Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Diyorlar ki, unuttuk!.. Bize de mi Lo Lo?

Diyorlar ki, unuttuk!.. Bize de mi Lo Lo?

Fıkrayı bilirsiniz...

Bir avukat, “hakim” karşısına çıkacak “müvekkil”ine “taktik” vermiş;

“Hakim ne sorarsa sorsun, sen sürekli Lo Lo de!”

Adam, avukatın verdiği taktiği uygulayıp, hakimin her sorusuna “lo lo” demiş... Yani, “İlgim yok!.. Görmedim!.. Duymadım!.. Bilmiyorum!..” anlamında!..

Ve tabiî, “beraat” etmiş!..

Duruşma sonrası, “vekâlet ücreti”ni talep etmiş avukat!..

Adam, taktiği devam ettirip, “Lo Lo” demeye başlayınca tepesi atmış avukatın;
“Ne o, bize de mi lo lo?!?”

“Fıkradaki sanık” böyle de, “sanık generaller” farklı mı?..

Onlar da;

Habire “lo lo” diyor.

“Görmedim!..

Duymadım!..

Bilmiyorum!”

Sormanın tam sırasıdır;

“Bize de mi Lo Lo?”

Öyle ya;

“Sanık generaller”in yaptıklarını da unutmadık, söylediklerini de!..

Hepsi “hafıza”larımızda,

Hepsi “arşiv”lerimizde!..

RAKI-ŞARAP MUHABBETİ

Meselâ, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı diyor ki;

“Hatırlamıyorum!”

Mesela, bir başka Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ diyor ki;

“Beni burada tutmanız ayıp... Bu ayıbı daha ne kadar taşıyacaksınız?”

Meselâ dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir de, Org. Eşref Bitlis’in uçağıdüşürülerek öldürülmesine ilişkin soruşturma kapsamında götürüldüğü Ankara 

Adliyesi’nde Savcı Hüseyin Şahin’e 1 saat ifade veriyor ve diyor ki;

“Bitlis’in ölümüne ilişkin hiçbir bilgim yok. Ben, o dönemde Genelkurmay Karargâhı’nda değildim, geçici olarak Somali’de görevlendirilmiştim.”

Hep bildik taktik...

Evet, “3 maymun taktiği!”

“Görmedim!

Duymadım!..

Bilmiyorum!”

Ne var ki;

“Lo Lo” demeye devam etseler de, biz her şeyi bildiklerini, gördüklerini vehatırladıklarını biliyoruz...

Meselâ, merhum Erbakan Hoca’nın masasında kendisi “şarap” içerken, yan masada “rakı” içen Güven Erkaya’yı o gece telefonla arayıp, “Afferin Güven... Rakı istemekle çok iyi yaptın... Biliyorsun, ben de şarap istedim” diyen Karadayı, bu konuşmayı herhalde unutmuş olamaz!..

DARBE, İSRAİL İÇİN!

“Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin olayları”nı her nasılsa hatırlayıp, “onların kullanıldığını” saçma bulan Karadayı, “28 Şubat günkü 9 saatlik MGK toplantısı”ndan “1 gün önce” yani 27 Şubat günü İsrail’de olduğunu herhalde unutmamıştır!..

Ama, sorsanız;

“Unuttum” der!..

Ya da;

“Evet 27 Şubat günü İsrail’deydim... Hatta Ağlama Duvarı’na bile gittim!.. Ama 28

Şubat Darbesi ile İsrail’e yaptığım ziyaretin hiçbir ilgisi yok!.. Darbe ile İsrail arasında bağlantı kurmak saçma!” der!..

Oysa; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Erbakan’a, daha doğrusu “Refahyol Hükümeti’ne yönelik darbe”nin sadece ve sadece “İsrail’in çıkarları” için yapıldığını yazıyordu!..

Evet, evet; “yazıyordu!”

Hem de, 2002 yılında, Middle East Quarterly adlı bir “Amerikan dergisi”ne!..

Çevik Bir, ABD dergisine yazdığı makalede, “postmodern darbe”nin; aslında “irtica”ya karşı değil, “İsrail’le dostluğun sürmesi” için yapıldığını “itiraf” ediyordu.
Çevik Bir’in, Martin Sherman’la birlikte yazdığı “İstikrar için formül: Türkiye artı İsrail” başlıklı makalede; “Erbakan’ın Başbakan olmasıyla İsrail menfaatlerinin tehlikeye girdiği, bunun postmodern darbe ile bertaraf edildiği” anlatılıyor ve özetle deniliyordu ki;

“İsrail-Türk ticaret hacmi 1990’lar boyunca sürekli arttı. Bu bağlar, 1996 yılında Refah Partisi’nin iktidara gelişiyle yıprandı.

Erbakan’ın İsrail karşıtı söylemi, geleneksel Yahudi karşıtı motifler ve efsaneler ile dolu idi. Erbakan için, İsrail bir ‘ebedi düşman’ ve ‘Arap ve İslam dünyasının kalbinde bir kanser.’

Necmettin Erbakan, İsrail’le anlaşmaları dondurma sözü verdi. Laik Cumhuriyet’in mirasını korumakla yükümlü olan ordu, Erbakan’a açıkça şu mesajı verdi:

Koltuklarımızda öylece oturup, ülkenin yüzünü İslama dönmesini, İsrail-Türk askerî ilişkilerinin tehlikeye atılmasını izlemeyeceğiz.”

Yazı, özetle böyleydi...

Şimdi, söyleyin Allah aşkına;

Bu “darbe”nin,

“İrtica” neresinde?..

İrtica, sadece kılıf!.. Asıl hedef, “İsrail’in menfaatleri”ni korumak!..

Kim, ne derse desin;

Müslüm Gündüz’ler, Fadime Şahin’ler, Ali Kalkancı’lar, Emire Ersoy’lar, “tarikatönderleri”(!) ve “irticaî kalkışma”(!)ların hemen hepsi, birer “süs”ten, birer “sos”tan başka bir şey değildi!..

Onlar, “Siyon”un üzerine serpilmiş “piyon”lardı... Çevik Bir, bu argümanları sahneye çıkarmasaydı, “Erbakan’la mücadele”de başarıya ulaşamazdı...

Çevik Bir bunları yazarken, İsmail Hakkı Karadayı’nın; “Darbede İsrail’in rolü”nü ret ve inkâr etmesi inandırıcı olabilir mi?..

YA, O TELEFON KONUŞMALARI?

Karadayı, kalkmış demiş ki;

“Görev yaptığı dönemde Başbakan Sayın Necmettin Erbakan ile aramız gayet iyiydi. Özellikle terörle mücadele konusunda tüm taleplerimizi yerine getirmiştir. Ortak çalışmalarımız gayet güzeldi. Bükreş’te bir toplantıda gazeteciler Refah Partisi’nin laiklik karşıtı bir parti olduğu ancak koalisyon ortağı olması soruldu. Ben de ‘siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Kiminle nasıl koalisyon yapacaklarına kendileri karar verirler’ şeklinde yanıt verdim. Türkiye’ye döndüğümde Sayın Erbakan hem telefonla hem de yüz yüze geldiğimizde bana defalarca teşekkür etmiştir.”

Söylemenin tam sırası;

“Ne o, bize de mi Lo Lo?”

Be adam; madem Erbakan’la aran gayet iyiydi, madem sana “teşekkür” edecek kadarsamimiydiniz, o halde Erbakan’ın verdiği yemekte, sırf “Erbakan’a” ve onun “dinî hassasiyet”ine inat olsun diye “şarap” içmek neyin nesi?.. Hadi, kendin “şarap” içtin, peki “rakı” içti diye Erkaya’yı arayıp, kutlamak neyin nesi?..
Demek oluyor ki;

Sizin, Erbakan’la aranızın iyi olması mümkün değil... Çünkü sizin, “Erbakan’ın inancı”na, Erbakan’ın “fikir ve görüş”lerine 180 derece karşıydınız!.. Zaten, o darbeyi de bu yüzden yaptınız!..

Hadi, tüm bunları “unuttuğunuzu” kabul edelim... Peki, “telefon konuşmalarınızı” da mı hatırlamıyorsunuz, onları da unuttunuz?..

“Refahyol iktidarı”nı devirdiğiniz gibi, eğer “AK Parti iktidarı”nı da devirebilseydiniz, en azından Anayasa Mahkemesi’ne kapattırabilseydiniz, CHP Milletvekili Nur Serter’i herhalde “Millî Eğitim Bakanı” yapacaktınız, değil mi?..

Siz unutmuş olsanız da;

Erkan Mumcu’ya “pezevenk” dediğinizi, CHP’li Onur Öymen ve Bülent Tanla için çok iyi görevler düşündüğünü biz unutmuş değiliz!..

Dolayısıyla;

Bize de “Lo Lo” yapmayın!..

82 YAŞ VE YAŞ!

Hadi, hepsine eyvallah da;

Şu “YAŞ’taki ihraçlar” meselesini ne yapacak, nasıl unutacağız?..

Sayın Kardayı;

“Erbakan’la aramız çok iyiydi” diyor ya, acaba; “En çok YAŞ ihracının o dönemde olduğunu” hatırlıyor mu?..

Yoksa, bunu da mı unuttu?..

Düşünebiliyor musunuz;

En fazla “YAŞ ihracı” İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanı olduğu 1994-1998 arası 4 yıllık dönemde yaşanmış!..

1994’de 54 kişi,
1995’te 67 kişi,
1996’da 97 kişi,
1997’de 297 kişi,
1998’de 272 kişi!

Gördüğünüz gibi;
Karadayı döneminde, toplanan Yüksek Askerî Şurâ’larda, toplam “787 Subay ve Astsubay” ihraç edilmiş!..

Şimdi, yargı onun 82 olan “yaş”ına bakıyor ve yaşına hürmeten tutuklamıyor... Ama o, Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde, hiç kimsenin gözünün YAŞ’ına bakmamış!..
“Namaz” kılan, “oruç” tutan, parmağında “gümüş yüzük”, çekmecesinde “tesbih” bulunan herkesi “YAŞ kararıyla” atmış ordudan!..

Ama, ne ilginçtir ki;

Şimdi bunları hatırlamıyor!..

Unutmuş!..

Sanki, biz de yiyoruz!..

Yemezler!..

Ne o,

Bize de mi “Lo Lo!”


AK PARTİ İLE CHP’NİN BAKIŞ FARKI

CHP’liler, hem sağda-solda; “AK Parti’nin oyunun nasıl yüzde 52’ye çıktığını” merak edip, “Biz niye oyumuzu artıramıyoruz?” diye sorarlar, hem de “yanlış yolda ilerlemekte” ısrar ederler!..

Bunun son örneği, dün AA’dan geçen “iki farklı açıklama”daydı...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Afrika turunun ilk durağı olan Gabon’da, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in önceki gün yaptığı açıklamalara ilişkin olarak “Şu anda Esed devlet terörü estirmektedir ve bu devlet terörü neticesinde 50 bin insan ölmüştür. 600 bin civarında insan Suriye’yi terk etmiştir. Suriye içinde 2,5 milyon insan evlerini terk etmiştir. Bunu demokrat olan bir insan mı yapıyor? Bunu devlet terörü estiren bir insan yapıyor... Şu anda Esed zorla ayakta durmaya çalışan bir kişi durumundadır ve zulmüne devam etmektedir” derken;

CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu diyordu ki;
“Suriye yönetimi oldukça ayrıntılı ve üzerinde düşünülmesi gereken bir öneride bulunmuştur. Şimdi olması gereken Suriye muhalefetinin ve uluslararası toplumun bu öneriye mukabil bir yaklaşım oluşturması ve ortak bir yol bulunmasına çalışılmasıdır.”
Bu iki açıklama; “kimin, kimin yanında” olduğunun ve AK Parti’nin, halktan niçin destek gördüğünün en çarpıcı göstergesidir!..

CHP, niye “ilgi” görmediğini anlamak için, önce kendini sorgulamalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi