Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Bize ne Uğur Mumcu’dan... Bizim işimiz dosya kapatmak!

Bize ne Uğur Mumcu’dan... Bizim işimiz dosya kapatmak!

“Hadise” aynı...“Belge”ler aynı...“Düşünce”ler aynı.“Yorum”lar aynıYani, her şey aynı...Yeni bir şey yok...
Şu gök kubbenin altında söylenmedik söz, yazılmadık yazı kalmadı.
Şöyle bir baktım da;
“Uğur Mumcu suikastı” ile ilgili o kadar çok yazı yazmışım ki, bir araya toplasam herhalde “kalın bir kitap” olur!..
Meselâ; 10 Haziran 2000 yılında yazdığım yazıda demişim ki;
Uğur Mumcu Operasyonu’nun gelip dayandığı nokta “haysiyet cellatlığı”ndan başka bir şey değildir.
Bay Bülent Ecevit’in;
“Benim bir şeyden haberim yok” demesi, onu “sorumluluk”tan kurtarmaz.
Bir “Başbakan” olarak o koltuğu işgal eden Bay Ecevit, alelâde bir insan değildir.
Bir “Bostan korkuluğu” hiç değildir!..
Bu ülkenin “Korkuluk”lara değil, “sorumluluk”lara ihtiyacı vardır!..
Operasyonun başlamasından hemen bir gün sonra “katil elimizde” diye demeç vereceksin, bu demeç bir gün sonraki bir gazeteye manşet olacak ve sen şimdi kalkıp, “Son durumdan benim haberim yok” diyeceksin!..
“Başbakan” değil misin sen?
“Hükümetin başı” değil misin?..
Henüz sorgulanmamış, hakkındaki iddialar belli olmayan ve hele henüz yargısı bile yapılmamış insanları “katil” ilân etmeye geldiğinde her şeyi bileceksin,
Ama;
Bu insanların, “Mumcu cinayeti” ile hiçbir ilgilerinin olmadığı ortaya çıkınca “haberim yok” diyeceksin!..
Yemezler!..
Yok öyle yağma!..
Bunun adı, resmen ve alenen “yargısız infaz”dır.
“Haysiyet cellatlığı”dır!..
Bir Başbakan eliyle işlenen “cinayet”tir!..
Bu “cinayet”in hesabı sorulmalıdır!..
Ya da;
Oturduğu koltukta bir “bostan korkuluğu”ndan farksız konuma düşen Bay Ecevit, bir dakika bile beklemeden terk etmelidir o koltuğu!..
İstifa etmelidir!..
BIRAKIN O KALEMLERİ
Tabiî; sadece Bay Ecevit’in istifası da yetmez.
Ona “kılavuzluk” eden “kartel medyası” da kapatmalıdır kepenklerini!..
Şu hâle bakın;
Daha ilk gün basmışlardı “damga”yı:
“Bu sefer iş tamam.”
“Faillerin tümü tek tek belirlendi.”
“21 Şubat’ta başlayan operasyon, 6 Mayıs’ta katillerin yakalanmasıyla noktalandı.”
“İşte katiller.”
“İşte İzmit’teki ölüm kampı.”
“Bülbül gibi öttüler.”
“Her şeyi itiraf ettiler.”
Onlar, böylesine bir “yargısız infaz”a, böylesine “terör”e, böylesine “haysiyet cellatlığı”na soyunurken; Akit, o günlerde “Temcit pilâvı” demişti.
Demişti; çünkü bugüne kadar, “Uğur Mumcu’nun katili” olarak ilân edilen örgüt ve kişi sayısı “bir düzine”yi bulmuştu.
Demişti; çünkü, bu operasyonun “büyük bir tezgâh” olduğunu, daha ilk günden fark etmişti.
Hem sonra;
Eldeki “bilgi” ve “bulgu”lar da, yakalanan kişilerle örtüşmüyordu.
Akit’in haklılığı birkaç gün sonra anlaşılmıştı.
Suikastın gözcüsü veya tetikçisi ilân edilen Abdülhamit Çelik’in 24 Ocak 1993 tarihinde “İstanbul’da düğünü” vardı. Elinde “nikâh davetiyesi” vardı, “düğün videoları” vardı...
Yani, “24 Ocak’ta Ankara’da olması mümkün değil”di!..
Öyle ya; bir insanın; aynı anda hem “suikast mahalli”nde hem de “düğün evi”nde olması mümkün müydü?..
Benzeri “bilgi”ler ve akla takılan “soru”lar, bu insanların, bu suikastla ilgilerinin olmadığını ortaya koyuyordu.
Biz; 8 Mayıs 2000 günü atmıştık “Temcit pilâvı” başlığını.
Hem de; kartel gazeteleri, çarşaf çarşaf “itiraf”(!)ları yayınlarken!..
Sonra?..
POLİSİ KİM YANILTTI?
Sonra, geldik bugüne... Ankara Emniyet Müdürü Kemal İskender, operasyondan tam 32 gün sonra açıklamıştı.
“Selam ve Tevhid gazetelerinde çalışanların Uğur Mumcu suikastı ile hiçbir ilgilerinin olmadığı anlaşıldı.
Polisi yanıltmışlar!..”
Hayır, “polisi yanıltan” onlar değildi...
Polisi yanıltan; aldığı bir-iki yalan-yanlış bilgiye on yalan ekleyip, bu insanları “yargısız infaz”a tabi tutan ve böylece bu ükenin “bir kısım insanı”ndan “intikam” almaya çalışan “medya teröristleri”nden başkası değildi...
Onlar değil miydi;
“Hizbul bülbül” başlığını atanlar, onlar değil miydi “bülbül gibi öttüler” diyenler?..
Şimdi bakıyorum da;
Hepsi, “dut yemiş bülbül”e dönmüş!..
YUSUF KARAKUŞ’UN İFADESİ!
Evet, 10 Haziran 2000’de bunları yazmışım... Aradan “19 yıl” geçtikten sonra, yani 14 Aralık 2012’de yine “Uğur Mumcu suikastı”nı yazmış ve demişim ki;
“Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993’te, “arabasına konulan bomba” ile öldürüldü... Olay, yine “İslâmî kesim”in üzerine yıkıldı...
“Suikast”tan sonra, “operasyon” başlatıldı ve Yusuf Karakuş, Selam Gazetesi’nin sahibi Hasan Kılıç, Yazıişleri Müdürü Mehmet Ali Tekin, Ankara Temsilcisi Talip Özçelik, Dağıtım Müdürü Abdulhamit Çelik ve Mehmet Şahin’in bulunduğu 8 kişi gözaltına alındı ve tutuklandı.
Ne var ki;
“Gerçek”ler, üzerleri ne kadar örtülürse örtülsün, bir gün ortaya çıkıyorlar ve “tezgâhı” deşifre ediyorlar.
Nitekim;
Olayın üzerinden 19 yıl geçtikten sonra, 11 Aralık 2012 tarihli Akit’in manşetinde yayınlanan bir haber “Umut’taki derin tezgâhı” da gözler önüne serdi.
Akit muhabiri Kenan Kıran, Mumcu’nun katili diye tutuklanan Yusuf Karakuş’un, “DGM Savcısı’na verdiği ifadeye” ulaşmış ve “cinayetin, Müslümanların üzerine nasıl yıkıldığını” belgeleriyle ortaya koymuştu...
Kenan Kıran’ın haberi özetle şöyleydi:
“Uğur Mumcu’ya suikast düzenleyenleri yakalamak üzere başlatılan soruşturmada 6 Mayıs 2000’de gözaltına alınan Yusuf Karakuş’un, Umut operasyonu başlamadan 34 gün önce yani 3 Nisan 2000’de dağa kaldırıldığı, yaklaşık bir ay gayri resmi olarak gözaltında tutulup ağır işkencelere maruz bırakıldığı ve ölümle tehdit edilerek Mumcu cinayetini üstlenmesi için hazırlanan senaryoyu kabul etmeye zorlandığı ortaya çıktı.”
Karakuş, 16 Haziran 2000’de soruşturmayı yürüten DGM Savcısı Hamza Keleş’e verdiği ifadesinde diyordu ki; “Beni sözde cinayetten önce kaldığım bir otele üç kere götürüp ezberlettiler. Buluşma yeri olarak bir cami belirleyip yerini öğrettiler. Sonra da Mumcu’nun öldürüldüğü sokağa götürüp sokağın konumunu, bomba konulan otonun bulunduğu yerleri ve yanıltma için yapılacak işleri anlattılar.” Bu “bilgi” ve “belge”lere, küçük bir ilâve yapmış ve o günlerde “Sol Güçbirliği Kurulu Genel Başkanı” olan Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu’nun Kanal 5’te sarf ettiği sözlere yer vermiştim...
Prof. Dr. Hatipoğlu diyordu ki;
“Özeleştiri yapıyorum. Pişmanım. Hem kendi arkadaş grubumuzun içinde hem de medya eliyle farklı yönlendirildik... Özel Harp Dairesi tarafından planlanmış bir senaryoyu göremedik. Uğur Mumcu ve Danıştay saldırısı İslâmi çevrelere yıkılmak istendi.
Mumcu’da başarılı oldular ama Danıştay saldırısı tutmadı. Bu iki olay da tamamen Özel Harp Dairesi tarafından planlanmış bir senaryoydu.”
DÜĞÜN VİDEOLARI
Yusuf Karakuş, bunları söylüyordu... Peki, olayın zanlıları arasında bulunan Abdülhamit Çelik ne diyordu?
Abdulhamit Çelik, Uğur Mumcu soruşturması kapsamında gözaltına alınan 625 kişiden birçoğuna işkenceyle “Mumcu’yu ben öldürdüm” şeklinde ifade verdirildiğini ifade ediyordu.
Tanıkların ifadeleriyle polisin kendilerine Tevhid-Selam Kudüs Ordusu ismini taktığını söyleyen Çelik, sözlerine şöyle devam ediyordu:
“Tevhid bizim derginin, Selam da gazetemizin ismiydi... Kudüs ismini de kendileri eklemiş. Böylelikle nur topu gibi bir örgütümüz oldu. Biz yakalandıktan 2 ay sonra Sincan’da bir kişinin tarlasında 50 adet silah bulunmuş. Silahlarda ne parmak izimiz vardı ne de herhangi birimizin ifadesi... Bu silahlar da üzerimize monte edildi. Böylece silahlı terör örgütü ilan edildik.”
Çelik, işkence sırasında yaşananları ise şöyle anlatıyordu:
“Polisler, sorguda “Uğur Mumcu’dan bize ne?.. Bizim için önemli olan bu dosyayı kapatmak” diyorlardı. Beni yaş beton üzerinde yürüterek gömmekle tehdit ettiler. Sorgu odasının camını açık bırakarak ‘istediğimiz zaman seni atarız, sonra intihar etti deriz’ dediler.
Başıma silah dayadılar. 24 saat çırılçıplak bırakılıyordum zaten. “Eşini, çocuğunu getiririz aynısını onlara da yaparız” dediler.
İşkenceye dayanamayarak; ‘Mumcu’yu ben öldürdüm’ diye ifade verdim. Mahkemede ise ifademin işkenceyle alındığını anlattım. Cinayet günü düğünüm vardı. Nikâh davetiyem, düğün videolarım her şeyim var. Mahkeme bunları kabul etmedi.”
ARACIN İADESİNE!!!
1993’ten, 2013’e...
Aradan geçti 20 koca yıl!..
Dün de yazdığım gibi;
“Tevhid-Selam ve Kudüs Ordusu”(!) adlı örgütü yönetmek ve üyesi olmak suçundan, 8 kişiye “6 ile 12,5 yıl arasında değişen hapis cezaları” verildi...
Mahkemenin en ilginç kararı ise, “suikast sonucu parçalanan araç”la ilgili olanıydı... Mahkeme, “Mumcu’ya ait aracın enkazı”nın “mirasçılarına iadesi”ne karar vermişti...
“Parçalanmış aracın iadesi” ile ilgili olarak Uğur Mumcu’nun kızı Özge Mumcu, dalgasını geçip diyordu ki;
“Babamın aracının enkazını bize vereceklermiş... Sağolsunlar!.. Arabam yoktu, iyi oldu!!!”
Gördüğünüz gibi; dünü ve bugünü anlattık... Peki, yarın ne olacak?..
Öyle sanıyorum ki;
Bir hafta sonra “zamanaşımı” süresi dolacak ve “failler”in değil “kurban”ların cezalandırıldığı bu olay “örtbas” edilecek.
Ne ilginç değil mi;
“Olayın böyle kapanacağını” yıllar önce Abdülhamit Çelik’in ifadesini alan “polisler” söylemişti;
“Bize ne Uğur Mumcu’dan!..
Bizim işimiz dosyayı kapatmak!”
Galiba öyle olacak!..
Bu dosya, böyle kapanacak!..



Demirel’den, son “Dün, dündür” örneği!
En çok kime kızarım, bilir misiniz?.. “Sahtekâr”lara!.. Dün “linç” ettirmek istediği insanlara, bugün “iyi adam” diyenlere fena halde bozulurum.
Meselâ; 25 Nisan 1998’de, Mehmet Ali Birand için, Hürriyet’te “Alçakları tanıyalım” diye bir başyazı yazan CHP Milletvekili Oktay Ekşi’nin, bugün Birand için “iyi bir lâf” etmemesi, yadırgansa da bir “tutarlılık”tır... Emin Çölaşan’ınki de tutarlılıktır!..
Ama 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in; Birand’ın ölümünün ardından; “Çok vatansever bir insandı... Milletimiz çok değerli bir evlâdını kaybetti” dediğini duyunca; “işte” dedim; “Tam bi dün dündür mantığı!”
Sormak lâzım kendisine; Mehmet Ali Birand, 25 Nisan 1998’de, Şemdin Sakık’ın “olmayan ifadeleri ile andıçlandığında” sen “Cumhurbaşkanı” değil miydin?..
Birand, “PKK yandaşı” gösterilirken, bir “Cumhurbaşkanı” olarak ne yaptın?.. “Cuntacı”ları çağırıp, niye hesap sormadın!..
Bugün kalkmış, “vatansever bir insandı” diyor... Bunu, o zamanlar niye demedin?..
Boşuna dememişler; “Kör ölür, badem gözlü olur!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi