Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Ürdün İzlenimleri

Ürdün İzlenimleri

Süheylâ, sana Ürdün’ü anlatmış mıydım?

“Gene mi Ürdün mü?...” deme hemen.

“Gök görmediğin Ürdün’e gidesi tutmuş, tutmuş yazısını yazmış” da deme... Hele biraz sabır gösterip yazıyı oku; ondan sonra konuşalım...

Ürdün her şeyden önce bakir bir alan... Göz alabildiğine boş araziler var. ( “Çöl ya, ondandır.” diye kesme lafımı Süheylâ!...Amma da sabırsızsın haa!...) Çölün ortasında, bazen göze çarpan o yemyeşil alanları görmesem, ben de “Çöldür... Elbette boş olacaktır.” der geçerdim. Kazın ayağı öyle değil işte Süheylâ...

Mesela o çölün ortasını yemyeşil alanlar haline getirenler, su da getirmişler ki o kadar bitkiyi yetiştirmişler.

Hele o Gor çukuru!... Deniz seviyesinden 400 metre daha aşağıda olan o koskocaman Gor çukurunda, az da olsa, tarım yapılan yerler var. Gümrah bitkiler yetiştirilmiş bazı yerlerinde. Demek ki, uğraşılınca oluyormuş...

Doğal sera özelliği gösteren Gor çukurunda seracılık yapmak için niye Türk müteşebbisler gitmez oralara?....

Bomboş binlerde hektarlık arazilerde niye zeytin yetiştirmek ve zeytin yağı üretmek üzere Türkiye’den yatırımcılar gitmez Ürdün’e?...

***

Ürdünlülerin kahvaltı kültürü bizimkinden çok farklı... Mesela onlar demleme çay içmiyorlar ve simit-poğaça, peynir gibi şeyler yemiyorlar kahvaltıda... Varsa yoksa humus ve benzeri püreler!...

Niye bizim simit sektörünün ileri gelenleri oralara gidip Türk damak zevkini tattırmazlar Ürdünlülere?... Orada Türkiye sevdalısı gönüllü elçilerimiz var. Ben ikisini tanıdım; ikisi de zehir gibi insanlar. Biri “Türk Üniversitelerinden Mezun Olanlar Derneği” başkanı Abdullah Odeh, diğeri de bu derneğin genel sekreteri Celal Bey. Bize verdikleri yemek akşamı tanıştık ikisiyle de... İkisi de kaplarına sığamayan insanlardı. Odeh, efe-şeytan ilişkisini bilerek beni şaşırtan Odeh, Trabzon Teknik Üniversitesi mezunu; Celal Bey ise ODTÜ... Daha yüzlerce Türk  üniversiteleri mezunu varmış... Bunlarla iş birliği yapılıp oralarda çok güzel yatırımlar yapılabilir.

Ürdünlülere demleme çay  ve çay bahçesi zevkini tattırabiliriz. Çok rahat insanlar olduklarından, kısa zamanda çay bahçesi ve kahvehaneye alışacaklarından eminim.

***

Ürdün’de binaların çoğu taş kaplama. Biraz Kuzey Afrika modası gibi geldi bana.  Binalar demişken... Rahatlıktan kaynaklanan bir boşvermişlik midir nedir?... Sanki, binalar, tesisler yapıldıktan sonra bir daha elden geçirilmemiş gibi. Bozulan tesisatlar, yıpranmış badanalar, binaların ahşap aksamı “Biri bana el atsın...” der gibi bakıyorlar insana.

***

Amman’ın dışında, çadırlarda yaşayan Kaçar Türkmenleri var. Bunlar yerleşik hayata geçmiyorlar ve çadırlarda yaşayıp  bu devirde hala göçebe hayatı devam ettiriyorlar. Bunları görünce çok şaşırdım.

***

Ürdün dağları ve çöllerini büyük kısmı, çok eski yanardağ kalıntılarından oluşmuş ve buralarda, başta  sülfat olmak üzere, pek çok maden türü olduğu söyleniyor. Petrolü yok ama ülfatı var.

***

Amman’dan Akabe’ye giderken, yol boyunca, zaman zaman Hicaz demiryolunu gördüm. Abdülhamit’in yaptırdığı ve Anadolu’yu kutsal topraklara bağlayan o demiryolunu... İçim cızzz etti...

***

Otobüste dinlediğimiz şarkıların birinde oğlan, sevgilisine  “aynü’l-hımâr: eşek gözlü” diyordu. Petra’da hediyelik eşya satan 15-16 yaşlarındaki kız çocuklarının gözleri gerçekten çok iri ve çok güzeldi. Biz bu tür gözleri, ceylan gözüne benzetiriz, demek ki onlar eşek gözüne benzetiyor ve hiç kimse kızmıyor.

***

Ve Petra...

Petra, Akabe yakınlarında ve Ma’an ili sınırları içinde bir antik kent. Petra, bildiğimiz kentlerden değil. “Oyma taş devri” yaşamış orada eskiden yaşayan Nebâtîler. Evler, ibadethaneler hep kayalara oyulmuş. Zaten, kent bir vadiye kurulmuş. Hem de ne vadi!... Çok eski dönemlerde yaşanan bir depremle birbirinden ayrılan dağ, zaman zaman birbirine yapışık kalacak şekilde ayrılmış ve nerdeyse iki yüz metrelik bir derinlik oluşmuş. Nebatiler, Romalıların korkusuyla bu vadiye yerleşip kayaları oymuşlar ve her biri birer sanat  harikası olan ortak mekanlar haline getirmişler. Zaten Petra, dünyanın 7  harikasından biri ve UNESCO koruması altında. Bu kayıp kent, yaya olarak gezilebildiği gibi at,  deve, eşek ve faytonla da gezilebiliyor. Vadinin başlangıcında, yeni Petra şehri kurulmuş ve bu şehirde her şey turizme odaklı. (Petra vadisinde zeybek oymayan ve “Hüma Kuşu” türküsü ile Itrî’nin Tekbir’ini okuyan ilk insan olma şerefine nâil olmak başka bişi.)

Petra’nın güzelliğini anlattıktan sonra, size acı bir haberim var: Ürdün dinarı, Türk parasından ve hatta dolardan daha değerli. Bir dinar 270 TL ediyor.

***

Hepsini öğrenecek kadar kalmadık ve toplumla iç içe olmadık ama bir işaret dili farklılığımızın olduğunu bilmemiz lazım. (Başka bir ülkede, esas dil kadar ve belki ondan da önemli olan şey, işaret dilidir. Yanlış bir hareket yaptınız mı, vay halinize!...) Mesela bizim “beğenmek” anlamındaki parmakları gül goncası gibi birleştirip sallamamız, Ürdünlüler’de “bekle” demekmiş.

***

Yazımızı bitirirken, biraz da matrağımızı geçelim...

Hani, “Niyagara”nın adı “Ne yayagara”dan; “Misisipi’nin adı “Mısır sapın”ndan geliyormuş ya... Valla bizim de etimologluğumuz tuttu; hemen Ürdün şehir adlarının etimolojisini yaptık.

Güya, Memlûklüler, bu topraklardan geçip Mısır’a giderken yerleşecek yer arıyorlarmış... Bugünkü Amman’ın olduğu yere gelmişler... Biraz dağlık-tepelik bir yer olduğu için yerleşmekle yerleşmemek arasında tereddütte kalmışlar... Bir kısmı yerleşmiş ama bir kısmı da yerleşenlere “Ammaaannn siz de!... Bula bula bu yeri mi buldunuz yerleşecek?...” demişler ve  daha Güneye gitmişler. “Ammaan siz de!...” lafı, zamanla sadece “Amman” olarak o yerin adı olmuş...

Hani bir kısım Memlûklüler Güneye gittiler demiştim ya... İşte onlar da yerleşecek bir yer ararken, önce Kızıl deniz sahilindeki kısa körfeze ulaşmışlar.... İçlerinden biri, “Aka be!... Burası güzel be!... Yerleşelim buraya!...” demiş... (Memlûkler Doğu Türkçesi konuştuklarından “aga-ağa”nın ilk şekli olan “aka”yı kullanırlardı.) İşte o günden beri “Aka be... Aka be...” diye diye o yerin adı “Akabe” kalmış... (Ulan şimdi bu etimolojiye inanıp da internette yaymaya çalışanlar olursa, hapı yuttuk.)

***

Ne dersin Süheyla?... Sabrına değdi mi Ürdün yazım?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi