Faruk Köse

Faruk Köse

Rejime muhalif olmadan İslam davası olur mu?

Rejime muhalif olmadan İslam davası olur mu?

Müslümanlar olarak “ana meseleler”imi-zin ne derece farkındayız bilemiyorum. “Hâl muhasebesi” yapmıyoruz; neyimiz var, neyimiz yok, eksiğimiz ya da fazlamız neler, bunların hesabını yapıp “sahih iman ve salih amel bilançosu”nu çıkarmıyoruz.


Öyle görünüyor ki, sanki “sahih iman” ve “salih amel”e dair “Allah’ın hudutları” terk edilmiş, yerine tağutların çizdiği hudutlara razı olunmuş. Artık içinde yaşanılan hâl benimsenip adımlar buna göre atılmaya başlanmış. Hem de “müslümanım” dendiği halde!.. Tabiî bu durum, acilen cevap bulunmasını gerek bazı temel suallerin ihmaline yol açıyor.

Bir insanın “müslümanım” dedikten sonra “İslam davası”na sahip çıkmaması ve “İslam davasının eri” olmaması “imanındaki yozlaşma”dan mıdır, yoksa “ameli zaafiyet” midir?

Bir müslümanın “Lailaheillallah” dedikten sonra Allah Teala’dan başka “Rab” ve “İlah” tanıması, hayatına hükmeden ya da dünyasını biçimlendiren yasaları İslam’dan almaması, otorite olarak “İslam’ı esas almayan unsurlar”a teslim olması; ya da “tağutun yasaları”na göre yaşaması, üstelik de bunu normal görmesi gerçekten iman etmediğinden midir, yoksa inandıklarına göre yaşaması gerektiğini bilmediğinden veya bilse de “ameli gerekler” hususunda zaaf gösterdiğinden midir?

Bir müslümanın, “Muhammedunrasulullah” dedikten sonra, Hz. Muhammed (sav)’den başkasını örnek alması, “Rasulullah örnekliği”ne uymayanı önder olarak tanıması “imani zayıflık” mıdır, yoksa “ameli çarpıklık” mıdır? Ya da önderlerini “rab” ve “ilah” edinmede bir beis görmemesi, hatta bu ayrımın farkında bile olmayışı “teslimiyet”inin mahiyeti hakkında nasıl bir intiba uyandırır, aslında neye teslim olmuştur o kişi? Bu durum imanı bozmaz mı?

Allah’ın dini İslam’ı “hayat davası” edinmeyenin Allah’ın yasaları nezdindeki durumu nedir? İslam’a uygun olmayan, hatta taban tabana zıt olan ve hatta “İslam’a hayat hakkı tanımayan bir rejim”e uygun olarak yaşamayı, böyle bir rejime karşı çıkmamayı, muhalefet bile etmemeyi, “tağuta isyan”a kalkışmamayı, “tağuta itaat” etmeyi normal gören bir kişi, “müslüman” mıdır?

Davasının İslam olduğunu söyleyenin, İslam’a tümüyle aykırı bir rejime muhalefet etmemesi, o rejimi kökten ve hiçbir unsurunu bırakmamacasına değiştirerek Allah’ın yasalarına uygun bir rejimi tesis etmeye çalışmaması “sahih iman” ve “salih amel” ile bağdaşır mı?

Rejim ve sistem Allah’ın yasalarına, Kur’an’a aykırı ise, aslolan muhalefet etmek ve rejimi dönüştürmeye çalışmak değil midir? Rejimin ve sistemin başındaki görevlilerin kimi inanç, yaşayış ve sözlerinin “müslümanlar gibi” olması, hatta onların “müslümanlar arasından” çıkması muhalefete son vermeyi gerektirir mi; rejimi meşru hale getirir mi?

“Rejimi reddetmek ve benimsememek başka, ona karşı muhalefet edip değiştirmeye çalışmak başka” gibi bir ayrıma gidilebiliyor. Kabul etmemek, tasdik etmemek, sadece o haliyle kalındığı ve bilfiil idare ve işleyişe ilişilmediği sürece “tayin ve tasdik edilmiş özgürlük” olarak kabul ediliyor ve izin veriliyor. Şimdi bu, müslümanın kabul edebileceği bir durum mu?

“Tağutu red”, “küfrü inkâr”, “Allah’ın dinini bütün yeryüzünde hakim kılıncaya kadar mücadele” müslümanın şiarı değil mi? O halde dayatılan hâl niçin “kabul edilmiş gibi” duruyor? Mesela müslümanın, “Laik-Kemalist rejim”i dil ile inkâr ettiği halde değiştirmek için çalışmaması, önüne atılan “inkâr edebilirsin ama varlığına karşı müdahalede bulunma” avuntusuyla yetinmesi “müslümanca” mı, “İslam davası”na uygun düşüyor mu?

İman, Allah’ın yasaları varken, o yasalara mukabil ve onların yerine geçecek yasalar yapan tağutları reddetmeyi, muhalefet etmeyi, onların hükümlerini ayaklar altına alıp “Allah’ın yasalarını hayata hakim kılma”yı gerektirmez mi?

Tağutu red; aynı zamanda “tağuttan uzaklaşma”yı ve “beraber olmama”yı, “tağutun kurduğu rejimi toptan reddedip değiştirmek için çalışma”yı, “tağuti sistemin çarklarını çevirmeme”yi ve hatta “durdurma”yı, “tağutla işbirliği içinde olmama”yı ve “ortak çalışmalara son verme”yi, “tağuta yardımcı olmama”yı, “tağuta itaat etmeme”yi, “tağutla dostluk kurmama”yı, tağuti sistem içinde ve o sistemin işleyiş kuralları dahilinde “müslümanların aleyhine olacak herhangi bir eylem ve işlemde bulunmama”yı, gerektirmez mi?

Tağuta karşı mücadele etmesi gerekirken, tağuti rejimin işleyişini sürdürmesine bir şekilde katkıda bulunan kişinin İslam diye bir davasının olması mümkün mü?

Rejime muhalif olmadan İslam davası sürdürülemez. Muhalefet ise sadece “kalbi red”den ibaret değildir; aynı zamanda “fiile redd”i de gerektirir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
Faruk Köse Arşivi