Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kıyafet-miyafet

Kıyafet-miyafet

Öteden beri kılık-kıyafetle uğraşmaya pek meraklıyız. Bu işi Atatürk’ün başlattığı zannedilir (25 Kasım 1925’te Meclis’te kabul edilen 671 numaralı “Şapka İktizası Hakkında Kanun”), ama asıl başlatan Sultan II. Mahmud’dur…


Yeniçeri Ocağı 1826’da kaldırılmış, yerine “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” (Muhammed’in [s.a.v] muzaffer orduları) kurulmuştu. Yeni orduya yeni kıyafet lâzımdı.

O tarihlerde, Akdeniz’de seferde bulunan Kaptan-ı Derya (Deniz Kuvvetleri Komutanı) Koca Hüsrev Paşa, Sultan II. Mahmud’un, Yeniçeri Ocağı’ndan geriye hiçbir alâmet ve kıyafet bırakmak istemediğini öğrenince, Tunus’tan bir miktar fes alıp leventlerine (deniz askeri) giydirdi. İstanbul’a döndüğünde, Padişah’ın huzuruna başında fesle çıktı. Fes, “yenilikçi Padişah”ın hoşuna gitmişti.

Tunus’tan, hemen elli bin adet fes getirtildi. Daha sonra da, fes üretmek üzere, İstanbul/ Eyüp Sultan’da bir “Feshane” kuruldu. 1828’de çıkartılan bir kıyafet nizamnamesiyle de fes yeni ordunun “resmi başlığı” oldu.

Tabii bunu pantolon ve uzun ceket tamamlayacaktı. Avrupa’nın kılığına girmiştik bile: Geriye zihniyetine girmek kalmıştı. Onu da Cumhuriyet üstlenecekti.

Sultan II. Abdülhamid’in başbelâsı Jön Türkler de bir “Kılık-Kıyafet Projesi” yapmışlar, ancak hayata geçirememişlerdi. Başkomutan Vekili Enver Paşa, bir ara orduya “şems-i siperli başlık” (şapka) giydirmişti. Ne var ki, Birinci Dünya Savaşı patladı ve bu teşebbüs de rafa kaldırıldı.

Sonrasını biliyorsunuz: Atatürk’ün “Kılık-Kıyafet İnkılâbı”… Daha sonrası ise bu inkılâbın 82 Anayasası’nın teminatı altına alınması… Yani hâlâ yürürlükte bulunan 82 Anayasası’na göre, milletvekilleri dâhil, tüm memurların şapka giyme mecburiyeti var: Giymeyen “anayasal suç” işlemiş sayılır. Tuhaf bir durum!

Benim öğrencilik yıllarımda, kız-erkek tüm ortaokul ve lise öğrencileri şapka takmak zorundaydı. Elbise tercihi yoktu, ama şapka ve kravat takmayanı bizim ortaokul müdürü kapıdan çeviriyordu. Çoğu öğretmenler gibi o da “forma” tutkunuydu.

Boru gibi pantolon, yakaları düşmüş kırış kırış ceket, büyükbabanın gömleğinden bozma gömlekle kayışa dönmüş kravat uygun bir “kreasyon” oluştururdu!

Her milli bayramda resmigeçit yapar, sokakta rastladığımız öğretmene asker selamı çakardık. Çünkü her birimiz birer “Cumhuriyet muhafızı” idik. “Muhafız” olmak için “formel” olmak şarttı!

Neden sonra öğrendim ki, Mussolini ile Hitler’in de tıpkı bizim gibi, formalı çocuklardan oluşan “Genç Faşistler”i varmış. Gerekli gördüklerinde hepsini ölüme gönderdiler.

Şimdi okullarda kılık kıyafet serbest bırakılıyor. Faşizme tutkun olanlar ise, itirazı basıyor: “Efendim, olanı var, olmayanı var…”

Ne saçma bir gerekçe: Bütün hayat zaten böyle değil mi dostlar? Önlüğün ve diğer kıyafetlerin markalısı-markasızı, pahalısı-ucuzu yok mu? Mahallede de eşit kıyafetlerle mi dolaşıyor bu çocuklar, sokağa aynı model kıyafetle mi çıkıyorlar, üniversiteyi forma ile mi okuyorlar?..

Hayatın hiçbir alanında eşitlik olmadığını, çocuk yaşlarda öğrenmek bence daha iyi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi