Faruk Köse

Faruk Köse

Göz göre göre kamplaşma

Göz göre göre kamplaşma

Türkiye’nin hızla “politik kamplaşma”ya doğru sürüklendiğini görüyor olmalısınız. Daha önce “Cumhuriyet Mitingleri” ile denenmek istenen bu süreçte “statükocu muhalefet”, halkı ve gençliği yanına çekememişti. Ancak şimdi, hem de “polisle dişe diş kavga”yı göze alabilen bir kısım gençleri yanına çekmiş görünüyor.

“Statükocu muhalefet”in avantajı gibi gözüken bu nokta, aynı zamanda dezavantajını da üretiyor; çünkü hal böyle devam ederse, “istikrardan yana olan toplum”un büyük kısmını kendinden uzaklaştırmış olacak.
Dikkat ettiyseniz “statükocu muhalefet”, “diktatörlük”le suçladıkları Erdoğan’a, bu “mesnetsiz kalkışma”yı “inadına” ve “gereğinden fazla” sürdürmekle, “halkın vazgeçilmez politik lideri” konumunu kendi elleriyle takdim etmiş oldular. Kendilerine “orantısız güç” kullanıldığını iddia edenler, Erdoğan ve ekibine karşı “orantısız muhalefet” ya da “orantısız çemkirme” içindeler. Bu da “kalkışma”nın asıl amacını aşmasına, marjinal kesimlerin kontrolünde sürüklenip “toplumlaşamaması”na neden oluyor.
Hal böyle olunca, eylemciler bağıra çağıra “boşalma hakkı”nı kullanırken, toplum hangi inanç, din ve hatta politik görüş olursa olsun, iki kampa ayrılıyor: Erdoğan taraftarları ve Erdoğan karşıtları. Yani kamplaşmanın dik âlâsı...
Bu sürecin, Erdoğan’ı, kendi istemese bile, politik süreç gereği “tek adam”lığa doğru sürükleyeceği kesin. Hatta, sırf bu kalkışma sebebiyle bile arkasındaki “halk desteği”ni güçlendiren Erdoğan, çok istediği “Başkanlık Sistemi”nin “toplumsal taban”ını organize edebilir. Çünkü toplum nazarında, “tadında bırakılmayan, maksadını aşan, sınırlarından taşan, mahiyeti değişen kalkışma”nın, artık Erdoğan’a ve AKP misyonuna haksızlık olduğu kanaati pekişiyor. Öyle ki, bu işin sonunda belki politik strateji gereği “Gezi Parkı” yerinde kalır, ama sistem yerinde kalamaz; “sistem hızla, Erdoğan’ın etrafında reorganize olur.”
Eylemciler İstanbul Taksim’de, Ankara Kızılay’da, İzmir Gündoğdu’da sürdürdükleri eyleme karşı, Başbakan’ın Yeşilköy’deki Havaalanında gece yarısı başlattığı mitingleri değişik illerde sürdürüyor olması... Hatta Başbakan’ın Ankara Altınpark mitinginin yapıldığı saatlerde, eylemcilerin de Taksim’de miting düzenlemesi... Bunlar, Türkiye’nin derin bir “toplumsal ayrımlaşma ve kamplaşma”ya doğru gittiğinin açık göstergesi değil mi? Eylemciler, her kesimden katılımcıyla “kitlesel tavır” koyduklarını söylerken, Başbakan, her düşünce ve kesimden seçmenini öne sürerek, “yüzde elliyi zor tutuyorum” diyebiliyor. Birileri “Taksim’i ele geçirmek”le övünürken, diğerleri “Taksim’i ezelim”i seslendirebiliyor.
Bunlar, “istikrarı çok seven halk”ı, Erdoğan’ın peşinden ayrılmamaya itekliyor. Yani birileri, zorla “Türkiye”yi “Tayyibiye” haline getirmeye zorluyor.
Başbakanın “mitinge mitingle cevap verme”si, bir anlamda elinin zayıfladığı, gösteriye gösteriyle cevap vermekten başka çare bulamayacak kadar aciz düştüğü anlamına gelebilir. Bir açıdan bu doğrudur da. Başbakan’ın işi eyleme eylemle cevap vermek mi olmalı?
Ancak bir başka açıdan baktığımızda, Başbakan aslında “doğru bir strateji” yürütüyor gibi görülüyor. Çünkü karşısında her kesimden bir araya gelmiş ciddi bir muhalefet var ve bu muhalefet ittifakı, polisle çatışmayı göze alabilecek kadar dirençli olan gençleri sokağa dökmeyi başarmış. Hatta ABD’den, AB’den, güney komşularından ciddi bir destek de almış. Öyle ki, “Polis müdahalesine rağmen dağılmıyorlar”, günlerdir daha da büyüyerek belli alanları işgal etmişler ve adeta “kurtarılmış bölge” olarak ellerinde tutuyorlar.
Hal böyleyken Başbakan, karşısındaki organize güçlerin halk desteğinin ne kadar olduğunu ve aynı zamanda yanında ne kadar halk desteği bulunduğunu görmeden hamle yapabilir mi? Bu açıdan, Başbakan’ın, mitinge karşı mitingle cevap vermesi normal ve politik açıdan doğru bir strateji.
Bu vesileyle şunu da hatırlatmak isterim: AKP’nin, kendi gençlik kitlesini oluşturamadığı görülüyor. Çünkü AKP, “ana eksen”e ve “ana kitle”ye, ihtiyaç duyduğu “güven”i de, “hizmet”i de, “haklar”ı da ver(e)medi. Müslümanlar üzerinde şedid bir şekilde uygulanan “vesayet rejiminden kalma baskı ve zulüm yasaları” aynen yerinde duruyor. Bir kısmının, uygulayıcıların konjonktür gereği uygulamaması nedeniyle icraatta görülmüyor olması bir şey değiştirmez; yarın Hükümet değiştiğinde, başka kadrolar geldiğinde, zihniyet farklılaştığında aynı yasaklar eski haliyle uygulamaya konulacaktır. O halde Hükümet, karşı cenahın hiçbir açığı boş bırakmadıklarını, fırsatını bulduklarında nasıl da kesin ve katı bir “ele geçirme operasyonu”na hazır halde beklediklerini görmeli ve esas taban olan “müslüman toplum”un üzerindeki her türlü engelleyici, baskılayıcı, caydırıcı, sindirici yasal ve idari engelleri kaldırmalı. Müslümanların “mobilize örgütlülük”ü sağlanmalı.
Eğer bu yapılmazsa üçüncü bir kamp kaçınılmaz olacaktır. Bunu kim ister?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Faruk Köse Arşivi