Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Bugün “Taksim’in zırıltısı”nı değil, “barışın şırıltısı”nı dinleyeceğim!

Bugün “Taksim’in zırıltısı”nı değil, “barışın şırıltısı”nı dinleyeceğim!

Bugün, izninizle “Gezi”ye ve “çapulcu”lara ara verelim de “Akil İnsanlar”a kulak verelim... Çünkü, “Gezi”cilerin eylemleri ve eylemcileri ne kadar “yabancı” ve “ithal” ise, “Akiller” o kadar “bizden” ve o kadar “yerli”dir.

“Beden”leriyle “yerli”dirler...
“Eylem”leriyle “yerli”dirler!..
Siz, hiç;
TOMA’nın sıktığı tazyikli suya direndiği için, medya tarafından “Gezi direnişinin simgelerinden biri” olarak ilan edilip, “İşte kahraman Türk kadını” diye göklere çıkarılan kadının “Amerikalı” çıktığını, adının Cate Cullen olduğunu ve Sidney Teknoloji Üniversitesi’nde çalıştığını duymuş muydunuz?..
Cate Cullen’in TOMA’lara göğüs geren çağdaş Türk kadını olarak sunulması, 28 Şubat sürecinde başörtüsü eylemcilerinin karşısına dikilen yine ABD vatandaşı Chantal Zakari’yi akıllara getirdi. Zakari de, Atatürk resmiyle başörtüsü yasağını protesto edenlerin karşısına Atatürk resmiyle çıkmış, basın ‘Kahraman Türk kızı’ olarak takdim etmişti.
Evet, evet;
“Kahraman Türk kızı” ilân edilen Chantal Zakari de “Amerikan vatandaşı” çıkmıştı!..
“Kavun” aldım, “Kelek” çıktı misali!..
Herhalde söylemeye gerek yok;
Bunların “yerli” dediği eylem biçimlerinin tamamı da, “Amerikalı direnişçi Gene Sharp’ın kitabı”ndan aşırma!..
Sadece “eylem” türleri “ithal” olsa, yine dert değil... Aralarındaki “provokatör”lerin çoğu da, “CIA destekli Sırp direniş örgütü Otpor’un kadrolu militanları”dır ve bunları yönlendirmektedir, iyi mi?..
Anlayacağınız;
Eylemleri de yabancı,
Eylemcileri de!..
“Kız oğlan kız” deseler, herhalde “7 Kocalı Hürmüz” çıkar!..

HANGİSİ DAHA YERLİ?

Bu kadar “yabancı”nın arasında, izniniz olursa “yerli bir yapılanma”dan söz etmek istiyorum...
Evet, “Akil İnsanlar”dan...
Bu yapılanma, “gerçek bir sivil yapılanma”dır... Yaptığı iş de; “Gezi”ciler gibi “yakma-yıkma, kırma-dökme” veya “kaos” değil, tam aksine “barış”tır, “huzur”dur, Türkleri ve Kürtleri “kucaklaştırmaya çalıştırmak”tır.
Gezi eylemcileri; ellerine “molotof, kaldırım taşı, çivili top, bıçak ve hatta tabanca” alıp, ortalığı “savaş alanı”na çevirirlerken, “Akil İnsanlar”ın yaptığı, “silahsız çözüm”e davettir!..
Şu hâle bakın;
“Çözüm Süreci”ne girildiğinden bu yana, yani, “6 ay”dan bu yana “terör”den dolayı, Allah’a şükürler olsun ki, “bir tek şehit tabutu gelmez” iken, 25 günlük “Gezi eylemleri”nde “5 kişi” öldü!..
Söyleyin Allah aşkına;
Hangi eylem daha “insani”dir, daha “demokratik”tir ve daha “barışçı”dır!.. “30 yıllık kanlı bir sorunun çözümünde görev almak” mı, yoksa “ortalığı savaş alanına çevirmek” mi?..
Bana “tepki” gösterenler diyorlar ki; “Sen hiç Taksim’e gittin mi?”
Evet, gittim... Hem de çok gittim...
Ama, her gidişimde korktum!..
Evet, korktum.
“Bıçaklanmak”tan korktum!..
“Vurulmak”tan korktum!..
“Gaspedilmek”ten korktum!..
“Tinerci”den korktum...
“Balici”den korktum...
Ama, en çok;
“Gay”lerden,
“Lezbiyen”lerden,
“Transseksüel”lerden...
Hasılı kelâm; “sapıklığı sektör haline getirenler”den korktum!..
Sonradan öğrendim ki;
“Taksim Gezi Parkı” dedikleri yer de, zaten “bu gibilerin mekânı” imiş ve ağaçların altı “fuhuş yuvası” imiş!..
Bundan sonra, çok mecbur kalmadıkça Taksim’e gitmem...
Hem, “Anadolu” gibi bir kucak varken, Taksim’e niye gideyim?..

HALİL BERKTAY’IN GÖZÜYLE

Lütfen dikkat; Halil Berktay gibi bir “solcu” bile Taksim’de gördüklerinden utanıyor ve 16 Haziran günü “Saat 17.00-20.00 arası” şunları yazabiliyor;
“Ortada somut, anlamlı ve ulaşılabilir hiçbir siyasi hedefin kalmadığı ve eylem için eylem, çatışmak için çatışmak arzusunun öne çıktığı son derece belirgindi. İsteyen, ‘bu Cumhuriyet tarihinin en kitlesel eylemidir’ diye yazıp dursun. Belki gerçek olan, bu gençlerin kendilerini öyle bir ‘tarihsel ân ve aksiyon’ içinde hissetme özlemidir. Elle tutulur olan şu ki; sokağa yalnızca hırslanmış bir öfke ve nefret ile belki bir kahramanlık ve macera hissi hükmediyordu.
Biliyorum ki bunları çıkıp söylemem ve yazmam, şimdi gene bir tepki dalgasına yol açacaktır.
Aldırmıyorum.
Ben bıktım artık. Bir solcu ve bir demokrat olarak, on yıllardır sol adına söylenen yalanlardan bıktım. ‘Kol kırılır yen içinde’ anlayışından bıktım. Bütün oportünist faydacılıklardan bıktım. Geçmişte ve bugün, benim kendi kuşağımda ve şimdiki kuşaklarda, maksimalist boyölçüşmeci, saldırgan ve şiddet kullanan kesimlere ‘masum gençlerdir’ veya ‘barışçıl protestoculardır’ veya ‘meşru savunma halindedirler’ diye kol kanat germekten bıktım...
Vakti zamanında bana ve bizlere kol kanat gerilmiş olmasından da, şimdi başka gençlere kol kanat germeye çağrılıyor olmaktan da bıktım ve utanıyorum.
Günlerdir okuduğum ‘polisin inanılmaz vahşi saldırıları’ teranelerinin (ki yok böyle bir şey; polis kullanabileceği şiddetin belki en fazla yüzde 10-15’ini kullanıyor) yanı sıra, eylemcilerin şiddetinden zerrece bahsedilmemesinden bıktım ve utanıyorum... Sürekli kriz ve sürekli çatışma mantığıyla her türlü şiddeti davet edenlerin, sonra da ‘anne polis beni dövdü’ havasıyla himaye aramasından (ve bazılarının da solculuk gereği veya iktidar düşmanlığı gereği onlara bu himayeyi sunmasından) da bıktım ve utanıyorum. (...)
Hükümet demokrat olsun; peki...
Ya muhalefet?
Acı olan şu ki, Türkiye’de önce muhalefet (ve sol) demokrat olmayı ve dürüst olmayı ve namuslu olmayı öğrenmedikçe, iktidarı ve bütün toplumu demokratlaştıramaz.”
Halil Berktay gibi biri bile bu tabloyu çiziyorsa, Taksim’e gidip de, neyi göreceğim?..
Gördüklerim yetmez mi?..
İşte, tablo ortada:
l 58 bina tahrip edildi
l 68 MOBESE kamerası kırıldı
l 337 iş yeri olaylarda zarar gördü
l 90 otobüs yakılıp parçalandı
l 214 özel araç kullanılamaz hale geldi
l 240 polis aracı tahrip edildi
l 45 ambulansa büyük zarar verildi
l 14 parti binası kundaklandı.
Bu tablo ortadayken;
Daha neyi göreyim?..

BUGÜN BARIŞ KONUŞULACAK

Taksim’e gitmek yerine, bugün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe Sarayı’ndaki ofisine gidecek ve “Akil İnsanlar Heyeti”nin izlenimlerini dinleyeceğim...
Evet, evet;
“Akil İnsanlar Heyeti’nin Ege Bölgesi üyesi” olarak, diğer bölgelerin “62 Akil İnsan”ını dinleyecek, eğer fırsatım olursa, onlarla görüşlerimi paylaşacağım...
Diyorlar ki;
“Birbirleriyle bir araya gelmeleri mümkün olmayan her görüşten insan Gezi Parkı’nda buluştu!”
Hayır!..
Birbirleriyle bir araya gelmeleri mümkün olmayan insanlar, asıl “Akil İnsanlar Heyeti”nde buluştu...
Hem de;
“Çözüm” için!..
Hem de;
“Yakmak-yıkmak, kırıp-dökmek” için değil “gönül köprüleri kurmak” için!..
“Savaş” için değil, “barış” için!..
Bugün, onları dinleyeceğim...

 


Ha geri zekâlı... Ha Gezi zekâlı!
Malûm, ben bunlara her defasında “Geri zekâlı” diyordum, “aptal ve ebleh” olduklarını söylüyordum ya, beni “mail bombardımanı”na tutup, diyorlardı ki; “Niye hakaret ediyorsun?”
Evet, “hakaret” ediyordum, çünkü “eylem metotları”nın “yerli” olduğunu, “orantısız zekâ” ürünü olduğunu, “made in Turkey” olduğunu iddia edip, beni “saftorik” yerine koyuyorlar, “zekâma hakaret” ediyorlardı...
Kusura bakmasınlar, benim zekama hakaret edene, ben de hakaret ederim...
Evet; bunlar “geri zekâlı”dır, “aptal”dır, “eb-leh”tir... Çünkü hiçbir eylemleri “yerli” değildir, “zekâ ürünü” değildir!..
“Duran Adam”ından tutun da “polise karanfil verme”ye varıncaya kadar, bütün eylemleri “Amerikalı Gene Sharp’ın zekâsından çıkan eylemler”dir!..
Öyle sanıyorum ki; kendilerine “Geri zekâlı” denilmesinden rahatsız olup, yeni bir kavram bulmuşlar: Gezi zekâlı!..
Bilirsiniz; “sıpa”lar büyüyünce “eşşek” olurlar... Hiç kuşkunuz olmasın ki; Taksim’in bazı “Gezi zekâlı”ları da büyüyünce “geri zekâlı” olacaklardır. Kâğıt üstünde “Gezi zekâlı” yazsa ne olur?.. Bu, onların “geri zekâlı”lığını örtmez!.. Ha “Gezi zekâlı”, ha “geri zekâlı!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi