Ersoy Dede

Ersoy Dede

İletişim kazası

İletişim kazası

Taksim’deki Gezi Parkı protestosu sonrası ortaya çıkan manzaradan çıkarmamız gereken bazı dersler var. Özellikle kent idaresi ve halkla ilişkiler açısından.. Duyarsınız ya, ticaretle ilgili bir durum söz konusu olduğunda; “Yahudiler ticarette, kazançlarının %90’ını reklama yatırırlar” derler.. Tam olarak böyle olmasa da, reklam ve halkla ilişkilere verilen önemi yansıtması bakımından böyle hatırlanmasına itirazım yok.. Coca-Cola’yı düşünün mesela. Sanki bugünden itibaren hiç reklam yapmasa yine de satışlarında bir gerileme yaşanmayacak gibi gelir insana.. Öyle tanınmış bir markadır ki, reklama ihtiyacı olacağına kimse inanamaz. Bu tez, reklamcılıktan hiç anlamayan tüccar tezidir.. Bu tezi savunan tacir de ticaretten anlamıyor demektir. Çünkü reklam sadece satışlar artsın diye yapılan bir çalışma değildir. Marka bilinirliği ve güvenilirliği, reklamda, satışları artırmaktan daha önce gelir.

HİÇ MEDYAYI SUÇLAMAYIN

Bugün İBB Başkanı Kadir Topbaş da kabul ediyor ki, her şey bir iletişim kazasıyla başladı.. Gezi Parkı konusunda yapılacak olanın ne olduğu insanlara doğru anlatılmadı. Kimse medyayı suçlamasın. Tüketime dönük habercilik yapan medyanın görevi siyasi bir meseleyi diri tutmak değildir. Bu siyasetin kendi işidir. Her gün bir köşe yazarını memur ederek aynı konu hakkında yazı yazmasını sağlayamazsınız. Ya da aynı haberi televizyonlar üst üste kaç gün haber yapabilirler? Ama televizyon söyleşilerine katılan İstanbul milletvekilleri, bizzat Belediye Başkanı, Vali, insanlara bunu anlatabilirdi.. Sadece anlatmak değil, bir kontrtez ile tartışma başlatabilir, muhalefeti bu kampanyanın içine çekebilirdi. Bugüne kadar böyle tartışmalar hep tesadüfen başladı.. Bir plan, taktik ya da strateji dahilinde yapılmadı hiç. Şike yasası, milletvekili yasası gibi daha sonra düzeltilmesi ya da rafa kaldırılması gündeme gelen tüm düzenlemelerde yapılan temel yanlış, işin halkla ilişkiler boyutunda geç kalınmış olmasıydı.. Çok açık söylüyorum, milletvekili yasası bir anda TBMM gündemine geleceğine, farklı yönleriyle tartışılmış olsaydı belki de olduğu gibi geçmesinin önü açılacaktı.. Tıpkı Gezi Parkı’nda bir gece yarısı iş makinesinin çalıştırılması gibi..

İLETİŞİM YATIRIMI İSRAF DEĞİLDİR

İletişim kazası oradan başladı.. İş makinesini gece çalıştırırsanız, yaptığınız işin haklılığını ya da gerekliliğini kimseye anlatamazsınız. Eğer proje yürütücü ekibin yani “A Takım”ın içinde bir de işini bilen bir iletişimci olsaydı size asla bunu yapmamanız gerektiğini söylerdi. İşler çığrından çıktıktan sonra kameralar önüne geçip; “orada Topçu Kışlası değil, yol genişletme çalışması yapıyoruz” dediğinizde artık yemin de etseniz inandırmakta güçlük çekersiniz insanları.

ÇEVRECİLER ÖZÜR DİLEMELİ

Beşiktaş’ta bir polis otosunu cayır cayır yakmışlar, Harbiye’de bir otobüs paramparça, televizyonların canlı yayın arabaları vesaire.. Duraklar, kaldırımlar, vitrinler hepsi bu terör eyleminden nasibini almış.. Dün yazdık, dertlerinin ağaç-çiçek falan olmadığı ortada diye.. Yalnız enteresan bir tablo ile karşılaştım bunu anlatmam lazım.. İlk gün Gezi Parkı için eylem başlatan bir çevreye duyarlı grup vardı Taksim’de.. İşin rengi değişince onlar sessizce ortadan kayboldular. Şimdi bunların çıkıp yaşananlar için bizden özür dilemesi lazım.. “biz işlerin bu aşamaya geleceğini bilemezdik” demesi lazım.. Sebep-sonuç ilişkisine bakmaksızın... Çıkıp örneğin Sırrı Süreyya Önder’in; “ben sadece ağaçlar için oradaydım, otobüslerin parçalanmasını, camın-çerçevenin indirilmesini kınıyorum” demesi lazım. Zira yarın, birlikte el ele verip yeni ağaç eylemleri yapabilelim diye. Kemerburgaz’a, Beykoz’a, Sarıyer’e gidip, ağaç katliamını hep birlikte protesto edebilmek için, bu ekibin bizden özür dilemesi şart. Kalın sağlıcakla..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ersoy Dede Arşivi