Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

“Halk Partisi” dediğin, Silivri’de koğuş dolaşır!

“Halk Partisi” dediğin, Silivri’de koğuş dolaşır!

O zamanlar;
“Berlin Duvarı” yeni yıkılmıştı...
O zamanlar;
Mihail Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nde “sistemi değiştirmeye” dönük adımlar atıyordu.
O zamanlar;
İngiltere’de “Yeni Sol” adına Tony Blair, ortaya çıkmak üzereydi.
Peki; “O zamanlar” ne zamanlardı?..
Çok değil, “23 yıl öncesi”ydi!..
Evet, “1990 yılı”ydı!..

SHP’NİN KÜRT RAPORU
İşte o yıl, dönemin SHP Diyarbakır Milletvekili Fuat Atalay, dönemin SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal, milletvekilleri Eşref Erdem, Hikmet Çetin ve Cumhur Keskin’den oluşan bir ekip, “TBMM’nin gizli arşivleri” de dahil, dünyadaki bütün araştırmaları inceleyerek, bir “rapor” hazırladılar.
Adı, “Kürt Raporu”ydu...

O raporda;
“Anadil yasağının asimilasyon amacı güttüğü, Olağanüstü Hal ve Köy Koruculuğu’na son verilmesi gerektiği” gibi, o günlerin ortamına göre “son derece radikal” tespit ve talepler vardı.

23 yıl sonra bugün, “Çözüm Süreci”ne ve “Akil İnsanlar Heyeti”ne karşı nasıl bir tepki, nasıl bir direniş varsa, yazım işlemini Fuat Atalay’ın yaptığı o rapora da; “Anavatan Partisi” başta olmak üzere, birçok parti tarafından büyük tepki gösterildi, haklarında “itibarsızlaştırma kampanyaları” açıldı...

ÜLKEDE BARIŞ İKLİMİ VAR
Peki, o raporu hazırlayanlardan biri olan Fuat Atalay, 23 yıl sonra bugün ne düşünüyor?..
Acaba, AK Parti İktidarı’nın başlattığı “Çözüm Süreci”nden umutlu mu?..
Akşam’dan Özlem Akarsu Çelik’in sorularına cevap veren Fuat Atalay, süreçle ilgili olarak demiş ki; “Mevcut, iktidarın yaklaşımına bakıldığında, tarihi bir dönüm noktasındayız. Bin yılı aşan süredir Anadolu’da halklar her türlü etnik, kültürel farklılıklarına rağmen kardeşçe, barış içinde yaşadılar ama Türkiye’de siyaset, çözüm konusunda sınıfta kaldı. Şimdi mevcut iktidar sınıfı geçmek için adım atıyor. Bu önemli süreçten başarıyla çıkmak için, yüz yıllık sorunun çözümüne dönük adımların atılması noktasında çok dikkatli olmak, süreci iyi planlamak gerekiyor.

Türkiye’de bir barış iklimi var; yeter ki, bardağın dolu tarafından bakılsın!.. Keşke son 30 yılda bu kadar kan, gözyaşı dökülmemiş olsaydı! Siyasi aktörler doğru şekilde inisiyatif koyarlarsa, özgürlükçü ve çoğulcu bir anlayışla ve AB normlarıyla demokrasiyi kurma noktasında kararlı olurlarsa, hem bu konu çözülür hem de başta Siyasi Partiler Yasası olmak üzere anayasamızda yer alan kişi hak ve özgürlükleri konusunda çağdaş düzenlemeler yapılması sağlanır... Ben umutluyum.

Barış projesinin başarısı, Ortadoğu’da giderek gelişen Türkiye’yi parlayan bir yıldız haline getirebilir. Ortadoğu’da baskı altındaki diğer topluluklara dönük mesaj olur.”

TARİHİNİ BİLE BİLMİYORLAR
Siz olsanız sormaz mısınız;
Süreçten “Eski SHP’liler” umutludur da, acaba “Yeni CHP’liler” de umutlu mudur?..
Genel Başkanlığını Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı “Yeni CHP’lilerin görüşleri”ne geçmeden önce, Fuat Atalay’a kulak verelim... Fuat Atalay, “CHP’nin tutumu”yla ilgili “son derece çarpıcı bir tespit”te bulunuyor ve diyor ki;
“Biz, o Kürt Raporu’nu Temmuz 1990’da kaleme aldık.

Maalesef mevcut CHP yönetimi raporu refere ederken bile yılını yanlış hatırlıyor, 1989 raporu diyor. CHP eğer sosyal demokrat ideolojiyi biraz olsun sahipleniyorsa ilerici, demokrat bir tutum alması gerekir. Gördüğüm kadarıyla yapıcı bir anlayışla sürece katılması, iktidara yön vermesi gereken CHP ne yazık ki bundan uzak duruyor. Eskiden siyaset yapmış biri olarak bu durumu çok büyük talihsizlik olarak değerlendiriyorum.”
Lütfen dikkat!..

Hani bazı “Azgın Laikçiler” vardır, çok sıkıştıklarında; “Benim dedem Hoca’ydı, ninem Hacı’ydı” derler ya; “Yeni CHP kurmayları” da, 30 yıldır devam eden “kan ve gözyaşına destek vermekle” suçlandıklarında, hemen “eskileri” referans gösterip, diyorlar ki;
“İlk Kürt Raporu’nu biz yazdık!
Hem de, taa 1989’da!!!”

İyi ama, Fuat Atalay’ın ifade ettiği gibi, o raporun tarihi 1989 değil ki!.. Adam söylüyor işte, o rapor Temmuz 1990’da kaleme alındı!
Sizin anlayacağınız;
Raporu referans gösteriyorlar ama, “tarihini” bile bilmiyorlar!..
Gel de; bunların samimiyetine inan!..

Hem zaten; “Kürt kardeşlerimizin sorunu”nun çözümü için “katkı” verecek olsalardı; kalkıp da “İktidara verdiğimiz kredi bitti” demezlerdi.
En azından;
“Bugünlerde” demezlerdi!..
Ama, Bay Kılıçdaroğlu demiş ki;
“Başlangıçta, biz iyi niyetle; ‘sorunu çözebiliyorsanız çözün, engel olmayız’ yaklaşımıyla hükümete kredi açtığımızı söyledik. Ancak Başbakan, bu önerimizi değerlendireceği yerde, ‘Siz kim oluyorsunuz da kredi açıyorsunuz? Krediye sizin ihtiyacınız var’ diyerek geri çevirdi. Bununla da kalmayıp, hakaret üstüne hakaret yağdırdı. Bu nedenle artık kredi bitti.”

İP’İN KUYRUĞUNDAKİ CHP!
Hadi, krediyi-mrediyi bir kenara koyalım da, dün “Silivri’de yaşanan tablo”ya bir bakalım.
Silivri’den gelen haberler şöyleydi:
“CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran ve Genel Sekreter Bihlun Tamaylıgil’in de aralarında bulunduğu 41 milletvekili Ergenekon davasının duruşmasını izlemek üzere Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’ne geldi.

CHP, İşçi Partisi, Halkın Kurtuluşu Partisi ve Türkiye Gençlik Birliği üyeleri, sabah erken saatlerden itibaren, Ergenekon davasının görüldüğü duruşma salonunun önüne gelmeye başladı.

Partilerinin bayraklarını taşıyan gruptakiler, ‘Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’ sloganları attı, İstiklal Marşı’nı okudu.

Gruptakiler, barikatları yıkarak duruşmanın görüldüğü salona doğru yürümeye başladı. Jandarma ve polis ekipleri biber gazı ve tazyikli su ile gruba müdahale etti. Gruptakiler, taş ve sopalarla güvenlik güçlerine karşılık verdi.

Dışarıda bunlar olurken, duruşma salonunda ise, CHP’li vekiller yoklama yapılmasını engellemeye çalışarak ayaklarını yere vurup, alkış tutarak salondaki boş olan yerin açılmasını istediler.

Avukatların yoklaması yapılırken de, milletvekilleri tepkilerine devam ederek hakime, ‘Aç burayı’ diye bağırdılar... Muharrem İnce, ‘40 tane milletvekili ayakta duruyor. Burayı boş bırakamazsın. Biz buraya gireriz’ diye bağırırken milletvekilleri, salondaki demir bariyerlere yüklenince, salondaki jandarma görevlileri engel oldu.”

BİR DE AK PARTİ’YE BAK!
Görüyorsunuz ya;
“İP’in kuyruğu”na takılan CHP’liler, artık “politikacılığı” bir kenara bırakıp, resmen “militanlığa” başlamışlar.

“Ülkücü gençler”, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye hitaben; “Vur de vuralım!.. Öl de ölelim” demişlerdi ya, CHP milletvekilleri, o “söylem”leri dün “eylem”e dönüştürüp; “ayaklarını yere vurmaya, ‘Aç burayı’ diye bağırmaya” başlamışlar bile.

“Eski CHP”nin MYK üyesi Savcı Sayan, CHP’lilerin böyle yapacağını önceden tahmin etmiş olmalı ki; Pazar gecesi attığı “tweet”lerde şöyle demiş;
“AK Parti vekilleri Güneydoğu’da köy köy, bizimkiler ise Silivri’de koğuş koğuş dolaşıyorlar!.. Halk Partisi dediğin, işte böyle olur!!!”
Bir başka “tweet”inde ise;
“Bizim partimizin 63 kişilik Akil İnsanlar Heyeti yarın Silivri’de olacaklar, mahkemeyi müzakere edecekler, duyurulur” demiş, iyi mi?..

İnanın, bu “tweet”leri çok sevdim...
Hele de, bunları bir “CHP’li” yazmışsa, ekleyecek hiçbir sözüm yok...
Gerçekten de;
AK Parti milletvekilleri Güneydoğu’da köy köy, Akil İnsanlar Heyeti mensupları da vilayet vilayet dolaşıp, “30 yıllık terör belâsı”na çözüm ararken, CHP’li milletvekilleri Silivri’de koğuş koğuş dolaşıp; “Ergenekon sanıklarını kurtarmaya” çalışıyor, iyi mi?..
Öyle sanıyorum ki;
“Eski CHP” ile “Yeni CHP” hem “yer”, hem de “rol” değiştirdi!..
Baksanıza;
Eski CHP’liler “Çözüm” diyor, “Barış” diyor, “Huzur” diyor!..
Başını Kemal Kılıçdaroğlu’nun çektiği “Yeni CHP’liler” ise, “militan”lığa soyunup, “kavga” ediyorlar!..

Belli ki, Bay Kılıçdaroğlu;
“Ulusalcı CHP’lilerin esiri” olmuş!..
Bu kafayla giderlerse, korkarım ki;
“Mustafa Kemal’in askerleri”ne bırakacak bir CHP kalmayabilir!..
“Atatürk’ün partisi CHP”nin, “Doğu Perinçek’in partisi İP”in durumuna düştüğünü görürseniz, hiç şaşmayın!..

Zira, CHP’liler, Savcı Sayan’ın ifadesiyle; “Eskiciye versen, karşılığında mandal bile alamayacakları tipler”le beraber!..
Yazık... Çok yazık!..

1990’da “Kürt Raporu” hazırlayan CHP , bu hallere düşmemeliydi!..

“En büyük başarım, oğlum” diyen bir kadın!
Ne yalan söyleyeyim; adını daha önce hiç duymamıştım... Bir “yazar” olduğunu da bilmiyordum... Ama, önceki gece, Habertürk ekranlarında “boşanma”ların masaya yatırıldığı programda, “Sevda Türküsev” ismini görüp, “son derece mantıklı” konuşmasını dinleyince, merak ettim; “Kim bu kadın?”

Öğrendim ki; İstanbul doğumlu ama aslen Saraybosna muhacirlerinden... Evet, Boşnak bir ailenin kızı... Kadının “tabu” haline getirilmesine, erkeğin “günah keçisi” ilân edilmesine, televizyonlardaki “dizi film”lere şiddetle karşı... “Kadının hakları”nı da biliyor, “yerini” de!..

En önemlisi de, “aile”ye son derece düşkün.
Sormuşlar kendisine; “En büyük başarınız nedir?” diye... Demiş ki; “En büyük başarım, oğlumdur.”

Sadece bu söz bile; kucaklarında “bebek” değil, “köpek” taşıyanların kulaklarına küpe olmalıdır... “Hayatında en önemli iki erkek” olarak da; “Oğlu Tayyar ve babası Hüseyin’i” gösteriyor ve ekliyor: “Başarımın sırrı babamdan aldığım nasihatler ve ailemden aldığım kültürdür.”

Ben, bu kadını takdir ettim...
Bu kadının, söyleyecek çok sözü olmalı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi