Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kılık-kıyafet özgürlüğü için bir imza da sen at

Kılık-kıyafet özgürlüğü için bir imza da sen at

Yıl 1983... Merhum Turgut Özal, “Başbakan” olalı birkaç ay olmuş... “Medyaya teşekkür” turuna çıkmış...

Birçok gazeteyi ziyaret edip “des-tek”lerinden dolayı “teşekkür” ediyor...
Bu amaçla, Milli Gazete’ye de gelmişti...

Ben de, o zamanlar “Milli Gazete’nin Yazı İşleri Müdürü”yüm...
Merhum Hazım Oktay Başer beyin odasında ağırladık merhum Özal ve beraberindekileri... Yine “perhiz”deydi...

Çay yerine, şekersiz ıhlamur içmeyi tercih etmiş, önündeki “kuru pasta”lara ise hiç dokunmamıştı.

Çeşitli konularda görüşlerini ifade ettikten sonra, bir ara sordum:
“Sayın Başbakan; başörtüsüne yönelik bu yasakçı tavrı nasıl aşmayı düşünüyorsunuz?.. Almanya’da ikamet edip, Türkiye’ye dönecek olan  hanım vatandaşlarımızdan bile, pasaport için başı açık fotoğraf isteniyor... Sizin muhterem anneniz de başörtülü...

Ondan da başı açık fotoğraf istenirse tavrınız ne olacak?..

Bir de şu var:

Bu yasağı getiren sayın Bülend Ulusu da bir Başbakan’dı, siz de bir Başbakan’sınız... O, bir genelge ile yasakladı başörtüsünü, siz de bir genelge yayınlayıp, başörtüsünü özgür bırakamaz mısınız?..”

Yüz hatlarından anladım ki; böyle bir konunun gündeme gelmesinden memnun, ancak “zamanlama”sından dolayı sıkıntılıydı.

Fakat, belirtmem gerekir ki; sözlerinde “samimi” idi...

O, uzunca soruma şu cevabı vermişti:

“Hele sabırlı olun biraz... Bu meseleyi kökten halledeceğiz... Bir kanun hazırlığı içindeyiz... Ancak; bugünlerde sık sık gündeme getirmeyin bu konuyu...
Çünkü; aramızda kalsın; başörtüsü konusu sayın Evren’in ŞAHSİ KAPRİSİ haline gelmiştir... Ama; onu da ikna edip, kökten halledeceğiz bu meseleyi.”

Yıllar geçti aradan... Gerçekten de merhum Özal “örtüye özgürlük” tanıyan kanunlar çıkardı, ama o günlerin Cumhurbaşkanı Evren, Anayasa Mahkemesi’ne gidip, iptal ettirdi o kanunu.

Daha sonraki “yumuşatma” çabaları ise, meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirdi.

CUNTA TORTUSU YASAK!

1983’ten, 2013’e... Aradan 30 yıl geçti... Bugün, “başörtüsü” üniversitelerde değil ama, “kamu”da hâlâ “yasak” kapsamında!..

Kimin yasağı bu?..

Elbette, Bülend Ulusu’nun şahsında “Evren cuntası”nın yasağı!..
Evet;

“12 Eylül ürünü” bir yasak!..
Şu hâle bakın; bugün, hayatta kalan “12 Eylül darbecileri” yargılanıyor ama, 30 yıl önce yayınladıkları “yönetmelik”ler hâlâ geçerliliğini koruyor!..
Darbe liderleri Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, dün “sanık” olarak, “12. defa” hakim önündeydiler.

Ne tevafuk değil mi;

Onlar, Ankara’daki “12. Ağır Ceza Mahkemesi”nde yargılanırlarken, bizler İstanbul’da “12 Eylül’ün tortuları”ndan kurtulmak için toplantı halindeydik.

Evet; Memur-Sen Konfederasyonu tarafından başlatılan “Özgürlük İçin 10 Milyon İmza” kampanyasına “destek” vermek için Topkapı’daki Panorama 1453 Toplantı Salonu’ndaydık.

Toplantıya, gazetemiz Akit’in İcra Kurulu Başkanı Mustafa Karahasanoğlu ağabeyle birlikte katıldık... Kampanyaya destek imzalarımızı daha önce internet üzerinden zaten atmıştık... Dün, “sanal” imzalarımızı “gerçek” imzalarla perçinledik.

Çeşitli “sivil toplum kuruluşları”nın başkanları, yöneticileri ve üyeleri de “kampanyaya destek” için oradaydılar...

Tabiî; Mesut Uçakan ve İsmail Güneş ile Yaşar Alptekin ve Tarık Mengüç gibi “sanatçı”lar da oradaydı... Ekrem Kızıltaş ve Mustafa Kurdaş gibi “gazeteci”ler ve Doç. Dr. Erol Kam gibi “bilim adamları” da oradaydılar.

Bir tek “kimler” yoktu biliyor musunuz?.. Bir tek; uğurlarında mücadele verilen “Başörtülü gazeteciler” yoktu!..

Şu hâle bakın; “kampanya”lar açan, insanları “nefret söylemi” kullanmakla suçlayan “başörtülü gazeteci”lerimiz, Memur-Sen tarafından sürdürülen “Başörtüsüne Özgürlük İçin 10 Milyon İmza” kampanyasında maalesef yoktular..

Nerelerdeydiler acaba?..

“Paris’te öldürülen 3 PKK’lı kadın”ın Diyarbakır’daki cenaze törenine mi gitmişlerdi, yoksa bir “resepsiyon”da mıydılar?..

Bu, nasıl “duyarlılık”tır ki;

Senin başındaki “örtü”nün ve giydiğin “kıyafet”in özgürlüğü için bir kampanya yürütülüyor ama sen orada yoksun!..

Son derece üzüldüm...

1982’DEN KALMA GENELGE

Toplantıda bir “açış konuşması” yapan ve “kampanya” ile ilgili bilgi veren Memur-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 12 Eylül Cuntası’nın Başbakanı Bülend Ulusu’nun 1982 yılında yayınladığı genelgeye eleştiri getirip; “Genelgenizi de alın gidin!” diye seslendi ve dedi ki;

“Kamuda uygulanan kılık-kıyafet yasağı, özgürlük ve demokrasi noktasında sona erdirilmesi gereken yasaklardan biri konumundadır.

Darbe ikliminin ürünü ve jakoben anlayışın tezahürü olarak varlık bulan 1982 tarihli Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik’le; insan onuruna, temel hak ve özgürlüklere ilişkin evrensel ilkelere ve Anayasa hükümlerine rağmen kamu görevlilerinin kılık-kıyafet özgürlüğü yok sayılmıştır.
Kamu personelinin saç tarama şekline, ayakkabı modeline, etek boyuna, kıyafet rengine, gömlek yakasına, bıyığına, favorisine ve süveterine kadar her şeyi mevzuat hükmü haline getiren bu yönetmelik, insanı ve insan onurunu esas alan yeni bir anayasa yapma iradesinin harekete geçtiği bu dönemde bile ne yazık ki hâlâ yürürlüktedir.”

YASAĞA BAK, YASAĞA!

Bunları söylerken Ahmet Gündoğdu, 1982’de yayınlanan “çağdışı yönetmelik”ten örnekler verdi... O dönemde kadınlar ve erkekler için bir “kılık-kıyafet şablonu” belirlendiğini söyleyip; “yönetmelik”teki ifadeleri okudu;

“Kadınlar;

Elbise, pantolon, etek temiz, düzgün, ütülü ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur.

Kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise ile streç, kot ve benzeri pantolonlar giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Terlik tipi (sandalet) ayakkabı giyilmez.

Erkekler;

Elbiseler temiz, düzgün, ütülü ve sade; ayakkabılar kapalı, temiz ve boyalı giyilir. Sandalet veya atkılı ayakkabı giyilmez. Bina içinde ve görev mahallinde baş daima açık bulundurulur. Kulak ortasından aşağıda favori bırakılmaz. Saçlar, kulağı kapatmayacak biçimde ve normal duruşta enseden gömlek yakasını aşmayacak şekilde uzatılabilir, temiz, bakımlı ve taranmış olur. Her gün sakal tıraşı olunur ve sakal bırakılmaz. Bıyık tabii olarak bırakılır, uzunluğu üst dudak boyunu geçmez, üstten alınmaz, yanlar üst dudak hizasında olur, alt uçları dudak hizasından kesilir. Kravat takılır, kravatı örtecek şekilde balıkçı yaka veya benzeri süveterler giyilmez. Hizmet gereğine uygun olarak verilmişse tek tip elbise giyilir. Bina içinde gömleksiz, kravatsız ve çorapsız dolaşılmaz.”
Görüyorsunuz değil mi;

Neredeyse “ayakkabı numarası” verip, “ayağını ona uydur” diyecekler...

O ayakkabı “dar” gelmiş, “bol” gelmiş, kimin umurunda!..

Sen “halk”sın, uyacaksın!..

Öyle bir “despot tortusu” ile karşı karşıyayız ki; insanlara, neredeyse “yatma” şeklini dayatacaklar.

Öyle ya;

Madem “memur”sun;

Yatağına yatarken bile “takım elbise”ni ve “kravat”ını çıkarma!..

İŞÇİ-MEMUR AYRIMI!

Ne garip değil mi;

“Kamusal alan”da bu “ceberrutluk”lar, bu “dayatma”lar devam ederken, “tarımsal alan”da çalışan hanımlar, sonuna kadar özgür!..

Kiminin başı örtülü,

Kiminin açık!..

Ne yalan söyleyeyim;

Ben, oldum olası şu “kamusal alan” kavramının mânâsını anlayabilmiş değilim.
Ha “kamusal alan”,

Ha “tarımsal alan”

Ne fark var aralarında?..

Her ikisi de;

“Kamu”nun, yani “halk”ın, yani “mil-let”in, yani “birey”lerin alanı değil mi?..
Ha “tarlada çapa çekiyor” olsun, ha “masa başında çalışıyor” olsun, yani ister “memur” olsun, ister “işçi” olsun, nihayetinde hepsi de bu milletin birer ferdi değil mi?..
İyi de;

“İşçiye serbest” olan bir kıyafet, “memur”a niye yasak oluyor?..

SEÇ AMA SEÇİLME!

Bir “çelişki” de, “başörtülü” bir kadına “seçme” hakkının verilip, “seçilme” hakkının verilmemesinde...

Ki, Başkan Ahmet Gündoğdu, dün bu “çelişki”yi şöyle dile getirdi:


“TBMM İçtüzüğü’nde de, benzer değişiklikler yapılarak kadınlara yönelik yasaklayıcı ve ayırıcı hükümlerin kaldırılmasını ve kadınların seçilme hakkına ve kadın temsiline dolaylı olarak getirilen sınırlamanın sona erdirilmesini istiyoruz.

Demokratikleşme yolunda önemli adımlar atan ve lider ülke olma hedefine doğru güvenle ilerleyen Türkiye; vatandaşlarına düşünce ve ifade özgürlüğü ile birlikte giyim kuşam özgürlüğünü de tesis etmelidir.

Başörtülü kadın; Başbakan’ı seçiyor, Cumhurbaşkanı’nı seçiyor, milletvekillerini seçiyor, belediye başkanını seçiyor. Ama, kendi seçilemiyor... Kıyafetini de seçemiyor.
Başörtülü olarak Cumhurbaşkanı, Başbakan, milletvekili ve bürokrat eşi olabilen başörtülü kadın, kendisi bu sıfatların hiçbirine sahip olamıyor.

Başörtülü kadınla aynı inancın mensubu, aynı düşüncenin takipçisi erkekler kamu görevlisi olabiliyorken, başörtülü kadına ‘Kıyafetini değiştir, başörtünü aç, yoksa kamu hizmetine giremezsin’ deniyor... Aynı inançtaki kadınlardan, başı açık olan kamuda görev alabilirken, başını örten kamudan hizmet alabiliyor, ancak kamuya hizmet etme hakkından mahrum ediliyor.

Darbe ürünü anayasanın 70. Maddesinde bile ‘Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez’ hükmü yer alıyor.

Bu hüküm ve mevcut uygulamayı birlikte değerlendirdiğimizde, bazı sorular cevapsız kalıyor… Başı açmak, kravat takmak, sandalet giymek, bıyığı dudak hizasından kesmek görevin gerektirdiği  niteliklerden mi sayılıyor?

Başörtülü bir kadın mühendis, mühendislik bilgisini mi kaybediyor?

Kravat takmayan bir erkek öğretmenin, pedagojik formasyonu mu kayboluyor?

Doktor arkadaşım sakallı görev yaptığında, tedavi için gereken tıbbi bilgilerinden mi yoksun kalıyor?

Sandalet tipi ayakkabı giyen bir hemşire kardeşimiz, hastanın tansiyonunu veya ateşini ölçme yeteneğini mi kaybediyor?”

SİZ DE DESTEK OLUN

Ahmet Gündoğdu, yerden-göğe haklı.

Dolayısıyla, “Kamuda kılık-kıyafet özgürlüğü” için başlattıkları “haklı kampanya”ya destek vermek de herkesin boynunun borcu.

Peki, nasıl destek vereceksiniz?..

Memur-Sen’in il ve ilçe merkezlerinde açılan “imza standları”ndan destek verebileceğiniz gibi www.ozgurlukicin10milyonimza.com sitesinden de destek verebilirsiniz. Siteden indirebileceğiniz imza formunu çevrenizdeki insanların da imzalamasını sağlayarak stantlara teslim edebilir, Memur-Sen’e bağlı sendikaların genel merkez, şube ve temsilciliklerine faks yoluyla veya elden ulaştırabilirsiniz...
Ayrıca [email protected] adresine mail olarak da gönderebilirsiniz...
Dahasını da yapabilirsiniz;

“Özgürlük İçin 10 Milyon İmza” kampanyasını “Twitter” ve “Facebook” gibi sosyal medyadan da paylaşabilir, bu kampanyadan daha çok insanı haberdar edebilirsiniz!..
Bakın, ben; “imzamı attım, işim bitti” demiyorum... Siz de demeyin ve “10 milyon imza” aşılıncaya ve de “kılık-kıyafet özgürlüğü” sağlanıncaya kadar desteğinizi devam ettirin...

Bir “insanî hak” da olsa, sakın ola unutmayın ki;

“Ağlamayan çocuğa meme vermiyorlar!”

Elbette ağlaşmayın!..

Ama, sesinizi duyurun!.. Mehmet Ali Birand deyince...

Saat 19.00’a geliyordu... Arkadaşlar, “Birand vefat etmiş” dediklerinde; yıllar bir film şeridi gibi akıp gitti gözlerimin önünden... “Övgüler” düzeceğim bir adam değildi... Ama yine de, “bazıları” ile kıyaslandığında, “fena bir adam sayılmaz”dı...

Net olarak şunu söyleyebilirim: “71 yaşında” olmasına rağmen; “ununu elemiş, eleğini duvara asmış” bir tembellik içinde değildi... Bu yaşta; “stajyer muhabir heyecanı” ile “gazetecilik” yaptığına yakınen şahidim.

Hani, “Tiyatrocular sahnede ölür” derler ya, o da “son nefesine kadar gazeteci” idi ve çok adam yetiştirdi... Hâlâ koşuyor, hâlâ “haber” çıkarmaya çalışıyordu.

“Yaşım 70, işim bitmiş” diyenlere inat, “kanser” olduğunu bile bile son ana kadar yazdı, son ana kadar ekranı terketmedi.

Bir “iman”la bağlıydı “ideoloji”sine!.. O ideolojinin gereğini yaptı ve meselâ, “niye başörtülü bir kadın çalıştırmadığı” sorulduğunda, “Kanalın markası zarar görürdü” diye, kıvırmadan cevap verdi...

Sonunda, o da son nefesini verdi ve göçtü bu dünyadan... “Reyting”ler de geride kaldı, “tiraj”lar da... “Tekne”ler de geride kaldı, “villa”lar da!..

Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi