Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Umudunu kaybeden kaybolur!..

Umudunu kaybeden kaybolur!..

Filistin, Irak, Suriye, Mısır, Sudan, Afganistan, Batı Trakya, Musul-Kerkük, Doğu Türkistan…

İslâm coğrafyasında stres var ve bu yüzden ramazanlarımız da başramlarımız da zehir oluyor…
Yıllardır bu böyle…
Elimizden geleni yaparak umutla, sabırla bekliyoruz.
Şimdi birileri çıkıp, “Umut fakirin ekmeği” diye başlayan tekerlemeyi geveleyecek, ama öyle değil, umut bir diriliş muştusudur: Umudunu yitiren, kendini de yitirir…
Umut inanç kaynaklı bir kavramdır. “La taknetu min rahmetillah” buyurulmuştur: “Allahtan umut kesmeyiniz”…
Hayattan da umut kesmeyiniz. İslam ve Osmanlı tarihi, Allah’tan ve hayattan umut kesmeyenlerin başarı öyküleriyle doludur.
Unutulmasın ki, ancak hedefimizin büyüklüğü ölçüsünde büyüyebilir, umudumuz kadar var olabilir, imanımızın derinliği nispetinde şartlara meydan okuyabiliriz.
Tekrar hatırlayalım: Yasak meyveyi yedikleri için Cennet’ten çıkarılan Hz. Havva ile Hz. Âdem, umutlarına sarılıp, her şeyiyle kendilerine yabancı bir dünyada yaşamayı başardılar.
Bir birlerine kavuşturulacakları ve akıbet Cennet’e döndürülecekleri günü sabırla beklediler.
Bunlar gerçekleşti.
Hz. Nuh’u, Hz. Yusuf’u, Hz. Yunus’u, Hz. İbrahim’i, Hz. Musa’yı, Hz. İsa’yı ve Efendimizi düşünün: Tüm beşeri güç, silah, asker, servet, şöhret Nemrud’un, Firavun’un, Ebu Cehil’in elindeydi. Ama beklenen olmadı: Peygamberler kazandı.
Şimdi de beşeri güç Nemrut, Firavun Ebucehil yüreklilerin elinde… Ama onlar da kazanamayacak.
Hayatı sebepler belirlemiyor, Allah belirliyor! Hayatın “hikmet” cihetine de bakmak lâzım.
Osmanlı ceddimiz, bu misallerden hareketle, dört maddelik bir hayat felsefesi geliştirmişti:
1. Errizku Alellah. (Rızkı veren Allah’tır)
2. Tevekkeltü Alellah. (Allaha dayan)
3. Ya sabır. (Gerektiği kadar sabretmeyi bil, vaktinden önce bahar gelmez)
4. Bu da geçer ya hu! (Her şeyin bir ömrü vardır, sıkıntıları kalıcı olarak düşünüp teslim olma)
Osmanlılar bu cümleleri levhalaştırıp duvarlarının yanı sıra yüreklerine de astılar ve bir tılsım gibi ömür boyu taşıdılar.
Ertuğrul, Osman, Orhan, Hüdavendigâr, Yıldırım, Fatih, Yavuz, Kanunî, Murad, Sinan, Barbaros gibi nice “Âbide insan” bu hayat felsefesi ile yetişti…
Bu felsefe ile yetişip Peygamber kıssalarıyla pişen yürekler hayattan yakınmayı, ya da şartlara teslim olmayı bilmezlerdi: İmkânsızlıktan imkân çıkarır, engellerin üstüne dolu dizgin giderlerdi.
Aşiretten kısa süre içinde devlete, devletten baş döndürücü bir hızla imparatorluğa yükselişin sırrı, kanaatimce, burada yatıyor.
Osmanlı’ya Bizans fethini nasip edip, ayrıca hilâfetle Osmanlı’yı taçlandıran “hikmet” de, bu hayat felsefesinin gerekliliği ile geçerliliğini tescil ediyor.
Biz sürekli şikayet ederek, yakınarak, bedbinliğe düşerek, dünyayı kurtaracakken engelleniyormuşuz hissiyle bunalarak bir yere varamayız…
Olumsuz düşünceler, tereddütler, umutsuzluklar, yersiz tenkitler ve abartılı böbürlenmeler sadece hizmet alanımızı daraltır, hareket kabiliyetimizi sınırlar: Zaman içinde kıpırdayamaz oluruz.
Osmanlı’nın diğerlerine üstünlüğü inancıydı: Özünde “İnanıyorsanız, üstünsünüz” hükmünü yaşıyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi