Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Osmanlı’da ağaç kültürü

Osmanlı’da ağaç kültürü

Farkındayım, “Gezi Olayı” “birkaç ağaç” için çıkmadı, ağaçlar işin bahanesi olarak kullanıldı, ama bu münasebetle ağaç o kadar küçümsendi ki, “ağaç kültürü”müzden bahsetmek şart oldu.

“Ağaç” değil, bir hayat görüşü, bir çevre duyarlılığı, bir vakıf ahlâkıdır…
Bazıları bunu (Taksim Gezi Parkı’nı ve ağaçları) hükümeti “alaşağı” etmenin aracı olarak kullanmaya kalktılar, ama direnişin içinde ağaçları yeşertip yaşatma geleneğimizin yansımaları da yok mu?
Elbette var. Bunu işin başında görmek gerekirken, sonuna doğru ancak görebildik: Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Bülent Arınç arka arkaya yaptıkları açıklamalarla yüreklerimize su serptiler. Teşekkür ederim.
“O ağaçları ben diktim” diyen sayın Başbakan’a da teşekkürler… Çünkü ağaç dikmek bir erdemdir. Geleneksel yapımıza da son derece uygundur. Ancak dikilene kadar her fidanın bir sahibi olsa da, dikildikten sonra, hele de ağaca dönüştükten sonra, her ağaç herkesindir: Herkesin her ağaçtan “keyif alma hakkı” vardır. Bir ağacı kesmek yahut yerini değiştirmek bu hakkı gasp etmektir ki, “suç” oluşturmasa bile, “kul hakkı” oluşturur.
Bu yüzdendir ki, Osmanlı ceddimiz her ağacın üstüne titrer, yeşile “canlı” muamelesi yapar, ölmemeleri için çaba gösterirdi.
Fransız gezgin Dr. A. Brayer, “Neuf annees a Constantinople” ismiyle 1836’da Paris’te yayınladığı İstanbul anılarının birinci cildinde Osmanlı insanının tüm canlılara (insan, hayvan ve bitki) çok değer verdiğinden bahsederek, Hıristiyan bir hastasından şöyle bir olay dinlediğini anlatır:
“Oğlumu evlendirdiğim için ev yetmez oldu. Mevcut evi bizim bahçeye doğru biraz genişletmek istiyorum, ama bu durumda bahçemde gördüğünüz ağaçlardan beş-altı tanesini kesmem icap ediyor. Lakin o takdirde Müslüman komşularımın beni ‘ağaç katili’ ilan edip tüm ilişkilerini kesmelerinden korkuyorum. Adamlar yeşile âşık… Çok çaresizim.” (sayfa: 281).
Sonra, İstanbul’da, çevre duyarlılığı konusunda gördüklerini, duyduklarını bir cümle içinde şöyle özetliyor:
“Müslüman Türklerin asırlardan beri gölgelerinde dinlendikleri ağaçlara gösterdikleri hürmet sayesinde Osmanlı Devleti’nde altı, sekiz, hatta on kadem kutrunda çınarlar var…”
Bu tespiti İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer şu itiraflarıyla misallendiriyordu:
“İstanbul’da, sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür...”
“Kaçık!”
Guer bizi böyle görmekte elbette mazurdu, çünkü o tarihlerde Avrupa’da “çevre” kavramı yoktu. Ancak her şeyi kirlettikten sonra, bu kavram gelişmeye başladı, ne var ki iş işten çoktan geçmiş, çevreyi eski ekolojik dengesine kavuşturma imkânı çoktan ortadan kalkmıştı.
Türk düşmanı olduğunu eserlerinde açıkça itiraf eden İngiliz bayan gezgin Lady Craven, “Voyage de Milady Craven a Constantinople” ismiyle Fransızcaya aktarılan eserinde ceddimizin ağaç tutkusunu şöyle anlatır:
“Türkler tabiat güzelliklerine o derece hürmet gösterirler ki, eğer ev kuracakları yerde bir ağaç varsa, ağacı asla kesmez, evi ağacın çevresinde inşa ederler. Çatıda da, ağacın büyüyüp gelişebilmesi için kocaman bir delik bırakırlar. Bu tür evler Türklerin övünç kaynağıdır.” (Paris, 1789, s. 171).
Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaç duyarlılığına bir de bunların ışığında bakmak lâzım: Tabii marjinal gruplarla darbe tezgâhçılarının, yabancı kışkırtıcıların ve vurup kırma meraklılarının amaçlarını da dikkate alarak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi