Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Hep aynı taktik: Tayyip’e yüklenelim, AK Parti’yi bitirelim!

Hep aynı taktik: Tayyip’e yüklenelim, AK Parti’yi bitirelim!

Herkes bir “kafa karışıklığı” yaşıyor... Hani, “rotu-balansı dağıttı” derler ya, “Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesi” ile başlayan ama “eylemi ele geçiren illegal gruplar”ın yönlendirmesi ile “vur-kır, yak-yık”a dönüşen eylemler, hem “kimyaların bozulmasına”, hem de “sıvışma” çabalarına yol açtı.

“Eylemler”in ilk günlerinde; açılan yoldan ilerleyen bir “ambulans”ın arkasına takılan bazı “uyanık”lar gibi; “eylemciler”in arkasına takılıp, kendilerine “rol” ve “rant” devşirmek isteyen “uyanıkspor”lar, eylemlerin arkasında “Uluslararası tezgâhlar”ın bulunduğunu, DHKP-C ve TGB gibi örgütlerin de “diplomatik pasaportlu Batılı ajanlar” tarafından kullanıldığını, kışkırtıldığını ve onların birer “piyon” olarak, birer “dublör ve figüran” olarak alanlara sürüldüğünü görünce, hafiften hafiften “sıvışmaya” ve sahneden çekilmeye başladılar...
Ne var ki;
Bunların hepsi “not” edilmeli ve bu gibi “yol ayrımı”na gelindiğinde kimlerin hangi tavrı sergilediği hafızalara nakşedilmeli ki; kim “dost”tur, kim “düşman”dır ve kim de “oynak”tır, iyi bilinmelidir.

GÜL... ERDOĞAN... ARINÇ!

Hiç şüphe yok ki;
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, dün Tunus’ta yaptığı “Kaos amaçlı eylem çıkarılacağının istihbaratını 2 ay önce almıştık” açıklamasında olduğu gibi, bu eylemler, kesinlikle “çevre duyarlılığı” ile bağlantılı değildir.
Eylemler, tamamen “Tayyip Erdoğan’ı istifa ettirmeye” yönelikti... Tayyip Erdoğan ya “istifa” ettirilecek, ya da “iyice yıpratılacak”tı ki; “Türkiye’nin ipi” uluslararası güçlerin eline geçsin!..
“Türkiye’nin ipi”ni ellerine geçiren uluslararası güçler, odaklar ve mahfillerin “Büyük, Güçlü ve Bağımsız bir Türkiye” istemediklerini bilmek için, müneccim olmaya gerek yok.
Tayyip Erdoğan “geri adım” atmayınca, “teslim” olmayınca ve de onların arzu ettiği gibi “amuda kalkmayınca” bu defa ona; “tek adam” demeye, “despot” demeye “diktatör” demeye başladılar.
Bundan da sonuç alamadıklarını görünce; bu defa da “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Vekili Bülent Arınç’a güzelleme” yapmaya ve onları överek, göklere çıkarmaya başladılar!..
Özetle dediler ki;
“Tayyip Erdoğan çok sert bir dil kullanıp, göstericilere çapulcu, içki içenlere ayyaş derken, Abdullah Gül demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını söyledi, Bülent Arınç da Gezi Parkı eylemcilerinden özür diledi... Gül ve Arınç uzlaşmacı bir profil çizerken, Tayyip Erdoğan hâlâ dikleniyor!”

ÖKÜZLER VE ASLANLAR!

Bu dil, bu taktik, “tam bir psikolojik savaş taktiği”dir ve “dostları birbirine düşürme” amaçlıdır!..
Bu taktiği uygulayanlar, gayet iyi biliyorlar ki; “bütün”den bir “parça” koparılırsa “bütünlük” bozulur ve ondan sonra da “icabına bakılır!”
Bu, “eski bir taktik”tir;
“Böl, parçala, yut!”
Tıpkı, “Öküzler ve Aslanlar”ın hikâyesinde olduğu gibi... Bu hikâyeyi daha önce de çok anlattım ama şimdilerde yeniden anlatmanın tam sırasıdır.
Efendim, eski zamanların birinde bir otlakta “öküz sürüsü” yaşarmış...
Yaşarlarmış yaşamalarına ama, civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazlarmış onları.. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye...
Öküz dediğin de öyle yabana atılır bir hayvan değil ki; bir araya toplandılar mı, kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları...
Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı:
“Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor” demiş aslanlardan birisi...
“Evet” diye tasdik etmiş diğerleri...
“Nereye gideriz” diye düşünürlerken, “Bir dakika” diye bir ses duymuşlar gerilerden...
Herkes dönüp bakmış sesin geldiği tarafa...
Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan “topal aslan”mış söze atılan...
“Hayır” demiş,
“Hiçbir yere gitmiyoruz... Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi!..”
Kimse inanmamış ona, ama “Haydi bir şans verelim, ne çıkar” diye düşünmüşler...
Topal aslan, elinde beyaz bayrak, gitmiş öküzlerin yanına...
Öküzlerin lideri olan boz öküz, sormuş ne istediğini...
Topal aslan; “Saygıdeğer öküz efendiler” diye başlamış lâfa:
“Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik... Evet size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz?
Hep o sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden...
Onun rengi gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor... Onu gördüğümüzde ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyoruz...
Bunların hepsi sarı öküzün suçu... Verin onu bize; siz de kurtulun, biz de, bundan böyle barış içinde yaşayalım!..”
Boz öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş...
Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife...
Bir tek yaşlı benekli öküz karşı çıkıp “olmaz” demiş, ama kimseye dinletememiş sözünü...
Sonunda, zavallı sarı öküz, teslim edilmiş aslanlara...

SÜRÜNÜN SELÂMETİ!

Diğerleri üzülmüşler üzülmesine, ama elden ne gelir ki!..
“Bütün sürünün selameti için” alt tarafı bir öküzü gözden çıkarmışlar!..
Gerekliymiş bu...
Gerçekten de, sürüye günlerce saldıran olmamış...
Huzur içinde geçer olmuş günleri...
Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki? Hele “öküz etinin tadı”nı aldıktan sonra!..
“Acıktık” demişler bir gün...
Topal aslan, boz öküzün yanına giderek “Günaydın” diye girmiş söze:
“Gördünüz ya; biz aslanlar ne kadar uysal milletiz... Yalnız, buraya bunu söylemek için gelmedim... Büyük bir problemimiz var!..”
“Nedir?” demiş, boz öküz, merakla...
“Şu sizin uzun kuyruklu öküz var ya” demiş topal aslan ve devam etmiş:
“Öyle uzun bir kuyruğu var ki, nereden baksak görünüyor... O kuyruğu salladıkça tahrik oluyoruz, aklımız başımızdan gidiyor... Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz... Gelin, verin onu bize ve bu mevzuyu burada kapatalım...
Eskisi gibi, barış ve huzur içinde iki taraf da hayatını sürdürsün...”
Boz öküz yine istişare yapmış sürünün ulularıyla...
Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan...
Hepsi de, “Nihayetinde ufak bir taviz istiyorlar, verelim gitsin!” demişler!..
İstişare daha da kısa sürmüş bu defa...
Uzun kuyruğu sürüden dışlamışlar!..
Saatler sürmüş zavallının çırpınışları, ama sonunda o da yenik düşmüş aslanların pençelerine...
Tekrar tekrar yaşanmış bu olanlar...

KAYBETTİLER, ÇÜNKÜ!

Her geçen gün daha da semirmiş aslanlar, alabildiğince güçlenmişler...
“Öküzler” ise, her geçen gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe seyrelmişler...
Aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış... Artık bir sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış;
“Verin bize filanca öküzü, sonra karışmayız haaa” derlermiş sadece!..
Zavallı öküzlerin “hayır” diyebilecek güçleri kalmamış...
Hepsi birer birer can veriyorlarmış aslanların pençesinde...
Boz öküz de aralarında olmak üzere birkaç tanesi kalmış en sona...
Bir gün; kalanlar bir araya toplanıp durum değerlendirmesi yapmışlar...
Öküzlerden biri;
“Ne oldu bize, oysa bir zamanlar ne kadar da güçlüydük aslanlara karşı... Bu savaşı ne zaman kaybettik?” diye sormuş ortaya...
“Biz, bu kavgayı” demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek;
“Sarı Öküz’ü aslanlara verdiğimiz gün kaybettik!..”
Evet, bütün kavgalar, “Sarı Öküz’ün verilmesi” ile kaybedilir.
“Taban”dan “tavan”a, AK Parti’nin bütün mensupları da, özellikle bu “kritik süreç”te “dayanışma” içinde olmalı, “birbirlerini gözden çıkaracak” derecede “eleştiri”lerden, “taviz”lerden kaçınmalı ve bütünlüğünü korumalıdır...

ÖZAL DA BÖYLE BİTİRİLDİ!

Haa, “Şu da hatalı değil mi?.. Onun hatasını da göğüslemek zorunda mıyız?.. Hata yapan cezasını çeksin!” denilirse, işte o zaman, herkes “ANAP’ın durumu”na düşmeye hazır olmalıdır.
Vatan’dan Reha Muhtar, önceki günkü yazısında bakın neler yazmış;
“Son olayların arkasından sürdürülen kampanyada bir şey dikkatimden kaçmıyor...
Göstericilerin tepkisi, esas olarak bir kişinin üzerine, “yoğunlaştırılıyor...”
Doğal olarak o kişi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan...
(…)
Muhalefet, esasen parti olarak AKP’yi değil, şahıs olarak Tayyip Erdoğan’ı hedefliyor...
Muhalefet Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüşüyor, durumu ona şikayet ediyor, görevini yapmasını istiyor...
Basının önemli bir bölümünde, “Abdullah Gül ve bazı bakanlar kurtarıcı isim olarak” lanse ediliyor...
Bunların olması çok doğal...
Yine de, bütün bu tepkinin AKP’ye değil, tek bir adama yönelik yoğunlaşması bazı hatıraları aklıma getiriyor...
Mesela ANAP’a karşı da mücadele ederken, partiyi değil Turgut Özal’ı hedef almıştı muhalefet ve derin siyaset...
Çok ince bir politikayla ANAP’la Turgut Özal arasına ince bir çizgi çekmişti...
Özal’ı “Çankaya’nın Şişmanı” diye suçlarken, Mesut Yılmaz’lı ANAP’ı ayrı tutmuş ve korumuştu siyaset ve büyük sermayeden oluşan muhalefet..
Acaba diyorum aynı stratejik muhalefet anlayışı mıdır bu?..
Ne mi olmuştu o zaman?..
Özal’la, Mesut Yılmaz ve ANAP arasında derin bir çizgi oluşup, bağlar birbirinden koptuktan sonra, önce Özal Cumhurbaşkanlığı’nda tek kaldı ve gitti...
Sonra da ANAP eridi ve bitti...”
Ne dersiniz; Reha Muhtar’ın bu yazdıkları, “Öküzler ve Aslanlar”ın hikâyesine benzemiyor mu?..
Dün Turgut Özal’ın, bugün de Tayyip Erdoğan’ın şahsına karşı yürütülen yıpratma kampanyasının bir tek amacı vardır;
“Türkiye’yi ele geçirme!”
AK Parti içinde; “Beyefendi’nin de dili çok sert” diye düşünenler varsa, bunlar, kendilerini yeniden gözden geçirmelidirler.
Zaman “didişme” zamanı değil,
“Tek yürek” olma zamanı!..

Provokasyonlarda ABD ve İngiliz parmağı var mı?
Dün, manşetten “Diplomatik pasaportlu 4 yabancı ajan yakalandı” demiş ve “Taksim’de katliam yapacaklardı” diye eklemiştik ya... O ajanların; “İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Yunan” olduklarının tesbit edildiğini bildirmiştik ya... ABD’nin ve İngiltere’nin Ankara Büyükelçilikleri, dün yaptıkları açıklamada; “tutuklama” haberlerini yalanlayıp, demişler ki;
“Yetkililer, tutuklanan ABD ve İngiliz vatandaşı bulunmadığını belirtiyor!”
Ne demektir bu?..
Akit’te ve bazı gazetelerde yer alan haberler “yalan”dır, “böyle bir şey yok”tur!..
Öyle mi acaba?..
Buyrun 5 Haziran’a gidelim ve o gün ABD’den yapılan bir açıklamayı hatırlayalım...
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan ve ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin internet sitesinde yer alan 5 Haziran tarihli “seyahat uyarısı”nda; “Türkiye genelinde çıkan olaylarda yaralanan ya da gözaltına alınanlar arasında Amerikan vatandaşlarının da bulunduğu” bildirilmişti, iyi mi?.
Gördünüz ya; “ilk açıklama”larında “gözaltına alınan ABD’liler” olduğu doğrulanıyor, ama şimdi, “tutuklanan yok” diyorlar!.. Doğru, “tutuklanan” yok, çünkü hâlâ “gözaltında” sorgulanıyorlar!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi