Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Engelliler ve Düşündürdükleri (1)

Engelliler ve Düşündürdükleri (1)

Engellilik ve engelliler, tarihin başlangıcından bugüne kadar hep var olagelen iç içe olduğumuz, hal lisanıyla dersler çıkarıp ibret aldığımız, bizi duygusallığa, hassasiyete, hırs ve ihtiraslardan kurtulmaya iten bir güçtür. Hayatın bazı alanları, zımnen “kör bölge” ilan edilmiştir. Bunların başında engellilik ve engellilerle ilgili alan gelir. Bizzat hayatın göbeğinde, “sınav verilen bir hayat”ın üzerine yazı yazmanın zorluğunun farkındayım. “Engelli” olarak kabul etmediğim bu durumdaki kardeşlerimizle hissiyatımı bu yazı vesilesiyle paylaşmak istiyorum.
Hiçbir din ve millet ayırımı olmaksızın bütün toplumların ilgilendiği, anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı engellilik bugün daha da önem kazanmıştır. Gelecekte de insanlığın ve insan haklarının gündeminde olacağına inandığımız engellilik meselesi devamlı gündemde tutulmalı, mutlaka “ne yapılmalı?”sualine, gerek ferdî, gerek sosyal gerekse kurumsal olarak cevap verilmeli, yakın, orta ve uzak hedefler tesbit edilip uygulamaya konulmalıdır.
Zaman zaman insan aklını ve kudretini aşan engellilik olgusunu yine aynı insan aklı ile anlamaya çalışmak pek kolay değildir. Bu zorluk bilinerek bu durumdaki insanlarımızın dertlerine deva olunacak hizmetler verilmeli.
Engellilik vak’asının, insanlığın bugününe ve yarınına bakan bir yönü olduğu unutulmamalı. Kendini anlama ve anlamlandırma çabası içinde olan engelli insanlarımıza nasıl yaklaşmamız, onlara maddî-mânevî nasıl yardımcı olmamız hususuna kafa yormamız gerekmektedir.
Senenin bir gününe tahsis edilecek ‘engelliler günü’ göstermelik, istismara açık faaliyetler, ödüller, merasimler acımıza, çâresizliğimize, verdiğimiz ‘sınav’a karşı yeterli midir?
Bu ülkenin % 12’sinin engelli olduğunu biliyor muydunuz?
Peki bu kadar kalabalık bir nüfusun problemleri konusunda, onların ailelerinin, akrabalarının, çevrelerinin dertleriyle, problemleriyle, ilgili muhtevalı yüzlerce kitap yazılması, konferanslar, seminerler verilmesi, ilmî-fikrî çalışmalar yapılması gerekmez miydi?
Ne yazık ki yok denecek kadar az. Bu kadarı da Sadra şifa değil. Kendimizin, çoluk-çocuğumuzun sakat kalmama garantisi var mı?
Yoksa hemen herkes birer “potansiyel “engelli” değil mi?
O halde engellilerle münasebetlerimiz ne merkezde?
Onları görünce yolumuzu mu değiştiriyoruz, yardımcı mı oluyoruz?
Ya onların ebeveynleri. Bitmez tükenmez sabırları, tahammülleri, şefkatleri, merhametleri… Eksilmeyen tebessümleri, her an hizmete âmâde halleri birer “şahsiyet âbidesi” duruşları… Asıl noksanlık, engellilik, sakatlık, bu hakikatleri anlamaktan âciz olmaktır.
Dinimizin “engelli”ye bakışını merak etmez miyiz? Bu konuyu araştırırken Kur’an’ın kendine has bir “engelli tasavvuru” olduğunu fark ettim. Kur’an’a göre baş gözü görmeyen, baş kulağı duymayan, baş dili konuşmayan, beden eli, ayağı tutmayan “engelli” sayılmamaktadır.
Ancak Hakkı görmeyen, duymayan, söylemeyen “engelli” sayılmaktadır. “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; göremezler” gibi ayetlerin ifade ettiği hakikat budur.
Vahiy fiziki engeli, engellilik olarak görmez. O insanın “manevi bedenine” ait engellerle (özürlerle) ilgilenir ve asıl özür olarak onları görür. Bu yolla muhatabında farklı bir “engellilik tasavvuru” inşa eder. Mesela “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; artık göremezler”der. Buradaki “sağır, dilsiz, kör” tabiî ki baş kulağı, dili ve gözü değil, gönül kulağı, dili ve gözüdür.
İşte bir başka ayet: “Gözler kör olmaz, kör olan göğüslerdeki kalplerdir”.
Onun için, Mekke’nin ileri gelenlerine İslam’ı tebliğ ederken kendisine gelip soru soran bir âmâ ile ilgilenmeyen Peygamber Efendimiz tatlı-sert bir üslupla uyarılır:
“Kendisine âmâ gelince, yüzünü astı ve başını çevirdi: Nereden biliyorsun; belki de o arınacaktı; veya öğüt verilecek ve verilen öğüt kendisine faydalı olacaktı?”
Bu âyetlerden sonra Peygamberimiz bu zâtı gördüğünde. “Rabbimin beni ikazına vesile olan zat gel seni bir kucaklayayım.” Diyerek bu şahsa sarılıp kucaklamıştır.
İşbu ayetlerin kendisi sebebiyle indiği “Ümmi Mektum” künyeli Abdullah b. Şureyh, Peygamber Efendimiz tarafından bir savaş sırasında Medine’ye vali olarak tayin edilecektir.
Bu vekalet, bir tür Peygamberimizin yöneticilik makamına vekalettir. İşte âmâ, işte Peygamber...
DEVAMI YARIN

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi