiraz etti... Bu sefer imza tesbitine gidildi... İmzalarımızın sahteliği ortaya çıktı... Yalnız sahte imza değil ki... Bu şirket sahte elektrik projesi de çizmiş... Binada asansör yok, ancak elektrik projesinde var... Bu Canlar Yapı Denetim Şirketi, sabıkalı 2-3 defa sahte elektrik projesi çizmekten bir defa da sahte yapı denetim düzenlemekten kapanmış...

Abonelik işlerini yürüten Fatma Eroğlu, bana Enerji-SA’ya rüşvet verdiğini söylemişti... Ben de bunu Enerji-SA’ya yazdım... Ekte görüldüğü gibi, rüşveti kabul eden ancak kendi aralarında hallettiğini ima eden bir cevap geldi.”

Zeki Arık bunları söylemiş... Benim söyleyeceğim ise şu:

“Enerji-SA’nın ceosu sayın Yetik Kadri Mert, lütfen Zeki Arık’ın yazdıklarını ve elindeki belgeleri dikkate alın ve şu meseleyi halledin... Yoksa, Zeki Arık, AİHM’e kadar gidecek!”


Özkök’ü nasıl yorumladılar?

“Oruç”ken “şekerin düşmesi” ve dolayısıyla “sinirlenmek” normal de; öyle “Saygı-sız”lar var ki, adama her zaman saç-baş yoldururlar.

Dün, neredeyse kafayı yiyecektim... Televizyon sunucusu, birkaç kişiye soruyor: “Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök, Silivri’de tarihi açıklamalar yaptı. Muhtıranın muhtemel hareket tarzlarından biri olduğunu söyledi, siz ne diyorsunuz?”

Meselâ, Alper Görmüş dedi ki; “Tarihi açıklamalar yaptı... Darbe plânlarının ve muhtıranın varlığını doğruladı!..”

Adeta “Ergenekon Sözcülüğü” yapan Sözcü’nün Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk ise, hiç oralı değildi... “Ne olmuş ki!” diyordu; “Hilmi Özkök yeni bir şey söylemedi ki, eski söylediklerini tekrar etti!”

Bu “tersyüz etme taktiği” üzerine sunucu bile araya girmek zorunda kaldı... Ama Saygı Öztürk, “Minderin dışına kaçmakta” kararlıydı!.. O kadar minderin dışındaydı ki; ben, uzaydaki “galaksi”lerden birinden konuşuyor sandım!..

Şu hâle bakın; Hilmi Özkök’ün, bal gibi “şikâyet” kokan ifadesini nasıl yorumladı biliyor musunuz?.. Dedi ki; “Bu ifade, sanıklar lehine yorumlanmalıdır!”

El insaf!.. Olmayan saçımdan bir demet yolacaktım ki; “Değmez” dedim; “Kafasını Ergenekon’a kiralamış adamlara bakıp da saç-baş yolmaya değmez!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi